1-Atatürk’ün İslâmiyet İçin Yaptığı Önemli Hizmetler
(Birinci Bölüm)
Merhum Ali Erat; aklı, fikri, kalbi, gönlü ve hayatı tertemiz bir insandı: Ahsen-i Takvim* üzerine yaratılmış, yaratılışına uygun olarak yaşamış müstesna bir şahsiyetti. Karşılıklı görüşmenin ilk saati dolmadan iç dünyâsı hakkında muhatabında kalıcı fikir oluşturacak ölçüde şeffaf yapıya sâhipti.
Onunla; müşterek bir dostun, bana gönderdiği ‘Müslüman Milletlerin Geri Kalış Sebepleri’ isimli kitabı hakkında yazdığım tanıtım yazısının yayınlanması vesilesiyle tanıştık. İstanbul’a gelişlerindeki sohbetlerimizle dostluğumuz pekişti.
İkinci kitabı ‘Osmaniye Kahramanı Hamdi Alkan’da, 1868 yılında Sivas’ta dünyâya gelen, Hükûmet Tabibi olarak göreve başladığı Osmaniye’de 1929 yılında belediye başkanlığına seçilip 20 yıl aralıksız başkanlık yaptıktan sonra 1949 yılında ebedî âleme intikal eden seçkin bir zatın hayatını ve hizmetlerini anlatıyor. Bu noktada, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın berceste cümlesi akla geliyor: ‘Değerli insanların kıymetini, ancak değerli insanlar bilir.’
Ali Erat’ın işi ve evinden sonraki meşguliyeti siyâset idi. O, bulunduğu mevkiden güç alan, aldığı güçle kendisine menfaat sağlayan bir siyâsetçi değildi. Bulunduğu mevkie güç veren, ürettiği gücü; vatanı ve milleti… bu vesile ile de partisine hizmet için kullanırdı. Parti’de, Belediye Meclisi Üyeliği, Belediye Başkanlığı, milletvekilliği gibi görevlere tâlip olmadı. Delegeler Merhum Erat’ı ilçe başkanlığına lâyık gördüler, parti kurultaylarına seçtiler. O kadarıyla yetindi.
Merhum Ali Erat’ın ‘Atatürk’ün İslâmiyet İçin Yaptığı Önemli Hizmetler’ isimli eseri 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde, parlak kuşe kâğıda basılı, 72 sayfadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100. Yılına Armağandır.
Siyâsetçilerin çoğu, ister bir kişiyle olsun, ister kalabalıkça bir grupta, ‘Ben de konuşacağım, en çok ben konuşacağım, yalnız ben konuşacağım…’ düşüncesiyle hareket eder. Ali Erat, dinlemesini de konuşmasını da susmasını da bilen bir insandı. Topluluktan biri yanlış ve veya mübalâğalı bir söz söylediğinde; ‘O meseleyi şu şekilde anlatanlar da vardır.’ Diyerek nezâketle doğruyu söylerdi. Her doğruyu söyleyemese bile, söylediği her şey doğru olurdu. Galip Erdem’in prensibini kendisine düstur edinmişti.
‘Atatürk’ün İslâmiyet İçin Yaptığı Önemli Hizmetler’ isimli eserde söz; efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçüsünde kullanılmıştır:
‘Milliyetçi Hareket Partisi’nin Târihi Adana’da Başlar’ ve ‘Atatürk’ün İslamiyet İçin Yaptığı Önemli Hizmetleri’ isimli iki kitabımı da yazmayı nasip eden Cenabı Allah’a sonsuz şükürler olsun. Her iki kitabımızın Editörü Mehmet Aksoy, kitabı hazırlamada emeği geçen Mustafa Fettahlıoğlu ile Sayfa Dizgicisi yapan Fatma Ersoy’a da teşekkür ediyorum. Eserlerimizin basımında Hasret Matbaası’nı bizlere açan Kadim Dostum merhum Gökhan Erkmen’in evladı Ahmet Erkmen’e teşekkür etmeden geçemem.
* * *
‘Atatürk’ün İslâmiyet için Yaptığı Önemli Hizmetleri’ isimli eserin 3. sayfasında Atatürk’ün kalpaklı ve renkli bir fotoğrafı var.
Eserine; ‘Nasıl ki bir eşyanın üç boyutu (eni, boyu, yüksekliği) varsa, sosyal olayların da üç boyutu vardır. Eğer bir sosyal olayı üç boyutuyla değil de sadece bir boyutuyla değerlendirirseniz yanılgıya düşersiniz. Ben de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, 1919 târihinden vefatına kadar; siyasî, askerî, dinî, sosyal ve kültürel boyutlarıyla derinliğine inceleyerek, değişik cepheleriyle tanıtmaya çalışacağım.’ Cümlesiyle başlıyor.
Hemen belirtilmeli ki, okuyanlar takdir edecektir: Çalışmasını başarıyla tamamlamıştır.
Eserin, dikkati çeken bölüm başlıkları:
*Müspet Eğitimle Din Eğitimi Birleştirilir. *Kur’an Arapça, İrşat Türkçe ve Yesevî Hazretleri.* Atatürk 3.997 Kitap Okumuş. *Kurtuluş Savaşı Yıllarında İslâm Târihi Okuyor. *Bâzı Kitapları Yurt Dışından Getirtiyordu. *Arapça Kur’ân Türkçe İrşat. *Türk Müslüman İlim Adamları ve Buluşları. *Batının Karanlık Çağı Doğu ile Aydınlanır. *Yunan, Mısır, Mezopotamya, Anadolu Havzası ve Doğu-Batı Ayrışması. *Yunan Yarımadasında Ortak Değerler Medeniyeti. *Rönesans, Reform ve Aydınlanmanın Kaynağı Doğu’dur. *İslâmyet’in Altın Çağı ve Hikmetler. *Atatürk ve Arapça Kur’an Türkçe İrşat. *Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi. *Arapça Hutbenin Ardından Arnavutça Açıklaması. *Mustafa Sabri Arapça Hutbenin Savunucusuydu. *Börekçi’den Hutbelerin Türkçe İrat Edilmesi. *Türk Târihinin En Önemli Kavşak Noktası. *Türk Tasavvuf Geleneğinde Türkçe’nin önemi. *Hikmetler, Türklerde İman Bağını Güçlendirdi. *Yesevî Okulu Önemli bir korunma silâhıdır. *İslâmiyet Anadolu’ya Arabistan’dan Değil, Orta Asya’dan Gelmiş. *İmam Ali Rıza ve Türkler. *Zülfikâr Altaylarda Bileyleniyor ve Anadolu’ya Geliyor. *Atatürk’ün Öncülüğünde Okuma Yazma Seferberliği. *Ankara Mütüsü Rifat Börekçiyi Unutmadı. *Atatürk Din Düşmanı Olsaydı Bunları Yapar mıydı? *Türk Dilini Sâdece Anadolu İnsanı Konuşurdu. *Ezanın Türkçe Okutulması Tasvip Edilmedi. *İmam Hatip Okullarını Tevfik İleri Açtı. *Lise Deploması Alanlara Bin TL. İkrâmiye. *Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk Mütedeyyin Bir Müslüman ve Gerçek Türk Milliyetçisidir. *Taassuptan Uzak Değerlendirme. *Nutuk Ders Olarak Okutulmalı. *Basmakalıp Sözlerle Olmaz. *İçtenlikli Bir Müslüman’dı. *Doğru Anlamak ve Anlatmak. *Atatürk’ün İnanç Dünyâsı. *İfrat ve Tefrit Bırakılmalı. *Gazi ve Atatürkçüler. *Nutuk’tan Alıntılar Koyacağız. *İlmî Zihniyetle ve Objektif Olarak Anlatacağız. *Dil Milleti, Millet Devleti ve Devlet de Dulu Beslemelidir. *İngiltere Neden Demokrasinin Beşiği? *Osmanlı’da Arapça Konuşma Emirnâmesi. *Anglo Sakson Kültürün Köşe Taşları. *Oxford ve Cambridge Üniversitesi’nin Önemi. *16. Yüzyılda İngilizce Konuşan Altı Milyon. *İnsanlığın Huzurlu Geleceği; Dinî İlimlerle Müspet İlimlerin Birbirlerinden Yararlanmasına Bağlıdır. *Trigonometrinin Babası Gökbilimci Hipparchus Değildir. *İlk Olarak Babilliler, 60 ve 360’lık Sistemi Buluyorlar. *Büyük İskender Bâbil’deki İlmi Makedonya’ya taşıyor. *Bütün İlimlerin Sâhibi Cenâb-ı Allah’tır.
***
Ali Erat’ın telif ettiği ‘Atatürk’ün İslâmiyet İçin Yaptığı Önemli Hizmetler’ isimli eserinden üç bölüm:
Kur’ânı Kerîm Arapça, İrşat Türkçe
Yüce Rabbimiz’in Hazret-i Muhammed Efendimiz’e ilk emri ‘Oku!’dur. Peygamberimize Hira Dağı’nda, MS 610 yılında, Alak Suresinin ilk 5 âyeti ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alakadan (sevgi, ilgi, pıhtılaşmış kandan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sâhibidir. İkinci emri ‘Kalem’ Suresidir. ‘nûn kaleme ve kalem tutanların yazdıklarına and olsun ki Resul’üm sen Rabbinin nimeti sâyesinde mecnun değilsin’ ile gelen Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı, ihtiyaç durumuna göre 23 yılda tamamlanmıştır. Bu âyetler Hz. Peygamber’e inen ilk vahiy olup ona ve onun şahsında bütün Müslümanlara ve insanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin ‘Oku’ emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Âyette Hz. Peygamber’e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere, okunması yâni üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması, iyi ve faydalı sonuçlar üretilmesi gereken her şeyi tanıması, hakîkatini anlayıp kavraması istenmektedir. Şüphe yok ki en başta yaratanı tanımak, dinin de ilmin de temel gayesidir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in okuma faaliyetine veya herhangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, Yaratan Rabbinin adıyla başlaması ve O’ndan yardım istemesi emredilmiştir.
Türk Târihinin En Önemli Kavşak Noktası
Yusuf Hemedânî Hazretleri tarafından yetiştirilen Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Türk târihinin en önemli kavşak noktalarından birinde; Türklerin yeni bir din yeni bir yurt yeni bir kültür hayatıyla karşılaştığı, tanıştığı ve kabul etmeye başladığı bir dönemde, târihin kendisine yüklemiş olduğu büyük vazifeyi başarılı bir şekilde îfa eden önemli bir şahsiyettir! Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Türk milletinin Orta Asya’da varlığını devam ettirdiği dönemde; iklimin, coğrafyanın ve tabiatın gerektirdiği hayat ve düşünce biçiminden, yeni tanışmış olduğu İslâm Dini’nin düşünce ve hayat tarzına geçişte iletici, denetleyici ve yumuşatıcı bir görev üstlenmiştir!
Ahmed Yesevî Hazretleri ve Yesevîlik okulu, Türklerin İslamiyet’i benimsemesine zemin hazırlamakla berâber, Türklerin ve Türk kültürünün İslâm Dini’ni, Arap ve Fars kültürü etkisi altında kabul ederek, asimile olmasını değil, Türklerin İslâm Medeniyeti ile kaynaşmasını sağlamıştır! Bununla berâber, dinin sert ve katı yorumlarını muhataplarının anlayacağı, kabul edebileceği ve pratikte uygulayabileceği tarzda terennüm etmiştir! Ahmet Yesevî Hazretleri, eski Türk inanışlarının insanlara, İslam’ın sıcak, samîmi, hoşgörülü, insan ve Allah sevgisine dayalı gerçek yüzünü tanıttı. Bütün bu gelişmelerle İslâm Dini, Türklerin inanç birliğini oluşturan din hâline gelmiştir.
Taassuptan Uzak Değerlendirme
Atatürk üzerine yazılan kitaplardan doksan kadarını okuyabildiğini, onlardan kırk kadarını, Müsteşar Yardımcısı olduğu yıllarda, satır satır gözden geçirerek Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasında bastırdığını belirten Araştırmacı Yazar ve Şâir Yavuz Bülent Bakiler, ‘Taassubun her çeşidinden uzak durduğum için, Atatürk’ü, meselâ Dr. Rıza Nur kiniyle, öfkesiyle, hastalığıyla yerden yere vuran kimselerin kitaplarını da okudum; Edirne Milletvekili Şeref Aykut gibi, Erzincan Milletvekili Behçet Kemal Çağlar gibi veya Osman Nuri Çerman gibi Kemalizm’i yeni bir din, Atatürk’ü de bu yeni dinin peygamberi veya Allah’ı, ilâhı, yaratanı gibi gösteren kimselerin kitaplarını da inceledim. Her iki gruptaki kişilerden utandığımı, iğrendiğimi bilmelisiniz. Atatürk’ü, adam gibi yazanlardan da okuyup öğrendim.
Millî Mücâdelemizin hemen her safhasında bulunan Rauf Orbay diyor ki, ‘Biz olmasaydık, Mustafa Kemal, Millî Mücâdelemizi zafere ulaştırırdı. Fakat o olmasaydı, biz bu işi başaramazdık!’ Rauf Orbay’ın ‘biz’ dediği Millî Mücêdelemize, Atatürk’le birlikte katılan diğer paşalarımızla, subaylarımızdı. Biliyorum; şimdi bana öfkelenenler olacaktır. Ama ben başkaları kızmasınlar diye, kanaatlerimi niçin saklayayım? Bizim Cumhuriyet târihimizde, Cumhurbaşkanlığı makamında oturanlar arasında da, ben, Atatürk’ten daha dirayetli, daha vakur, daha bilgili ve cesur ikinci bir kişi görmedim.
Okuma Parçası:
Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi
Mustafa Kemal Atatürk sürekli Anadolu’yu dolaşarak, halkının yanında olmuş, problemlerini dinlemiş, Cumhuriyetin kurulmasına yardımcı oldukları gibi korumalarını da istemiştir.
Balıkesir’i de 7 defa ziyâret etmiştir. Ziyâretlerinin ilki, 6 Şubat 1923’te gerçekleşti. İzmir’den trenle Balıkesir’e gelen Mustafa Kemal Paşa’nın berâberinde eşi ve Kâzım Karabekir Paşa ile diğer zevat bulunuyordu.
Milli Kuvvetler Caddesi üzerine serilen halılar ve devasa taklarla süslenen cadde boyunca halkı selamlayarak Belediye binasına gitti ve burada yapılan geçit törenini tâkip etti.
Balıkesir Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı büyük bir sevgi ve heyecanla kucakladı. Paşa geceyi Sacitzade Mahmut Bey’in evinde geçirdi.
7 Şubat 1923 günü öğleyin Paşa Câmii’nde okunan mevlidden sonra minbere çıkarak câmide bulunanlara hitap etti.
‘Balıkesir Hutbesi’ diye anılan bu konuşmasına ‘Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selâmeti, âtıfeti ve hayrı üzerinize olsun diyerek başladı ve kurulacak yeni devletin temel esasları ile yapılacak işler ve cumhuriyete ışık tutan mesajlar verdi.
Atatürk, Zağnos Paşa Câmi Hutbesin de cemaata şöyle seslenmiştir:
‘Ey millet! Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakîkatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir.
İnsanlara maneví değerler vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.
Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını tâkip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu mukaddes yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler! Câmiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Câmiler, söylenenleri dinleme ve ibâdet ile berâber din ve dünyâ için neler yapılması lâzım geldiğini düşünmek, yâni birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünyâ için, geleceğimiz için her şeyden önce hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.
Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irâde yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibârettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
Atatürk, hutbenin ardından cemaatle yaptığı sohbette şunları söylemiştir;
Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin hisleri, fikirleri ve lisanı ile medenî ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir.
Efendiler! Hutbe demek topluma hitap etmek, yâni söz söylemek demektir. Hutbenin mânâsı budur. Hutbe denildiği zaman bundan, farklı birtakım kavram ve mânâlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yâni söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber’in hayatta olduğu saadet dönemlerinde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün meseleleridir, o günün askerî, idâri, mâlî ve siyâsî, sosyal konularıdır.
İslâm toplumunun çoğalması ve İslâm ülkeleri genişlemeye başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar câmilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O şart da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmamasıdır. Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet hâlinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete âit olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları câhillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir.
Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki, ‘Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.’ Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lâzımdır. Hutbeyi verenlerin siyâsî olayları, sosyal ve medenî olayları her gün tâkip etmeleri mecbûridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu sebeple, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır.
(Devam Edecek)