Musallat Oldu Vatana, Terör!

108

                   Kına yakılarak uğurlanan, şehit tabutları bu

                   Okunacak iftiharla, her birinden gelen mektubu

 

                   Türkiye ağlıyor, fakat şehit babaları hariç

                   Ateş düştüğü yeri yaksa da, onlar yılmıyor hiç

 

                   Başladı, Türkiye’nin dört bir tarafında, nice yürüyüş

                   Birbiriyle yarışa başladı, çare için birçok görüş

 

                   Şehit on bir asker, öldürüverdiler ölümü,

                   Artık aramızdalar, dipdiri daha da ünlü.

 

                   Elas, M. Ali, Mustafa, Mutlu, Hüseyin; hepsi de şehit

                   Oğuz, Ömer, Ramazan, Süleyman, Yusuf, Sabahattin; çok yiğit

 

                   Derken, bir şehit haberi daha geldi Elazığ’dan, behemehal

                   Selçuk Gökdağ’ı alnından öptü öncekiler, ederek istikbal

 

                   Ağlıyor Türkiye, bak gidişat, iyi değil oğul diyerek

                   Memleket üzerinde, kara bulutlar dolaşıyor giderek

 

                   Bu Devlet, Bu Millet, Bu Vatan; atlayacak, böylesi keskin yardan

                   Ölmek var dönmek yok, varlığımız, yine ses verecek bu diyardan

 

                    Bak, bir şehidin cebinden, kanlı Kur’an çıkıyor

                    Öyle ki, tüm emellerini düşmanın yıkıyor

 

                    Vatan için ölmeyi bilenlerin vatanını, kolay mı bölmek?

                    Uğrunda şehit olmaya can atan binler için, var iken ölmek

 

                    Saldırdıkça amansız terör Mehmetçiğe, arka arkaya

                    İniyor göklerden ecdat, dalga dalga, durup da bakmaya

 

                    Bakıyor ki ahfadına, yok onda kendinden kalır yanı

                    O da tanıyor her zamanki kalleş emperyalist düşmanı

 

                    Acı olan şu ki, karşısındaki kanmış öz kardeşleri!

                    Nasıl varıyor eller tetiğe, dul bırakıyor eşleri!

 

                    Kimlere alet olduklarını, durup da düşünseler bir an

                    İçinde boğup öldürecek onları, akıttıkları bu kan

 

                    Neyin, neyimden farklı, behey kana susamış ahmak?

                    Yer gök titremez mi, nedir yaptığın bunca infilak?

 

 

                      Değil mi din bir, bir değil mi konuşulan ortak dil?

                      Aynı vatanda yaşayış, olmuyor mu sana delil?

 

                      Kitap, Mihrap, Minber bir; unuttun mu İlahi Daveti?

                      Aynı Peygamber’in, değil miyiz seçkin kutlu ümmeti?

 

                     İsimler değil mi bir: Ahmet, Mehmet, Hüseyin, Hüsniye?

                     Öyleyse nedir bu farklı görüş ve bu gayrılık niye?

 

                     Yaşamıyor mu millet, Batısıyla, Doğusuyla koyun koyuna?

                     Öyleyse niçin geliniyor, Bozuk Batı’nın kirli oyununa?

 

                     Güldürme sinsi İsrail’i, atarak din kardeşine kurşun!

                      Zoruna gidiyor bu katmerli gaflet; hatta gökteki kuşun!

 

                     İdris-i Bitlisi başını kaldırsa da, mezardan size

                     Yavuz’a verdiği sözden utanıp, bakamaz olur yüze

 

                     Şark’ın, yalçın dağlarından yükselen Mana Eri haykırmıştı:

                     “Türk Milleti’ne kılıç çekilmez.” Diyerek, Şark’ı uyarmıştı.

 

                      Demişti: “Türklerden gelmez, hiçbir zaman size zarar, asla.

                      Kendinizi yoklayın yaptıklarınızla, bir bir kıyasla.”

 

                      Milliyet’in ruhu İslamiyetken, nedir bu kavmiyet tutkusu?

                      Almış başlardan aklı, kalmamış hiç kimsede ne mantık, ne usu.

 

                      Elbette ümitsiz değiliz gelecekten, lakin zaman az!

                      Şurda ne kaldı ki Kıyamet’e, ey aziz toparlan biraz

 

                      Şark’ın, yalçın dağlarından gelmiş olan, yine o Mana Eri:

                      “Derseniz kılıcımız keskin; olacaksınız hüsran askeri!”

 

                     Çünkü: Bu Millet, Bu Vatan, Bu Devlet’e kim kaldırırsa baş

                     Onmaz bu dünyada, ne de onar ukbada; bil be arkadaş!

 

                     “Kılıcımız keskin!” diyenler; bizzarure düşecekler iyi bak!

                     Hem diyor o Mana Eri: “Olacaklar hakkıyla buna müstehak!”

 

                     “Hükümet ve Türkler nasıl olsalar, edemiyoruz rahat!”

                     Diyenlere diyor: “Önce, kendinizden ediniz şikayat!”

 

                     “Her kabahati hükümete ve Türklere atmakla, çok aldanırsınız!

                     Saadet sebebi Demokrasi değeri bilinmezse, yanılırsınız!”

 

                     “Ankara ve Türklerden emin olun ki, nasıl olursa olsunlar;

                     Onlardan fenalık değil, gelir ancak iyilik” bunu duysunlar.

 

 

 

                     Yeter ki, çok iyiler, iyilik zannıyla yapmasın fenalık!

                     Milleti gerçeklere baktırmasın, şaşırtarak alık alık!

 

                     Devleti parça parça etmek için, ağzını açmış yılanlar var!

                     Görünmeyen düşman ekmeğine yağ sürmeyi, görev kılanlar var!

 

                     Kendi kuyumuzu kazarak, olmayalım Bozuk Batı’ya alet!

                     Aman yağdırmayalım üstümüze gökten, lanet üstüne lanet!

 

                     Biz Türkler ve Kürtlerde mevcut, ne de büyük bir şecaat;

                     Birbirimize karşı kullandırıyorlar bunu, heyhat!

 

                     En büyük düşman, yine önümüzde kapkara bir cehalet;

                     Cehalet yaptırıyor, kendi insanına karşı cinayet!

 

                     Bayraktar: “Arap’tan sonra İslamiyet’in kıvamı olan Etrak.”

                     Güya Müslüman teröristlerce, hedef tahtasında trak trak!

 

                      Kürtlerin sosyal hayatı, Türklerin saadetine bağlı iken

                      Başkası değil de, kanmış olarak, onlar oluyor silah çeken

 

                     “Re’sü’l-hikmeti mehafetullah.” Yokluğu da, terör sebebi.

                     “Hikmetin başı Allah korkusudur.”un bilinmiyor edebi!

 

                     “Terörle mücadele yöntemi.” Edilmemişse, doğru dürüst tesbit!

                       Plansız, istikrarsız mücadele ile alınmaz müsbet bir kesit.

 

                       Devlet; plan, program, karar ve sonunda tatbik demek

                       Sonra gelsin, kesin sonuç almak için, yoğun bir emek

 

                       Fakat her şeyden önce, çok hayati, çok mühim hazırlık gerek

                       İstihbarat, yani haber alma; işin özü olsun giderek

 

                       Madem ki, “Muhaberesiz Muharebe olmaz.” hiçbir zaman

                       Lafta kalmaması için, vermeyin, sakın ihmale aman 

 

                       Donandı yine vatan bayraklarla, bütün Türkiye ayakta

                       Toparladı milleti terör, kendisine karşı her sokakta

 

                       Kadın erkek, büyük küçük, bir oldu aynı davada yekpare

                       Uyandı Ordu-Millet ruhu, anlaşıldı ki, birlik tek çare

 

                       Askere gitmeyenleri sardı, yeni kutsal bir heyecan

                       Gitmek için şu an askere, yaşı maşı unuttu her can

 

                       Askere gidip, şehit olmaktan bahsetti gençler

                       Tekrar asker olmak için, havaya kalktı eller

 

 

                        Değil erkeği; kadını bile olmak isterken asker

                        Vatan döndü ordugaha, herkes oldu sanki bir nefer

 

                        İhanetle pusunun, kol gezdiği dağlara, seslenildi adeta

                        Ayağın denk al, aklını da başına denildi, terör belasına

 

                        Kemal Gökdağ: “Gözümün bebeği, en küçük oğlum, şehit oldu.”

                        Der demez, duygulandı herkes; gözler nemlenerek yaşla doldu.

 

                        Ekledi şehit babası: “Yirmi tane daha olsa oğlum;

                        Hepsini de vatan için verir.” Sonra selama dururum.

 

                        Varsın ABD; terör örgütü bağlantılıları korusun!

                        Türkiye, iadesini istemesine rağmen, karşı dursun!

 

                       1984’den beri, 40 bin hayata, oldu mal

                        Demek, bu vatanın kıymetine erişmek; belli ki, muhal!

 

                        Nasıl olmasın ki, şehit sayısınca asker safları, kalmıyor boş

                        Kız kardeşler: “Biz de asker yazılacağız!” diye, oluyorlar bir hoş

 

                       Şehit Süleyman Ballan’ın dayısı Şerafettin Bulgurcu:

                       “Bir Süleyman gider, bin Süleyman gelir.” Bitmez vatan borcu.

 

                       Şehit, son konuşmada, içine doğmuşçasına annesine:

                       “Takdir-i İlahi neyse, o olur. İyi bakın kendinize.”

 

                       Bakın anne ve dayıdaki, çelik gibi sağlam iradeye

                      Ya şehadetteki razılığı neye verelim, hangi şeye?

 

                      Uğurlarken Sakarya, 117’nci şehidini, ölmezliğe

                      Aslen Muşlu Mutlu Saydam, delil oldu, Türk-Kürt bölünmezliğine

 

                       Şehitlikler edildi ziyaret. Oldu Babalar Günü; her yer Çukurca!

                       Şehit babası Hasan Ciddioğlu da: “Vatan Sağ Olsun.” Dedi vakurca.

 

                       2009’da şehit Murat Taş oğlu Can; beş yaşında

                       Yazılı bir kart bıraktı Babalar Günü, mezar taşında.

 

                       “Siyasi çözüm bulunmasını” istiyor hala, kimileri

                       Terör aldı başını gidiyor, çünkü yaktılar gemileri

 

                       “Siyasi çözüm” sihirli, meçhul bir kelime, söylenen

                       Açıkça deyiverseler de bilsek, nedir gevelenen?

 

                      İstenen; devlet içinde, yeni devlet oluşumu sağlamak

                      Türkiye içindeki oluşumu, başka ülkeye bağlamak

 

                      Türkiye parsellenmek; iç-dış odaklara, çekilmek isteniyor peşkeş

                      İstikbalin Büyük Türkiye’sine engel olacak; çıksın diye bir eş

 

                     “Mikro milliyetçi siyasi hareket”ler, aldı başını düzden!

                     En büyük engel gördükleri Türk Ordusu’na saldırı, bu yüzden

 

                     Türkiye’de olan terör sorunu, ne şu ne de bu?

                     “Etno-nasyonalist (ırkçı) ayrılıkçılık” sorunu.

 

                     21 Mart 2005’te, Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları

                     “Birleşik Kürt Konfederalizmi” simgeleyen bayrak ve flamaları

 

                     İşte o anlar yaşandı, etnik ve faşist bir vecd, orada

                     Körükle gidildi yangına, bulduk kendimizi, burada

 

                    Yangının küçüğü olmazken, pek aldırmadık, bunca yangına!

                    Sarmışken ateş bacayı, nedir olaylara karşı, bu gına?

 

                    Aç canavara muhabbet, arttırırken bize karşı iştahını

                    Aman zamanla duracağını sanmak, kaçırtır fırsat anını

 

                    Velhasıl: Terörist; aç canavardan farksız, korkunç bir ucube!

                    Pençesine aldığı kimse, olur artık üye, o kulübe!

 

                    Irak’ta işgalci ABD, Kuzey Irak’tan, habersiz gibi

                    Teröristleri, ne hikmetse, teslim etmiyor işin garibi

 

                    İşgalindeki topraklardan, sızarak Türkiye’de

                    Terör yapılırken, nerde dost ve müttefik ABD? 

 

                    Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin büyük emeli!

                    Acep, Türkiye’de kan akıtmak için mi, kuruldu demeli?

 

                    PKK’nin lider kadrosu, Kuzey Irak’ta bes belli

                    Teslim etmeyen ABD, kimlere veriyor teselli?

 

                    Sınırı, 20 – 25 kilometre güneyden geçirmek, oluyor şart

                    Göstermesi gerekiyor artık Türkiye’nin, Irak’a bir kırmızı kart

 

                    ABD – Mesut Barzani ikilisi, oldukça sarmaş – dolaş

                    Yok Türkiye için, alacağı rahat bir nefes, be arkadaş

 

                    Ağlarken şehit anaları: Boğaz’da: Vur patlasın, çal oynasın!

                    Yakışık almayan bu tip davranışlar; ey millet, gözden kaçmasın

 

                     Kandırmayalım kendimizi, yok ortada, hak mak aramak

                     Tüm emelleri, Türkiye’yi bölüp, yapay bir devlet kurmak

 

                    Zehir sunuluyor altın kupa içinde, hak mak diyerek

                    İşin arkasını görmek için, bilmem ki başka ne gerek?

 

                    Böyle bir ihanet karşısında, olmayalım gafil!

                    Elbette: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” Ey cahil!

 

                    Gözü yaşlı, şehit ana babalar, diyorlar: “Önce Vatan.”

                    Ne muazzam, soylu, asil bir davranış; kalplerde yer tutan.

 

                    Baba Hüseyin Bayram, şehit oğlu münasebetiyle, dedi:

                    “Dört tane daha oğlum var. Vatan sağ olsun.”  Ne büyük kredi.

 

                    Böyle babaları olan milleti, kolay mı tarihten silmek?

                    Millet Halısı bu ruhla dokundu, yüzyıllarca, ilmek ilmek

 

                    Teröristler bilsinler ki, ters düşüyorlar, o kutsal dine! Çünkü:

                    “Mü’min; başka mü’mini  -hata dışında-  öldüremez. Yok mümkünü.”

                    (Nisa: 92)

 

                     Kur’an der ki: “Mü’minlere yardım üzerimize bir hak.” (Rum: 47)

                     Diyorsa Hakk böyle; mü’minlerin galebesi muhakkak.

 

                     Musallat oldu vatana, bölücü terör!

                     Geç kalma sakın, bir an evvel, kozanı ör!

 

                     Ateş bacayı sarmış, hala mı uyku, artık uyan!

                     İş işten geçmeden, kalmasın, tehlikeyi duymayan.

 

 

 

 

 

Önceki İçerikProf. Dr. Özcan YENİÇERİ ile muhafazakârlık, liberallik üzerine konuştuk
Sonraki İçerikYeşil Cennet
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.