Orhun Âbidelerinde ve Atatürk’ün Hitabesinde Gençliğe Sesleniş

116

Milletlerin hayatında bazı dönüm noktaları vardır. Bu noktalardan en önemlileri ise var olma mücadeleleri olarak ortaya çıkmaktadır. Milletin yok edilme ile yüz yüze geldiği anlarda yapmış olduğu mücadele ve bunların sonuçları, gelecek nesiller için ibret ve örneklerle doludur. Türk milleti de zaman zaman âdeta yok olma ile karşı karşıya gelmiştir. Çünkü asla hürriyetinden vazgeçmemiş, yok olmayı esarete tercih etmiştir.

Ancak düşmanlarının, bunların işi bitti, öldüler dediği anda ise âdeta toprağı yararak başını kaldırmış, yok olması beklenirken dünyaya medeniyetin mührünü vurmuştur. İşte tarihimizde bu dönüm noktalarından ikisi oldukça dikkate değerdir. Biri 1300, diğeri 75-80 yıl öncesine dayanmaktadır. Her ikisinde de Türk milleti yok edilmek istenmiş, ancak büyük Türk kumandan ve devlet adamları liderliğinde, millet topyekûn seferber olmuş, asla esarete boyun eğmeyerek, yerinden doğrulmasını bilmiştir.

Millet olmanın önemli kriterlerinden biri müşterek bir geçmişe sahip olmaktır. Türk milleti açısından meseleyi değerlendirdiğimizde, Orhun Âbideleri yaklaşık 1300 yıl öncesinden bu günlere sesleniştir. Bu öyle bir sesleniştir ki, Türklük şuur ve vakarı ile dopdolu olup, gelecek nesilleri de bu şuura ve vakara davettir. Muhatabı ise daha çok, gençlerdir. Çünkü devleti ve milleti ihya edecekler onlardır.

Başka bir ifadeyle millet, genç fidanların derinlere kök salması ve semaya boy vermesi ile kaimdir. Bunun için gerekli olan kaynak, tarihin her adımında mevcuttur. Ecdad, bu günlere kadar kaynaklık edebilmek için sözünü taşlara kazımış, kâğıtlara yazmıştır. Genç nesillere seslenmiş, sözümüzü kalbinize ve dimağınıza kazıyın demiştir.

Türk milletinin bu tarihî mücadelelerinde her zaman gençliğin önemli bir yeri olmuştur. Dünyada, gençliğin cemiyetteki yeri zaman ve mekâna bağlı olarak değişiklikler arzetmesine rağmen, Türk toplumunda her zaman önemini muhafaza etmiştir. Çok genel bir ayrımla, geleneksel toplumlarla modern toplumların yaş dilimlerine göre, fertlere yüklemiş oldukları mâna ve fonksiyon farklıdır.

Geleneksel toplumlarda yaşlılar ön plânda iken, modern toplumlarda bunlar âdeta yaşlılar evine hapsedilmiş, daha genç yaş dilimlerinde olanlar kıymet bulmuştur. Bunun sebebi, geleneksel toplumlarda değişim oldukça yavaştır. Bilgi ise tecrübe ve birikime bağlıdır. Bunun temsilcileri ve taşıyıcıları da yaşlı olan insanlardır. Dolayısıyla ön plânda olanlar da onlardır. Gençler tecrübesizlik ve bilgisizlik içerisinde olduklarından itibar dışıdırlar.

Modern toplumlar ise son derece hızla değişmektedirler. Yeniliklerin takip edilmesi oldukça zor hâle gelmiş; bilgi, okullarda aktarılır olmuştur. Böyle bir yapı içerisinde yaşlılar zamanın geresinde kalmakla nitelendirilmiş, ön plâna ise gençler çıkmıştır.

Türk tarihine baktığımızda ise bu nitelendirmenin dışında bir yapılanmanın olduğu görülmektedir. Zira gençler her zaman en önde yer almışlar, bazen devletin kurtarıcılığını bazen de ihyasını üstlenmişlerdir. İşte bunlardan olmaları hasebiyle, incelemeye tabi tuttuğumuzda Bilge Kağan ile kardeşi Kül Tiğin, babaları İltiriş Kağan öldüğünde henüz biri sekiz, diğeri ise yedi yaşlarındadır. Yapmış oldukları zorlu bir mücadelenin sonunda, yönetimi üstlenmişler ve çok genç yaşlarda devleti sadece yönetmekle kalmamışlar, ölecekken diriltmiş ve ihyâ etmişlerdir.

Nitekim, Bilge Kağan henüz onyedi yaşında Tangutlara, onkesizinde Altı ÇubSoğdaklara, yirmisinde Basmıllara, yirmi iki yaşında Çin’e ve daha bir çok yere savaş açmış, bütün bunlarda ve sonrakilerde galip gelmiştir. Kendisi gibi genç olan Kül Tigin de aynı şekilde mücadele etmiştir. Ancak böyle bir yapılanma içerisinde, gençlerin ön plâna çıkmaları ile yaşlı olanlar bir kenara atılmamış, onlar bilgi ve tecrübelerinin timsali olmaları hasebiyle itibara lâyık görülmüş ve istifade edilmiştir. Nitekim yaşlı vezir Tonyukuk, bu çerçevede iki kardeşe önemli yardımlarda bulunmuştur.

Ancak asıl mücadeleyi verenler de gençler olmuştur. Yaşlılar ise yolun çizilmesinde birer rehber olarak rol oynamışlardır. Türk tarihinde bunun en büyük temsilcilerinden birisi Dede Korkut’tur. Son derece önemli bir şahsiyet olan Dede Korkut, sadece zamanına değil, bugüne de ışık tutmakta; ahlâk, vakar, adalet gibi temel kavramların anlaşılmasında ve hayata geçirilmesinde bize bilgelik etmektedir.

Türk tarihinden günümüze doğru geldiğimizde, gençlerin tarihteki fonksiyonlarının her dönemde aynı önemi koruduğu müşahede edilmektedir. Sadece devletin kurtarılmasında değil, ihyâsında da yükü onlar omuzlamışlardır. Nitekim Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u genç yaşında fethetmiştir. Bunun gibi Atatürk, Osmanlı Devleti’ni kurtarmaya başladığında henüz daha gençti.

Ancak bu örneklere rağmen, günümüz modern Türk toplumunda gençliğin geleneksel yapıda üstlenmiş olduğu rol, ya kabul görmemekte ya da yanlış kullanılmaktadır. Yanlış kullanılmaktadır, çünkü artık kurtarıcılıkla yola çıkmanın bir mânası yoktur. Devlet, kurtarılmaya değil, ihyâ edilmeye muhtaçtır. Bunun gibi, bu rolü gençlere yakıştırmayanlar hiç de az değildir. Onların bakış açısından gençler henüz çocuktur.

Ancak unutulmamalıdır ki onların çocuk dediği gençliğin ataları, bu yaşlarda iken sayısız başarılara imza atmışlardır. Yukarıda verdiğimiz tarihî örnekler bunun sadece birkaçıdır. İşte her iki şekilde de beliren bu yanlış idraki ortadan kaldırmanın ya da bu yanlışlığa kapılmamanın mesajlarını gerek Orhun Âbidelerinde, gerekse Atatürk’ün gençliğe hitabesinde bulmak mümkündür.

Yaklaşık 1300 yıl öncesinden bu güne seslenen Bilgi Kağan ve Kül Tigin’in mesajları ile Atatürk’ün hitabesinde şekillenen mesajlar arasında önemli paralellikler vardır. Taşınan endişe ve istenen gelecek birbirinin aynıdır. Her iki yerde de sosyal bütünleşme ve dayanışmanın hayatî önemine işaret edilmekte, var olmanın temel şartı olarak sayılmaktadır.

Bütünleşme ve dayanışmanın merkezine ise milliyetçilik ve Türkçülük şuuru yerleştirilmiştir. Âbidelerde “Türk milleti işitin” denirken, hitabede “Ey Türk gençliği” diye söze başlanmaktadır. Bütünleşmenin sağlandığı en kapsamlı müessese ise devlettir. İhyâ edilmesi gereken ise sistemdir. Bu, hitabede gençliğe birinci vazife olarak verilmiştir. Türk istiklâl ve Cumhuriyetinin muhafaza ve müdafaa edilmesi, var olmanın temel şartıdır. Türk istiklâli devlete, Cumhuriyet de sisteme tekabül etmektedir.

Aynı tema, âbidelerde “İl tutup töre düzenlemek” olarak geçmektedir. İl devlete işaret ederken, töre eski Türklerde yönetim sistemi ve devletin mâna zeminini oluşturmaktadır. Her iki hitabede de devletin müdafaası ve ihyâsı “ebed müddet devlet” anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir. Atatürk “ilelebet” kavramını kullanırken, âbidelerdeki ifade şöyledir: “Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?”. Yani varlığımızın kıyamete kadar devam edeceği vurgulanmaktadır.

Hitabelerde, Türk’ün hürriyet aşkı dile gelmekte, asla esareti kabul edemeyeceği vurgulanarak, geleceğe yönelik mesajlar verilmektedir. Esarete tabi tutmak isteyenlerin çok kuvvetli olabilecekleri, ancak böyle bir durumda dahi acziyete kapılmamak gerektiği vurgulanmaktadır. Âbidelerde dile getirildiği üzere, millet çıplak ve fakir, asker az olduğu hâlde başarı temin edilmiştir.

Nitekim Bilge Kağan bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta donsuz; düşkün, perişan millet üzerine oturdum… Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyamadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tiginile, iki şad ile öle yite kazandım…”.

Benzer ifadeler, Atatürk’ün gençliğe hitabesinde de yer almaktadır. Burada da bütün olumsuzluğa ve yokluğa rağmen mücadele etmek gerektiği vurgulanmaktadır. Öyle ki, imkân çok namüsait bir mahiyette tezahür etse bile asla yılgınlığa yer yoktur. Memleketin bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. İşte Türk gencinin, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesi, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Yine bir medeniyet kurmanın ve geliştirmenin temel kaynağı olarak Türk kültür ve töresinin önemine dikkat çekilmekte, düşünülen olumsuz durumlardan kurtulmanın yolu olarak da Türklük şuurunun ihyası gösterilmektedir. Yabancı hayranlığının yıkıcı tesirine dikkat çekilirken, bunun ancak millî şuur ile yenilebileceği anlatılmaktadır. Bilge Kağan ve Kül Tigin, gençleri, yabancı hayranlığına kapılmamaları istikametinde ikaz etmektedir.

Çin’in yumuşak sözü ve ipeğine aldanmamak gerektiğini söylemektedir. Aksi takdirde millî birlik ve bütünlüğün içerisine nifak tohumları ekecek yabancılara, kapı açılmış olur: “Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk beyleri Türk adını bıraktı”.

Günümüzde Çin, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarından hayli uzak olmakla birlikte, orada yaşayan Türk soydaşlarımız açısından bu söylenenler doğruluğunu sürdürmektedir. Türkiye açısından da Çinli yoktur ama aldatıcı bir Batı dünyası mevcuttur. Bu dünyaya karşı gençlerin bilgili ve uyanık olmaları gerekmektedir. Atatürk’ün de belirttiği gibi “dahilî ve haricî bedhahlar” vardır ve gelecekte de olacaktır.

Hem bütün bu olumsuz durumlara düşmemek için hem de dünyaya damgasını vuracak yeni medeniyetler kurmak için çözüm, Türklük şuuru içerisinde, millî birlik ve bütünlüğümüzden taviz vermeden mücadele etmektir. Bu mücadelede asla yılgınlığa yer yoktur. Bilge Kağan’ın emrettiği gibi “kendimize döndüğümüz” takdirde, defalarca kurmuş olduğumuz medeniyetler serisine, öncekilerden daha da üstün yeni bir medeniyet halkası ilâve edebiliriz. Atatürk’ün de belirttiği gibi “muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”