Oruç, Farkındalık ve Özeleştiri

51

 

Oruç tuttuğumuzda, öncelikle beslenme alışkanlığımız farklılaşıyor. Kendi hür irademizle yemek yemiyor, su içmiyor, orucu bozan her şeyden uzak duruyoruz. Başta uyku düzenimiz olmak üzere gündelik yaşam tarzımız da büyük ölçüde değişiyor. Aynı şekilde algımız, düşünme biçimimiz de biraz da olsa farklılaşmıyor mu? İşte tam burada, diyoruz ki, gelin hep birlikte düşünme konusundaki alışkanlıklarımızı biraz gözden geçirelim. Birlikte, düşünme tarzımızı, doğru düşünüp düşünmediğimizi, ön yargılarımızı konuşalım. Hoşumuza gitmese de, bu fırsatı değerlendirerek, biraz özeleştiri yapalım.

Öncelikle bir tespitle işe başlayalım. Yüce Allah bizden oruç tutmamızı istiyor. Ancak Allah’ın bizim orucumuza ihtiyacı var mı? Allah, faydasını bizim göreceğimiz bir ibadeti, bize farz kılmış. Oruç tutan bir kimse, Allah’ın bir emrini yerine getirirken, kendisi için oruç tuttuğunu bilmek durumundadır. Oruç tutmaya bizim ihtiyacımız var. Demek istiyoruz ki, oruç tutmakla, ne Allah’ı -haşa- minnet altında bırakmak gibi bir duyguya kapı aralayalım; ne de öfke, sinirlilik vb. olumsuzlukları oruçla irtibatlandırmaya kalkışalım. Hele iftara yakın trafikte isek, orucun bize kazandıracağı en mühim hasletlerden birinin sabır olduğunu aklımızdan hiç çıkartmayalım.

Temel İslami ibadetlerin, insana kendi varlığının farkına varma fırsatı sağladığını, pek çoğumuz fark etmiştir. İşin gerçeği, kendi varlığımızın ne kadar farkında olduğumuzu hiç sorguluyor muyuz? İnsan belleği, sadece verileri değil, yaşadığımız tecrübeleri de kaydeder. Şimdiye kadar, her sabah güneşin doğduğunu gördük. Güneşin doğmayabileceğini hiç düşünmüyoruz. Oysa, Cahit Sıtkı’nın dediği gibi: “Gök yüzünün başka rengi de varmış! / Geç fark ettim taşın sert olduğunu. / Su insanı boğar, ateş yakarmış! / Her doğan günün bir dert olduğunu, / İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”  Hiç kuşkusuz, her yaşın kendine özgü bir anlama biçimi vardır. Ancak, ateşin yakıcı olduğunu bilmek için, izi kalacak şekilde elimizin yanmasını beklemek gerekmez. Günümüz insanı, özellikle de gençler, her şeyi tecrübe ederek öğrenmek istiyor. Her şeyin tecrübe yoluyla öğrenilmesi mümkün olmadığı gibi, tecrübenin en pahalı öğrenme biçimi olduğunu hatırlamakta fayda var. Akıllı insanlar, başkalarının tecrübesinden en iyi şekilde yararlanmasını bilen kimselerdir. Kendimizin dışındakilerle ilgilenirken, kendimizi unutmamalıyız. Kendi varlığımızın farkında olmak, neye niçin inandığımızı, neyi niçin yaptığımızı bilmeyi, hayatın anlamı konusunda kafa yormayı gerektirir.

Kendi varlığımızın farkında isek, kendimizi önemsiyorsak, en azından önemli bulduğumuz konulardaki bilgimizin ne kadar doğru bilgi olduğunu sorgulamamız gerekmez mi? Örneğin din konusundaki bilgimizin kaynaklarını biliyor muyuz? İnancımız Kur’an temelli mi? Hz. Muhammed hakkında, onu örnek alacak kadar doğru bilgi sahibi miyiz? Din, öncelikle bilgi işidir; bildiğimiz kadar İslam’ı yaşayabiliriz. Kur’an, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını bize hatırlatmaktadır.

Oruç tutan bir kimse, sadece orucu bozan şeylerden uzak durmakla kalmaz, düşünce ve duygularını da terbiye etme imkanı bulur. Bu da bize özeleştiri imkanı sağlar. Özeleştiri, özellikle hayatın anlamı ve yapıp ettiklerimiz, ürettiklerimiz, başardıklarımız konusunda yoğunlaşmalıdır. Eğer öncelikler sıralaması yapmamışsak, ömrümüzün önemli bir kısmını boşa harcamış olabiliriz. İnsan, öncelikle varlığını sürdürebilmek için beslenir. Yemeğin hiç kuşkusuz zevk boyutu da vardır. Bu boyut, var olmanın önüne geçerse, obezite başımızın belası olabilir; sırada bekleyen hastalıklar kapımızı çalabilir. Varlığımızın farkında isek, var olmayı, onurla yaşamayı her şeyin önünde tutmamız gerektiğini biliriz.

Hayatın anlamı, insanın yaratıcı yetilerinde gizlidir. Bu yetileri ne kadar etkin kullanabilirsek, o kadar anlamlı bir hayatımız olur. Öyle ise, Kur’an’ın ısrarla vurguladığı “salih amel”i, yani iyi işleri de yeniden düşünmek gerekir. Allah zekatı farz kıldığına göre, Müslümanın asgari hedefi çalışarak, üreterek zekat verecek konuma gelmek olmalıdır. İçinde bulunduğumuz güzel günler, biraz özeleştiri için eşi bulunmaz bir fırsattır.