Ötüken Neşriyat’tan Değerli Üç Kitap:

168

 1-Boşnaklar, Türkler ve Bosna’nın Savunulması 2-Havaya Uçan At ve Diğerleri 3-Kanlı Sürgünler / Kafkas Cephesi Hâtıratı

-1-

Askerî Hekim Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol, Boşnaklar, Türkler ve Bosna’nın Savunulması isimli eresinin ön sözüne dikkat çeken bir açıklama ile başlıyor: ‘Bosna-Hersek’ yanlış ve belki de maksatlı olarak uydurulan bir isimlendirmedir. Çünkü bütün ülkenin ve halkının (yâni Bosna’nın ve Hersek’in yapısı aynıdır. Dolayısıyla da Bosna-Hersek biçimindeki adlandırma uydurmadır, kasıtlıdır, kötü niyetlidir. Bu tavır Bosnalıları bölmeye ve zayıflatmaya yöneliktir.

Ön söz, ilmî bir kitaba konu olacak bilgilerle devam ediyor. Bölgede en uzun süre ile yaşayanlar Macarlar ve Türklerdir. Son yıllarda Macarların Türklerle derin bağlantılı olduğuna dâir bulgular göz önünde bulundurulursa. Bölgenin asıl sâhibi Türklerdir. Fatih Sultan Mehmed Han’ın bölgede kurduğu düzen bozulduktan sonra, bölge kan gölü hâline gelmiştir. Buradan hareketle eserin her Türk tarafından okunması millî bir vecibedir. Elbette ve böylece bölgenin hâlihazırdaki sâkinlerine de hakikatleri öğretme mükellefiyetini üstlenmiş bulunuyoruz.  Eski bir Türk atasözüdür: ‘Bilmiyorsan öğren, biliyorsan öğret.’

Eserin muhtevasını oluşturan yazılardan bâzılarının başlıkları: *Balkanlar’ın Yapısı. *Boşnakların Târihi. *Osmanlı Türkleri ile Temas . *Boşnakların Dinî İnancı. *Türklerin Tesirleri. *Sırp Irkçılığı ve Yugoslavya’dan Türkiye’ye Göç. *Genç Müslümanlar. *Yugoslavya Komünistleri. *Yugoslavya’nın Çöküşü. *Bosna’nın Savunulması. *Bosna Federasyonu        . *Emanetin Gereği. *Önemli Bazı Siyasî Târihler.

             Eserin arka kapak yazısı:

              Balkanlar eski çağlardan beri büyük güçlerin hâkimiyet mücâdelesine sahne olmuştur. Günümüzde ise Batı Avrupa’dan ayrışan farklı inançlar, gelenekler ve ekinler (kültür mânâsında kullanılmış olmalı) barındıran bir yer olması iîibârıyla Balkanlar, Yunan-Roma mirasının sâhibi iddiasındaki Avrupalı devletler için bir müttefik olarak kabul edilebilmekten çok uzaktır. Dolayısıyla, Balkan toprakları Avrupalılar için sâdece fethedilip sömürülecek bir bölge olarak görülmüş, bu bölgenin insanına da hep düşman nazarıyla bakılmıştır. Bu sebeple neredeyse her Avrupa devleti Balkanlardaki farklı unsurlardan sâdece bir veya ikisini kendine yakın görüp diğerlerini düşman bellemiştir. Bu farklılaşmış yapısı dolayısıyla Balkan toplumları içinde çok sayıda devletin eli dâima var olmuştur. Özellikle Oğuz Türklerinin Balkanlara yerleşmesinden sonra bu husûmet daha da artmıştır. Boşnakların Müslüman olduğu çağdan îtibâren bir de din temelli bölünme meydana gelmiş, Müslüman Boşnaklar Türklerle berâber hedefe konulmuştur. Gerçi Boşnaklar, Osmanlı Devleti’nin himâyesinde asırlarca yarı bağımsız olarak rahatlık ve huzur içinde yaşamışlardır. Osmanlı Cihan Devleti’nin hâkimiyet döneminde sâdece Müslüman Boşnaklar değil, diğer Ortodoks ve Katolik toplumlar da huzur içinde yaşamışlardır. Ancak bu hakîkat günümüz Avrupası tarafından görmezden gelinmektedir. Toplu saldırıların sonucunda Türk Devleti’nin zayıflayıp Balkan topraklarını kaybetmesiyle ile her şey kötüye doğru değişmiştir. Türk Devleti’nin Balkanlardaki siyâsî hâkimiyeti kaybetmesi ve müdâhale gücünden mahrum kalması sebebiyle Boşnaklar için acı dolu günler de başlamış oldu.

13,5 X 21 santim ölçülerindeki eser 196 sayfadır.

Prof. Dr. MUSTAFA KAHRAMANYOL: 1944 yılında Bosna’nın Yeni Pazar Sancağı iline bağlı olan Yeni Pazar’da doğdu. 1963’te Bursa Erkek Lisesi’nden, 1970’te Hacettepe Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1974-1977 yılları arasında Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde K.B.B. asistanlığı yaptı. 1980-1981 yıllarında The Johns Hopkins Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak ve yine aynı yıllarda ABD Silahlı Kuvvetleri Walter Reed Hastanesi’nde araştırma, 1981-1983 yıllarında Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde K.B.B. uzmanı olarak çalışmıştır. 1983-1984 yıllarında NATO Tıp Merkezi’nde (tabip yarbay 1984-1986 yılları arasında ise Anvers Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. Kahramanyol, 1988 yılında ‘Gülhane Mastoidektomisi’ olarak adlandırdığı kulak cerrahisi metodunu bulup geliştirerek K.B.B. literatürüne girmiştir. Bu yöntem yurt dışında iki kitapta etraflı olarak sunulmuştur. 1993-1996 yıllarında başbakanlık müşâviri olarak hizmet etmiş, bu dönemde Balkan İşleri Koordinasyonundan sorumlu birimin başkanlığını üstlenmiş ve Bosna-Hersek Savaşı’nı bitirmeye yönelik faaliyetlerden sorumlu müşâvirlik yapmıştır. 1996-1997 yıllarında GATA’da profesörlük kadrosunda yer alan Kahramanyol Boşnakça, Fransızca, Hırvatça, İngilizce ve Sırpça bilmektedir.

-2-

Tanınmış fikir adamı ve yazar Peyâmi Safa (1899-1961) 13,5 X 21 santim ölçülerindeki ‘Havaya Uçan At’ isimli 223 sayfalık eserinin girişinde çok mühim açıklamalarda bulunuyor:

MUALLİMLERE VE ÇOCUK VELİLERİNE BİR İZAH

Bu hikâyeler 9-14 yaşındaki çocuklar içindir. Terbiye ilminin kaidelerine göre yazılmıştır.

Çocuk hikâyelerinin en büyük gayesi, çocukta muhayyileyi terbiye etmek, diğer taraftan ona ahlâkî telkinler yapabilmektir. Bu gayeyi temin eden hikâyeler de iki kısma ayrılır: 1-Masallar, 2-Ahlâkî hikâyeler. Bu her iki nevi de biraz gözden geçirelim:

Masallar

Bizde masal, vaktiyle Avrupa’da olduğu gibi, terbiyenin bir vasıtası addedilmedi. Evlerde çocuklara vakit geçirmek için söylenirdi. Şimdi, genç valideler, masal da söylemez oldular. Vaktiyle Avrupalılar da masalın terbiyevî kısmına ehemmiyet vermezlerdi. Fakat rûhiyat ve terbiye ilminin son asırlık tetkikleri gösterdi ki masalların çocuk terbiyesinde hiç ihmal kabul etmeyen bir rolü vardır. Fransa’da Şarl Perol (Charles Perrault) bu masallardan büyük bir cilt meydana getirmiştir. Grim (Grimm) Birâderler, Almanya’da cem ettikleri masallara bütün terbiyecilerin nazar-ı dikkatini celp ettiler. Meşhur müsteşrik Benfey (Theodor Benfey), Sanskrit lisanından en mükemmel masalları tercüme ederek bir cilt eser yaptı. Kezalik çocuk hikâyesi yazmak suretiyle hem edebiyata hem de terbiye ilmine yardım eden Avrupa ediplerinin sayısı pek çoktur.

Masallar hakkında bazı itirazlar serdedilmiş, masalların çocukta hakîkate muhabbet hissini azalttığı ve onları yalana alıştırdığı iddiası ortaya atılmıştır. Masallar gerçi birer yalandır, fakat şiir, tiyatro veya resimden daha büyük bir yalan değildirler. Masallar da bedîi sanatlar gibi, çocuğun doğrudan doğruya muhayyilesine tesir ederler. Muhayyile öyle bir kuvvettir ki akıl ve muhakeme kadar ehemmiyetli sayılır. Çocukta muhayyilenin terbiyesini ihmal etmek, hissiyatını kötürüm bırakmak demektir. Hissiyatını kötürüm bırakmaksa, çocuğun güzele karşı muhabbetini azaltmaktır ki hakîkate muhabbet de güzele muhabbetin bir başka nevidir ve bu iki duygu, birbirlerine çok merbuttur. Bütün kavimlerin masallara ehemmiyet vermeleri sebepsiz değildir. Herodot’tan anladığımıza göre Mısırlıların masala verdikleri ehemmiyet, kezalik Romalıların, eski Yunanlıların, sonradan Rusların, Sırpların, İtalyanların, İrlandalıların ve nihâyet bütün Şark’ın asırlardan beri birçok siyâsî, dinî, edebî inkılaplar arasında masallarla meşgul olmaları, bu neviin insan kalbine doğrudan doğruya tesir yaptığından başka neyi gösterir? Elimizde bu kadar mühim bir müessir varken terbiyede onu ihmal etmeli miyiz?

Çocuklara masalın canlı faydalar temin edeceğine şüphemiz olmamak için, tecrübelerimiz de bize iyi deliller tedarik eyleyebilirler.

             Ahlâkî Hikâyeler

               Masallar şiire benzetilebilirse, ahlâkî hikâyeler de çocuklar için yazılmış birer küçük roman telâkki olunabilir. Bunlarda hayalden ziyâde hakîkatler vardır. Çocuğun yaşı ilerledikçe bu nevi hikâyelere ihtiyacı fazlalaşır. Çünkü doğrudan doğruya hayat ile temâsa girmekte bulunur. Ahlâkî hikâyelerden büluğun ilk devrelerinde istifâde etmek mümkündür. Esâsen 12 yaşına yaklaşmış erkek çocuğun muhayyilesi galeyan halinde bulunduğu için ihtiyatla terbiyeye muhtaçtır. Ahlâkî hikâyelerin bir başka faydası da o yaştaki gençleri roman okumaktan kurtarmasıdır. Hattâ daha küçük yaşta çocuklarımızın bile ellerinden düşmeyen birçok mânâsız ve tehlikeli eserlerle mücâdele etmek için çocuklara mahsus eserler yazdırmak, hükümete âit bir vazife de sayılabilir.

              Belçika, Fransa ve İsviçre maarifleri tarafından programa kabul edilen ‘çocuk masalları ve hikâyeleri’ne ait eserlerin sayısı çoktur.

              Bu kitapta çocuklarımıza terbiye ilmine muvafık tarzda yazılmış hikâyeler vermek istiyoruz. Hikâyelerimiz, bazen birinci kısımdan, yâni masal şeklinde, hayalî; bazen de ikinci kısımdan, ahlâkî hikâye şeklinde, hakîki olacaktır.

             Bu masalların ve hikâyelerin telif edilmiş olmalarına ehemmiyet veriyoruz. Çünkü bilhassa masajları Avrupa eserlerinden lisanımıza nakletmek garip bir şeydir; o Avrupa müellifleri ki zaten bu hususta, ekseriyetle Şark menbalarına müracaat etmektedirler.

              20 adet masal ve hikâyeden oluşan eser, Mehmet Çalışkan tarafından notlandırılarak yayına hazırlanmıştır.

PEYÂMİ SAFÂ: Şâir İsmail Safa’nın oğludur. Ağabeyi İlhâmi Safâ da yazardır.  Bir buçuk yaşındayken babası vefat etti. İlkokul öğrencisi iken sağ kolunda ortaya çıkan kemik veremi yüzünden uzun bir hastalık dönemi geçirdi 14 yaşında iken hastalık ve geçim darlığı sebebiyle tahsil hayatına devam edemedi. ‘Bir Mekteplinin Hâtıratı / Karanlıklar Kralı’ adlı ilk kitabı 13 yaşında iken yayınlandı.  Tiyatro eğitimi almak için Darülbedayi imtihanlarına girdi ve kazandı, ancak devam edemedi. Posta-Telgraf Nezâretinde, ardından Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihad Mektebi’nde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde Fağfur, Servet-i Fünûn ve İctihad mecmuâlarında yazdı. Bir süre Düyun-ı Umûmiye İdâresi’nde çalıştı. Ağabeyi ile birlikte Yirminci Asır Gazetesini çıkardı (1919). Yirminci Asır kapandıktan sonra Tercüman-ı Hakîkat ve Tasvir-i Efkâr (1922), Cumhuriyet’in ilânının ardından Son Telgraf, Son Saat ve Son Posta gazetelerinde çalıştı. Cumhuriyet’in ilânından sonra, Cumhuriyet, Milliyet, Son Posta, Tercümen ve Havadis gazetelerinin başyazarı oldu. Kültür kitaplarının yanında, geçimini sağlamak için müstear isimle Cingöz Recâi gibi hafif romanlar yazdı.  Yayınlanan kitaplarının sayısı 100 civarındadır.

-3-

Kanlı Sürgünler’ isimli 151 sayfalık eser, asıl ve tam adı Münim Mustafa Pekselek olan Münim Mustafa isimli kahraman bir Türk subayı tarafından yazılmış, Ahmet Yurttakal tarafından yayına hazırlanmıştır. 

Münim Mustafa 13 Şubat 1916 günü Haydarpaşa Garı’nda başladığı Kafkas Cephesi’ne yolcuğu sırasında şâhit olduğu hazin manzaraları hatıra defterine not etmiştir. Ordunun iâşe ve mühimmâtını nakleden kağnı arabaları kara saplandığında köylü kadınların kar yığınları içinden arabalarını çıkarmak için nasıl uğraştıklarını, dondurucu soğukta küçük çocuklarıyla beraber canla başa mücâdele eden kahramanları duygu dolu satırlarla kaleme almış; cephede yapılan taarruzları, süngü hücumlarını, kanlı boğuşmaları ve hislerini an be an yazmıştır.

Ömrüne birçok başarı ve kahramanlık sığdıran Münim Mustafa, geride büyük bir isim bıraktı; Çanakkale Gazisi, avukat, hukuk fakültesi hocası, hayırsever ve siyâset adamı…

Münim Mustafa, Sarıkamış’ta, Kanal Harekâtı’nda,  Çanakkale’de düşmanla çarpıştı. Sivil hayata döndüğünde yarım bıraktığı Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı okulda hocalık yaptı, 13 Haziran 1980 târihinde 85 yaşında iken ebedî âleme intikal etti. Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun.

 Münim Mustafa’nın, cephede yazdığı notlardan 2 paragraf:

Araba üzerine oturtulan soğuktan muhâfaza için başları bezlerle sarılan küçük çocukların morarmış yüzlerindeki mini mini gözleriyle kar üzerinde yürüyerek araba hayvanlarını sevk eden annelerine mâsum mâsum bakışları bize pek hazin görünüyordu. Onlar soğuktan bir et yığını hâline gelmiş arabanın üzerinde sessiz sedâsız oturuyor, lâkayt nazarlarla iki tarafa bakıyorlardı. Yün tozluklara sarılmış çizme içindeki ayaklarımız üşür ve donarken nakliye kollarını süren kadın, erkek, çocukların kar üzerinde ve çarık içindeki ayaklarının nasıl donmadığına hayret ediyorduk.

Zavallı Türk köylüsü nakliye vasıtalarıyla yollara dizilmiş kilometrelerce ileride cephede harp eden ordusuna erzak ve cephane yetiştirmek için bütün yoksulluk ve vesaitsizlikle nasıl mücadele ettiğini hayranlıklarla gördüm.

1916 yılının kış aylarıdır. Çanakkale Zaferi kazanılmış, sonrasında Doğu Cephesi’nde Kâzım Karabekir Paşa’nın Gümrü Antlaşması ile neticelenen zafer günleri öncesinde perişanlıklar başlamıştır. Münim Mustafa’nın o günlerde yazdıklarından bir bölüm:

Giresun’un ilçesi Şebinkarahisar’dan ayrılıyoruz. Şehrin çıkış yerinden îtibâren başlayan bahçeler sağ ve solumuzda tatlı tatlı şakırtılar çıkararak akan küçük şelâleler arasından geçerek bize şose diye söylenen bir çamur tarlasına dalmıştık; burada her şey cephane taşıyan kağnılar, erzak yüklü hayvanlar, arabalar mekkâre kolları hepsi çamura saplanmıştı.

Zavallı neferlerimiz kadını, erkeği Anadolu köylüleri yollara çıkmışlar çamura saplanan bu nakil vasıtalarını bataktan çıkarmak için uğraşıyorlardı. Ya o askerlerimizin üstleri başları, tüfeği, palaskası baştanbaşa çamura batıp çıkmış tümen kumandanı da vaziyetin vahametini daha evvelden kestirdiği için istihkâm bölüğünü oradan geçirecek olan alayın emrine bırakmıştı. Derin bir ihmâlin yarattığı asırlardan beri insan eli değmeyen yol denilen bataklığa bir istihkâm bölüğü ne yapabilirdi? Harp zamanında harbe giden asker yol yapabilir mi? İşte böyle bir felâket içinde bin bir müşkülatla mücâdele edip yürüyerek Kafkas Cephesi’ne harbe gidiyorduk. Bir an evvel Bayburt’a yetişip oranın sukâtuna mâni olmak vazifesiyle mükellef idik.

Bir gün evvel hayvanla geçtiğimiz ırmakta ıslanarak üşüttüğüm için birdenbire hastalanmıştım. Otuz dokuz derece hararet içinde kürklü kaputa sarılmış hayvan üstünde yola devam ediyordum. Etrafı görebilecek mecâlim kalmamıştı.

Bâzen düşünüyordum. Acaba burada bir yerde kalsam mı? Bana biraz şifa ve ilaç verebilecek bir şefkat yuvası, bir hastahâne bulabilir miyim? Hiçbir şey bulamayacağımdan selâmetin at üzerinde alayı tâkip etmekte olduğuna kanaat getirerek bâzen soğukta çenelerim birbirine vurmak suretiyle titreyerek bazen otuz dokuz derece hararetin tesiriyle ateşler içinde yanıyormuş gibi kıvranarak kar ve soğukta at üzerinde gidiyorduk. Bu hâli ile bir geceyi bir köy karakolunda, diğer geceleri de Alucra, Kozan, Şiran mevkilerinde geçirerek dördüncü gün Kelkit’e gelmiştik.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr 

Önceki İçerikBir iktidarın kötüye kullanılmasını önlemek için, iktidarın iktidarı sınırlayacağı bir düzenleme gerekir.
Sonraki İçerikİlim ve Metod
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.