Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ ile muhafazakârlık, liberallik üzerine konuştuk

115

GİRİŞ:
Türklerin büyük kısmı İslamiyet’ten önce Şamanizm inancına sahiptiler. Bilinenin aksine, Şamanizm din değildir. İçerisinde inançla ilgili unsurlar bulunuyor olsa bile, Şamanizm, yaşama biçimidir. Türkler İslamiyet’ten önce Gök Tanrı inancına mensup idiler.
Âl-i İmran Sûresi 19. Âyet’te buyruluyor ki ‘Allah katında din İslam’dır. Bu sebeple, Şamanizm’in algılanma biçimi hakkında başka bir söz söylemeye gerek yoktur.
Müslüman olmadan önce Türkler ile Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yüzyılda Halife Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiştir.

Dört Halife’den sonraki Emevi Hanedanlığı döneminde İslamiyet daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekte olan bir dindi. Fetihlere devam edilmekle beraber diğer milletleri Müslümanlaştırmaya yönelik bilinçli bir politika tâkip edilmiyordu. İslam Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Maveraünnehir’e kadar ulaşmıştı.

İslam orduları Maveraünnehir’e ulaştığında Karluk Türkleri doğudan Çin işgali tehdidi altında idiler. Karluklar Çinlilere karşı Abbasilerden yardım talebinde bulundurlar. Abbasi yönetimi Türklerin aradan çıkmasının Çin tehdidini kendi kapılarına getireceğini görerek bu teklifi kabul etti. Türkler ile Müslüman Araplar tarihte ilk defa ittifak oluşturdular. 751 yılında Talas Irmağı kenarında gerçekleşen Talas Meydan Savaşı’nda Arap ve Türk orduları Çinlileri ağır bir mağlubiyete uğrattılar. Talas Meydan Savaşı, Türk-Müslüman ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle 10. yüzyılda hız kazandı. Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlı Devleti’nin hükümdarı olunca, Müslüman olduğunu açıkladı ve halkını da İslamiyet’e dâvet etti. Türkler, tek Tanrı inancına sâhip oldukları için İslamiyet’i kabullenmeleri çok kolay oldu. Karahanlı Devleti’nden sonra İslamiyet Oğuzlar arasında hızla yayıldı. Oğuzlar Selçuklu Devleti’ni kurunca Türkler, İslamiyet’in bayraktarlığını üstlendiler. İslam orduları, Türklerin desteği ile zaferden zafere ulaştı. İslam’ın bayraktarlığı, Osmanlı Devleti döneminde de devam etti. 1914 yılına gelininceye kadar Türklerle İslamiyet arasında hiçbir problem yaşanmadı. Yaşandı ise de, önemli olmadığından kayıtlara intikal etmedi.
1914 yılında Ahmet Nâim Baban-zâde, İslamiyet’in Müslümanlar için yeterli bir mensubiyet olacağını, ayrıca ‘Türkçülük diye bir icat ‘ (?!) çıkartılmamasını yazdı.
Tartışma, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesiyle sona erdi. Cumhuriyet döneminde, Türk milliyetçiliği düşüncesi temellerine oturtulan yönetim, İslamiyet ile devlet arasına bir miktar mesâfe koydu. Özellikle 1940’dan sonra Müslümanlar mağdur edildi. Bu baskıların faturası, Türk milliyetçilerine çıkartıldı. Oysa ki bu dönemde milliyetçiler de mağdur edilmişlerdi. Batıya yönelik Cumhuriyet yönetimi, ister millî anlamda, ister dinî anlamda muhafazakârlık istemiyordu. Bu gelişmeler, ne yazık ki İslamî hassasiyeti olanlarla millî hassasiyeti olanları kaynaştıramadı. Çünkü kaynaşma-kaynaştırma, devlet politikası olarak benimsenmemişti. İslamî hassasiyeti olan milliyetçi yazarların ve fikir adamlarının gayretleri de uzlaşma sağlanmasına yeterli olmadı.
Günümüze gelindiğinde, İslamî hassasiyeti olanlarla millî hassasiyeti olanlar arasında bir problem yok. Fakat arzu edilen omuz omuza, sıkı bir işbirliğinin bulunmadığını da kabul etmek mecburiyetindeyiz. Bu noksanlığın, toplum önderlerinin; İslamiyet’in yaşanılması, milliyetçiliğin de anlaşılması gereken olgular olduğunu anlatmakta yetersiz kalmış olmalarından kaynaklandığı söylenebilir.
İnsanoğlu, tanımadığının düşmanıdır. ‘Milliyetçilik, Türkçülük veya Türk milliyetçiliği’ olarak adlandırılan düşünce sistemi, yanlış algılandığından toplumun bâzı kesimleri tarafından ötekileştiriliyor.
Milliyetçilik kavramının ne olup ne olmadığını, konunun uzmanı Prof. Dr. Özcan Yeniçeri’nin yumuşak ve inandırıcı ifâdeleri ile ele almanın, milletimize çok şeyler kazandıracağı şüphesizdir.
Birliğin sağlayacağı gücün müjdelediği huzur ve güven ortamının özlemi içerisinde iyi okumalar…
Oğuz ÇETİNOĞLU
Oğuz Çetinoğlu: ‘Muhafazakârlık Nedir’ sorusuyla başlayabilir miyiz Hocam?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Muhafazakârlık, içeriğine birden çok anlam yüklenmiş, hemen her düşünüre göre farklı tanımları yapılmış bir kavramdır. Bu farklı anlam ve tanım yüklemleri muhafazakârlığı, karmaşık bir kavram haline getirmiştir. Bu durum hem kavram hem de kafa karışıklığına neden olmuştur. Gerçekte muhafazakârlık diye tek bir anlayış biçiminden söz etmek oldukça zordur. Muhafazakârlık yüzeyde kalan bir yaklaşımla ‘değişime karşıtlık veya statükonun sürekliliğini savunmak’ olarak tanımlandığı gibi ‘tutuculuk’ olarak nitelendirildiği de olmaktadır.

Oğuz Çetinoğlu: Muhafazakârlık kavramı ile bağlantılı deyimler-benzetmeler var. Mesela: ‘Aklın Kısaltılması’, ‘Geleceği İpotek Altına Almak’ ve diğerleri gibi…
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Evet var. ‘Ölmüşlerin Demokrasisi’, ‘Geçmişi İhya Etmek’, gibi yakıştırmalar da söz konusudur.

Aklın Kısaltılması: Modernleşmeyle birlikte muhafazakârlık üzerine tartışmalar hız kazanmıştı. Robert Nisbet( 1), modern muhafazakârlığı, en azından felsefî formunda ‘Endüstri Devrimi (2) ile Fransız Devrimi’nin (3) çocuğudur. Amaçlanmamış, istenmemiş, bütün liderler tarafından nefret edilen fakat yine de devrimlerin çocuğu’ olarak yorumlar. Muhafazakârlık, esasında aydınlanmanın dayandığı Kartezyen (4) rasyonelliğe tepki olarak ortaya çıkmıştır. Theodor W. Adorno (5), pozitivist (6) aklın ‘aklı kısalttığından’ söz eder. Bu sebeple aydınlanmacıların kabullenilmiş bütün inançları, gelenekleri, değerleri, bilgileri, kurumları bütün insanlarda tek ve bir olan en güvenilir aklın süzgecinden geçirmelerine muhafazakârlar karşı çıkarlar. Muhafazakâr düşünürler modernleşme sürecinin evrimle (7) gerçekleşmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Muhafazakârlar; modernizme değil aşırılığa, militan tavra ve gelenekselden köklü kopuşa karşı tavır almışlardır. Bu anlamda muhafazakârlık kendini, toplumu istendiği gibi şekillendirileceğine inanan toplum mühendisliğinin (8) kökten değişmeciliğine bir tepki olarak konumlandırmıştır. Zira kültürler, geçmişi yok sayılabilecek sosyal kadavralar değildir. Aksine kültürler geçmişten gelen, halin şekillendirdiği, geleceğin de üzerine ilaveler yapacağı diri verilerdir. Bütünüyle geçmişten ve gelenekten kopmak, toplumları hem hafızasız bırakır hem de yabancılaştırır. Hafızasızlık kültürlerin başına gelebilecek en ölümcül hastalıktır.

‘Tabula rasa / toplum kurgusu’, medeniyet treninin vagonlarının, yani geleneğin yok sayılması anlamına gelir. Gelenekten kopuş ise toplumun tarihten ders alamaması, tarihten gelen ‘bilgelikten faydalanamaması, hâfızasını yitirmesi’ demektir.

Geleceği İpotek Altına Almak: Bu anlamda geçmişten ne bütünüyle kopmak ne de geçmişi bütünüyle kutsayıp militanlaştırmak doğru bir tutum değildir. Muhafazakâr düşünürlerden Edmund Burke (9), toplumu ‘yaşayanlar, ölüler ve doğacaklar’ arasındaki ortaklık olarak tanımlar. Muhafazakârlar hayatta olan insanı, ölmüş atalarının devamı olarak görür, doğacak torunlarını da yaşayanlara bağlayan bir sürekliliğe ilave eder. Kültürün varlığını da bu süreklilikte görür. Kültürler, toplumlar, habire değişikliklere mâruz kalsalar da en azından bazı öğeleri, değişmeden devam ettiği içindir ki ‘kültür’dürler. ‘Toplum’durlar.

Ulus Baker (10) ise muhafazakârı ‘Geçmişin değerlerini korumayı üstlenen biri değil, aksine şu anda kendisinin sahip olduğu, içinde yaşadığı değerleri gelecek kuşaklara dayatan biri’ olarak tarif eder. Bu bakış açısıyla muhafazakârlık, geleceği ipotek altına almaktır.
Ölmüşlerin Demokrasisi: Gerçekte devrim ile evrim arasındaki tercih muhafazakârlığın içeriğini belirler. İngiliz romancı ve deneme yazarı G. K. Chesterton (11) şöyle yazar: ‘Gelenek, oyları tüm sınıflardan en belirsiz olana vermek demektir.. Bu, ölmüşlerin demokrasisidir. Gelenek, sadece sağda solda dolaşanları kibirli oligarşisine (12) boyun eğmeyi reddeder.’ Bu anlayışta gelenek, geçmişin bilgelik birikimini yansıtır. Geçmişin kurum ve uygulamaları, bu yaklaşıma göre ‘zamanın yaptığı sınavı’ geçmiştir; bundan dolayı yaşayanların ve gelecek kuşakların menfaati için bunlar korunmalıdır.

Muhafazakârların bakış açısına göre, tarihin, zamanın ve mekânın kendisine verdiği kimlikten soyulmuş olarak düşünülen soyut insana aydınlanmanın verdiği önem tamamıyla yanlıştır. Muhafazakârlara göre, kötülük, sömürü, eşitsizlik veya yaşama seviyelerinin dengesizliği ıslah edilecek mantıksızlıklar değil, toplum tabiatının derin ipuçlarıdır.

Geçmişi İhya Etmek: Gerçekte muhafazakârlar ılımlı değişime karşı çıkmazlar. Bu durumda muhafazakârı modernizm karşıtı olmak için suçlamanın mantığı ortadan kalkar. Muhafazakârların değişime belirli ve sınırlı ölçüde de olsa izin vermesi ‘geçmişi ihya etmek’ düşüncesinde oldukları görüşünü de geçersiz kılar. Muhafazakârlığı, modern çağın diğer ideolojileri gibi kapitalizmin yarattığı siyasî, iktisadî ve kültürel dönüşüm ve yıkımlarına bir cevap denemesi olarak görenlerin haklı olduğu yönler vardır. Bu düşünce sahiplerine göre; muhafazakârlık, kapitalizmden vazgeçmeden onu onarma, bir diğer deyişle kapitalizmi kurtarma ve sürekli kılma çabasıdır. Sosyalistler muhafazakârlığı, kapitalizmin ayıplarını saklamaya yarayan bir çeşit incir yaprağı olarak görürler. Onlara göre muhafazakârlık, modernleşme sürecinin çözdüğü siyasî, sosyal ve kültürel yapılara, değerlerin sürekliliği adına gösterilen tepkidir.
Oğuz Çetinoğlu: Muhafazakârlık süreç midir?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Muhafazakârlığın kültüralizm mekanizmasına tabi olduğunu öne süren sosyalistler bu süreci şöyle açıklamaktadır: ‘Kültüralizm, somut tarihî, sosyal ve siyasî meselelerin (yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik) soyut kültürel meselelere (ahlak, din, gelenek) indirgenmesidir. Muhafazakâr yaklaşımda, kültür (din, gelenek, ahlak) somut tarihî kategoriler olmaktan çıkarılıp tarihî zamandan soyutlanır ve halkların tarih üstü özellikleri haline getirilir. Böylece sömürü ve baskı oluşturan hegemonik (13) ilişkilerin asıl sebepleri görünmez kılınır, diğer bir deyişle hedef şaşırtılarak bu ilişkilerin devam etmesi sağlanır.’
Oğuz Çetinoğlu: Bir de ‘Yeni Muhafazakârlık’ kavramından söz ediliyor…
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri:
George W. Bush (14), kendi yönetimini dünyaya ‘sevecen muhafazakârlık’ diye tanıtmıştı. Oysa Bush’un yeni muhafazakârlığı pek de sevecen bir muhafazakârlık değildi. Yeni muhafazakâr eleştiri Vietnam Savaşı’na (15) muhalif olan kesimleri eleştirmekten, onları Amerikan ahlâkî değerlerini yozlaştırmakla itham etmekten güç alıyordu. Bu ideolojinin temel özelliklerini dört noktada özetlemek mümkündür. Bunlardan birincisi ekonomik liberalizm, ikincisi ahlâkî değerlere bağlılık, üçüncüsü dirlik ve düzenlik söylemi, dördüncüsü de ‘öteki’ ile olan ilişkilerde dışlayıcılık.

Yeni muhafazakârlar, klasik muhafazakârlardan farklı olarak faydacılığı esas alarak, yani pazar ekonomisinin tüm müdahale ve sınırlamalarına karşıt bir anlayışı benimsediler. Friedrich von Hayek (16), pazar ekonomisinin iç dinamiklerine müdahale ve bundan kaynaklanan bürokratik mevzuatın şahsî özgürlükler üzerindeki olumsuz etkisini en çarpıcı şekilde dile getiren bilim adamıydı. Yeni muhafazakârlar böylesi bir ekonomik liberalizmi aldılar ve onu toplumda yitirilmeye başlanan ahlâki değerleri yeniden tesis etmeye yönelik bir düşünce ile birleştirdiler. Yeni muhafazakârlar ahlâkçılığı bazen dinî bazen de millî motifler yolu ile yapmaktadırlar.

Samuel P. Huntington (17) gibi modernleşme ekolünün önemli temsilcileri ise olgunun bir başka yönünü dile getirmiştir. Ona göre, demokratikleşme toplumda fazlaca hareketlenmeye yol açabileceği için zaman zaman zararlı olabilirdi. Bunun önünün kesilmesi gerekliydi. Toplumları siyasî anlamda yönetmek aslında o denli de siyasî bir eylem olmamalı, verimlilik adına katılım feda edilebilmeliydi. Bunu yaparken otoriteyi tesis etmek son derece önemliydi ve otorite demokrasi ile ters bir orantı içinde olmak ve dolayısıyla daha seçkinci bir şekilde tanımlanmak zorundaydı. Demokrasi olsa olsa, zaman zaman bu seçkinci otoriteyi sağlamak adına işe yarayabilirdi.

Yeni muhafazakârlık, kapitalizmde ortaya çıkan tıkanmayı aşmanın yolu olarak bir tür eskiye dönüş veya eski olanın ihyasının talep edilmesidir. Klasik muhafazakârlıktan farklı olarak bu talebin sınırlarını kapitalizmin kendisi oluşturmaktadır. Yeni muhafazakârlar, sosyal refah devletini kapitalizmin içine girmiş bir kurt olarak tanımladılar ve bu kurdun bir an önce temizlenmesi gerektiğini savundular.
LÜGATÇE:
(1) Robert Alexander Nisbet: Sosyolog ve tarihçi Robert Alexander Nisbet; 30 Eylül 1913’te Los Angeles’ta doğdu. Washington D.C.’deki evinde 9 Eylül 1996’da, 83 yaşında öldü.
İlköğretim yıllarında okulu ile birlikte ziyâret ettiği Berkeley Üniversitesi’nde okumayı kararlaştırmıştı. 1927’de dört yıl matematik, Latince, çağdaş yabancı diller, İngilizce, tarih, fizik ve kimya gibi çeşitli bilimleri derslerini kapsayan ve çaba gerektiren bir lise programına başladı. 1931 yılında burayı bitirince Berkeley’e kayıt yaptırdı. 1936’da edebiyat fakültesini, 1937’de yüksek lisansı ve 1939’da doktorasını tamamladı. 1939’da Nisbet Berkeley’in ünlü fakültesinin sosyoloji bölümünde 1953 yılında profesör oldu. 1972 yılında emekliye ayrıldıktan sonra 2 yıl süre ile Arizona Üniversitesi’nde sosyoloji ve tarih profesörü olarak görev yaptıktan sonra New York’a döndü ve kendini kitap yazmaya verdi. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi isimli eseri, bu dönemin ürünüdür.

Robert A. Nisbet akademisyenliği ve hayli fazla yayınlarının yanı sıra daha pek çok şeyle hatırlanacaktır. Sınıfta son derece heybetliydi. Görünüm itibariyle haşmetliydi ve hatipleri ve söylev antrenörlerini kıskandırabilecek tınlayan, ayarı mükemmel bir ses tonuna sahipti. Ders verirken, uzakta, bir kürsünün arkasında değil sınıfın tam önünde dururdu. Neredeyse yayımlanabilir paragraflar halinde konuşurdu: herşey kusursuzca söylenmiş ve tam metin olarak kaydedilecek kadar önemli görünürdü.
(2) Endüstri Devrimi: Sanayi Devrimi olarak da anılır. Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurması, bu gelişmelerin de Avrupa’daki sermaye birikimini arttırması olaylarını ifâde eder.
(3) Fransız Devrimi: Fransız İhtilâli olarak da anılır. 1789-1799 yılları arasında Fransa’da yaşanan ayaklanma, mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi’nin ciddî reformlara gitmeye zorlanması olaylarını ifâde eder. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır. Avrupa’da milliyetçilik akımını başlatan en büyük etkendir.
(4) Kartezyen Felsefe: Tek kesin bilginin, matematik ve fizikten çıkarılan ilke ve kavramlardan oluştuğunu varsayan düşünce sistemi.
(5) Theodor W. Adorno: 11 Eylül 1903 yılında Frankfurt’ta doğdu, 6 Ağustos 1969’da İsviçre’de öldü. Alman felsefeci, sosyolog, kompozitör ve müzikolog.
(6) pozitivist: Bütün felsefî etkinliklerin yalnızca deneyle doğrulanabilen gerçek olayların incelenmesinden ibâret olduğunu savunan düşünce sistemi. Kurucusu, 1789-1857 yılları arasında yaşayan August Comte’dur. Din olgusunu insanlığın ilerlemesine engel olarak görür.
(7) evrim: Sosyolojik anlamda; düzen, değişme ve ilerlemeyi içeren ve toplumları daha ziyade düz hatlı bir gelişim çizgisine oturtarak açılamaya çalışan düşünce sistemi. Herbert Spencer’e atfedilmekle birlikte; Saint-Simon, Comte, Durkheim, Marx gibi düşünürler de evrim teorisinin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır.
(8) toplum mühendisliği: Toplumun sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında, dışarıdan müdâhalelerle değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve toplu şekilde ifâde edilen duyguları yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, gibi demokratik olmayan baskıları ihtiva eder. Böyle bir meslek dalı yoktur. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek dallarından oluşan bir ekip tarafından, maddî destek, koruma, iletişim ve başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir.
(9) Edmund Burke: İngiltere Avam Kamarası’nda uzun yıllar milletvekilliği yapmış İrlandalı-İngiliz siyaset adamı, yazar, hatip, siyaset kuramcısı ve filozof. Edmund Burke 12 Ocak 1729’da İngiltere’nin Dublin şehrinde doğdu, 9 Temmuz 1797’de Londra’da öldü.
Burke Protestan bir baba ve Katolik bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Özellikle Fransız İhtilali’ne karşı olmasıyla ve Kuzey Amerika’daki İngiliz sömürgelerinin bağımsızlık hareketine verdiği destekle hatırlanır. Fransız İhtilali karşıtlığı, tarihteki en ünlü muhafazakâr siyasetçilerden biri haline gelmesini sağlamış, Anglo-Amerikan muhafazakârlığının babası olarak anılmasına sebep olmuştur. Burke estetik üzerine felsefi çalışmalar da yaptı ve Annual Register adlı siyasî dergiyi çıkardı.
(10) Ulus Sedat Baker: 14 Temmuz 1960 tarihinde Rusya’nın Leningrad şehrinde doğdu. 12 Temmuz 2007 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Kıbrıslı Türk sosyolog, yazar, çevirmen, öğretim üyesidir. Orta Doğu teknik Üniversitesi’ni bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Özgür Üniversite’de Sinema tarihi, Sosyoloji dersleri verdi. Politik teori, medya, sinema teorisi konularında çalıştı.
(11) Gilbert Keith Chesterton: İngiliz münekkit, şair, deneme, hikâye ve roman yazarıdır. 29 Mayıs 1874’te Londra’da doğdu, 14 Haziran1936’da İngiltere’nin Buckinghamshire şehrinde öldü. Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Düşünce adamı olarak gazetelerde köşe yazıları yazdı.
(12) oligarşi: Siyasî gücün, birkaç kişiden oluşan küçük bir grubun, bir aile üyelerinin veya sosyal bir sınıfın elinde bulunduğu siyasî düzen.
(13) hegemoni: Eski çağda Yunan Devleti’nin bir konfederasyon içindeki üstünlüğü, bir devletin başka bir devlet üzerinde kurduğu siyasî üstünlük ve baskı.
(14) George Walker Bush: 6 Temmuz 1946 tarihinde doğdu. Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. başkanıydı. 20 Ocak 2001 – 20 Ocak 2009 tarihleri arasında bu görevde kalmıştır.
(15) Vietnam Savaşı: İkinci Çinhindi Savaşı olarak da anılır. Doğu Bloğu ülkeleri olan Kuzey Vietnam, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği ile ABD destekçisi olan antikomünist Güney Vietnam ve başta ABD arasında yaşanan savaştır. ABD birlikleri 1963 yılından 1973 yılına kadar savaşa dâhil olmuştur ve 53.200 askerini kaybetmiştir.
(16) Friedrich August von Hayek: 8 Mayıs 1899 tarihinde Viyana’da doğdu, 23 Mart 1992’de öldü. Avusturya ekolüne bağlı ekonomist ve siyaset bilimcidir. Serbest piyasa ekonomisini 20. yüzyıl ortasında yükselen sosyalist dalgaya karşı savunmasıyla tanındı. Hukuk ve epistemolojiye önemli katkılar yaptı. 1974’te Nobel Ekonomi Ödülü’nü Gunnar Myrdal ile paylaştı.
(17) Samuel Phillips Huntington: 18 Nisan 1927’de New York’ta doğdu. 24 Aralık 2008 tarihinde ABD’nin Massachusetts şehrinde öldü. ABD’li siyaset bilimcidir. Ölümünden önce Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisiydi. Aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı’na danışmanlık yapmaktaydı.

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU).  

 

Önceki İçerikTakılar
Sonraki İçerikMusallat Oldu Vatana, Terör!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.