Dünya kurulduğundan beri, olmuş halkların çoğu aç
Bu yüzden, sabır ve tahammüle, insan ne kadar muhtaç
Bu özellikleri kazanmak için, gerekli ona bir idman
Sağlanır ancak, yapay açlık ve riyazetle, bu iki derman
On beş saat oruç, sahursuz ise yirmi dört saat
Süre içindeki sabır ve tahammüldür, riyazat
Sabırsız ve tahammülsüz oluş, ikileştirir musîbeti
Yani musîbet birken, sabırsızlıkla olur, der akap iki
İşte bu iki musîbetin, vardır tek bir ilacı
Yılda bir tutulan, oruç denen ilaçların tacı
Mide fabrikasında var, çalışan sayısız hademe
Alâkalı cihazlar sıralanmış, kademe kademe
Nefis, senede bir ayın, sadece gündüzünde
Dinlenmeye çekildiği, okunmalı yüzünde
Yoksa, fabrikanın hademelerine ve cihazlara
Kendine has ibadetlerini, unutturur onlara
Kendiyle meşgul eder, tahakküm ve hükmü altında bırakır
Mânâ, nefis ve maddenin buyruğu altında, bunalır kalır
Mideyle irtibatlı insan âzâlarını, şaşırtır nefis
O mânevî fabrikanın dumanlarına bulanıp, bağlar is
Nazar-ı dikkatlerini, daima çeker kendine, nefis
Yüce görevini, geçici olarak unutturur, İblis
Bu yüzden, eskiden beri, çok ehl-i velayet
Kemâle ermek için, ettiler hep riyazet
Az yediler, az içtiler, az eşlendiler, az uyudular
Teni, mezbele olmaktan çıkarma plânına, uydular
Hepten alıştırdılar buna, maddî ve manevî bedeni
Kötü istek ve hastalıkların, kalmadı geliş nedeni
Ramazan orucuyla anlar ki, o fabrika hademeleri
Yalnız o fabrika için olmamalı, değişik eylemleri
2320
Çünkü alınacak süflî, bayağı eğlenceye bedel
Melekî eğlencedeki lezzet, uzatır onlara el
Ramazan-ı Şerif’te nazarlar, artık ulvîleşir
Yemek içmekten kesilmekle insan, uhrevîleşir
Ramazan’da mü’min, dereceye göre nûra dalar
Manevî sürûr, sevinç ve feyizlere olur mahzar
Kalp, rûh, akıl ve sır gibi lâtife ve duygular
O mübarek ayda, nice pek çok mânâ duydular
Ramazan-ı Şerif kavuşturdu insanı, o mübarek ayda
Milyonlarca Mü’min ve Müslim, edindi bin bir feyiz ve fayda
Midenin ağlamasına rağmen için için, canhıraşâne
Melekleştiklerinden ötürü, onlar gülüyor, masumâne
Ne tuhaf; nefis, Rabbini bir türlü istemiyor tanımak!
Sanki Firavun olmuş, Rablik peşinde koşuyor avanak!
Ne kadar çektirilse de azaplar, durmadan nefse
Kalsa da nefis acılar içinde, nefes nefese
O Rablik damarı onda, maalesef daim kalır
Ancak çektirilen açlık, onu ondan, çekip alır
Çünkü aczini, zaafını, fakrını anlar insan, açlıkla
O zaman abd ve kul olduğunu derk edip, algılar açıkça
Nitekim Cenab-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim sen nesin?”
Demiş: “Ben benim, sen sensin!” Azap vermiş, ateş seni yesin!
Yani aldırış etmeden demiş: “Ene ene, ente ente!”
Yani uğramamış nefis hiç, akla komşuluk eden semte!
Hangi çeşit azâbı vermişse de, benlikten geçmez olmuş
Sonra açlıkla, vererek azap, aç bırakıp yine sormuş:
Ben kimim, sen kimsin, bir de bu durumda söyle bana?
Der: “Sen Rabbimsin benim, eğilirim önünde Sana”
“Ben ise âciz bir kulunum, artık Allah der derûnum
Anladım ki, Sana itaat edersem, kalmaz sorunum.”
2321 – 2322