Schrödinger’in kedisi Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından ortaya atılmış, kuantum fiziğine dair bir teoridir. Teoriyi şu şekilde özetleyebiliriz; Metal bir odaya kapatılmış bir kedi, kedinin yanında zehir dolu bir şişe, bir miktar radyoaktif madde ve radyoaktif madde tarafından devreye alınması halinde zehir dolu şişeyi kırıp kedinin ölümüne neden olabilecek bir mekanizma düşünün. Sizin kedinin kapalı olduğu odanın dışında beklediğiniz süre içerisinde, radyoaktif madde tepkimeye girip mekanizmayı harekete geçirirse, mekanizma zehir dolu şişeyi kırar ve kedi zehirlenerek ölür. Bu süre zarfında radyoaktif madde tepkimeye girmezse kedi hala sağdır. Kedinin sağ mı yoksa ölü mü olduğunu ancak odanın kapısını açarak net olarak öğrenebilirsiniz. Ancak bu zamana kadar kedi hem sağ hem ölüdür. Yani iki durum da aynı anda geçerlidir. Ancak siz kapıyı açarsanız bir gözlem yapmış olursunuz ve gözlem yaptığınız zaman her ikisi de geçerli olan iki durumdan sadece biri gerçekleşir. Kapıyı açtığınız zaman kedi ya sağdır ya da ölü..
1954 yılında, Princeton Üniversitesi’nde doktora adayı olan genç Hugh Everett son derece radikal bir fikir öne sürer. Çoklu Evrenler (Multiverse) Yorumu olarak adlandırılan bu görüşe göre gözlemci, Schrödinger’in Kedisi deneyindeki gözlemcinin tam tersine deneyin dışında değil bizzat içindedir. Yani gözlemlediği evrenin bir parçasıdır. Schrödinger’in kedisi teorisinden yola çıkacak olursak, odaya girdiniz ve kedinin sağ olduğunu gördünüz. Bu durumda kedinin ölü olma ihtimali ortadan kalkmaz! Çünkü o gözlem anında yaratılan ama bizim farkında olmadığımız diğer bir evrende kedi ölüdür. O evren de bizimkisi kadar gerçektir ve sizin o evrendeki karşılığınız şu anda muhtemelen ölü kedisi için ağlamaktadır.
Bu arada istidradi olarak bir hususa değinmek lazım. Paralel evren terimi çoklu evrenle aynı şey değildir. Paralel evren, çoklu evren olarak tanımlanan birbirinden farklı gözlemlenebilir evrenlerin hipotezsel toplamıdır. Benim de başlıkta kullandığım “paralel evren” terimini yanlış kullanıyoruz. Doğrusu çoklu evren aslında. Ama çoğu zaman olduğu gibi burada da galat-ı meşhurun lugat-i fasihden evla olması söz konusu.
Hugh Everett’in görüşünden yola çıkarsak, bizimkisi kadar gerçek olan başka bir evrende bizim ülkemizin karşılığı başka bir Türkiye vardır.
O başka evrendeki Türkiye’de, düşünce özgürlüğü ve bu düşünce özgürlüğünden doğan fikri zenginlik söz konusudur. Bu fikri zenginlik “o Türkiye’ye” bilimsel ve teknolojik üstünlüğün yanında, ekonomik olarak kendi gezegenini domine etme gücü kazandırmıştır. İnsanlar sürekli olarak okuma, araştırma ve üretme faaliyeti içerisindedirler. Ekonomik refah had safhadadır. Cömert insanlar yardım etmek için fakir birilerini arar ama bulamazlar.
O başka evrendeki Türkiye’de, demokrasi kültürü bütün kurumlarıyla tam olarak yerleşmiştir. Orada bir insan bir makamı hayatı boyunca en fazla iki dönem (4+4 yıl) işgal edebilir. En fazla iki dönem muhtarlık, belediye meclis üyeliği, belediye başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapabilir. Seçim süreci başından sonuna kadar adil bir şekilde gerçekleşir. Seçimi kazanan kişiler, kendisi gibi düşünmeyen, kendisine oy vermeyen insanların haklarını da korur ve gözetir. Seçilenler seçildikleri makamları insanlara hizmet etme vasıtası olarak görürler. O makamlardan şahsi menfaat elde etmek gibi aşağılık bir düşünceye kapılmazlar. Zaten sistem de buna müsaade etmez.
O başka evrendeki Türkiye’de, en çok önem verilen ve en çok kaynak ayrılan konu eğitimdir. Eğitim sistemi, çocuklara sağlam birer karakter ve kişilik kazandıracak şekilde dizayn edilmiştir. Sistem çocuklara sürü değil birey olmayı öğretmektedir. Okullarda çocuklara haksızlıklar karşısında “hayır” deme cesareti ve ahlakı aşılanır. Bunun yanında çocuklara ezberlemeyi değil, araştırmayı öğretirler. Çocuklar, kendilerine anlatan bir konuyu hemen doğru olarak kabul etmemeyi, anlatılanı araştırıp delillerini ve/veya karşı delillerini tespit edip kendi mantık süzgeçlerinden geçirerek kendileri yorumlamayı öğrenirler.
O başka evrendeki Türkiye’de, hukuk ve yargı sistemi hobi olarak görülmez. İnsanların ahlak ve bilinç düzeyi son derece üst seviyede olduğu için zaten yargı makamlarına fazla iş düşmez. Yargıya intikal eden bir uyuşmazlık olursa, o uyuşmazlık son derece süratli ve adil bir şekilde çözümlenir. Yargı bağımsızdır, yargı teşkilatı idarecilerin ayakları altında paspas gibi çiğnenmez. Hukuk her vatandaşa aynı şekilde uygulanır, kimseye iltimas edilmez.
O başka evrendeki Türkiye’de, insanlar son derece çevrecidir, doğayı tahrip etmez bilakis korurlar. Evler, resmi binalar, sanayi kuruluşları ve diğer tüm yapılar enerji ihtiyaçlarını Güneş’ten temin ederler. Otomobiller, trenler, uçaklar, gemiler kısaca aklınıza gelebilecek bütün ulaşım vasıtaları güneş enerjisiyle çalışırlar. Ağaç ve hayvan sevgisi sözde değildir. Hayvanlara kötü muamele edilmez. Hayvanların hem barınmaları hem de beslenmeleri için özel yerler inşa edilir.
O başka evrendeki Türkiye kendi gezegeninin “süper gücüdür.” Ne iç ne de dış politikada kimseye eyvallah etmez. Dünyanın herhangi bir yerinde insanlar haksızlığa uğrarsa masaya yumruğunu vurur ve haksızlığı, zulmü sona erdirir. Zulmedeni cezalandırır.
O başka evrendeki Türkiye son derece klas ve yaşanılası bir ülkedir. İnsanların hem bu dünyalarını hem de öbür dünyalarını Cennete çevirdikleri bir ülkedir. Kıskanan değil kıskanılan bir ülkedir. Özlenen ve beklenen bir ülkedir.