“Murat Adji” Diye Bir Yazar – I

87

Murat Adji, Kafkasya halklarından Kumuklara mensup bir Türk bilim adamı. Moskova‘da yaşayan Adji‘nin uzun yılları kapsayan Türk Dünyası ve Dünya tarihiyle ilgili ilmi araştırmaları Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra peşpeşe okurlarıyla buluşmaya başlamıştır.

Hıristiyanlık, Türkler ve Avrupa Tarihi hakkında farklı ve orijinal kanaatler serdeden Adji, Vatanımız Bozkır, beşiğimiz ise Altay‘ diyerek bilimsel çalışmalarını bütünlemeye gayret eder.

Soyadı olan ADJİ, haça benzeyen bir figürdür. Eşit dört çizginin bir kutsal noktada kesişmesidir. Üstteki dikey çizgi geyik çizgisi, iki yandan gelen yatay çizgiler balık ve insan çizgileri, alttaki dikey çizgi ise yılan çizgisidir. İnsanla dünyanın ahengini simgeler (KIPÇAKLAR, sh.161).

Murat Adji‘nin üslubu klasik akademik üslup değil. Hem sıcak ve samimi hem de öğretici ve düşündürücü. Kimi zaman çocuksu bir keşif coşkusu kimi zaman yorumculuğun derinlik sorgusu söz konusu. Her iki kitap da baştan sona heyecan verici ve felsefi hikmetlerle örülü.

Tarihçilikte yeni bir tarz ve dil geliştiren Adji, eserlerinde tüm insanlara bilhassa da gençlere ve çocuklara toptan hitap eder. Genç kuşaklarla gelecek inşasını kurgular. Öyle ki kitaplarını öğrencilerine, onların anne – babalarına ve halkına ithaf etmiştir.

O “İlmi şecaat âlimin işidir” der. Başka bir âlimi tarif ederkenBazen, seneler boyu toplanan bilgiler ve belgeler, kamuoyunda sabitleşen hatta kemikleşen görüşüne, alışkanlıklarına ve geleneklerine rağmen tüm bunlara karşı meydan okumaya hazır o tek insanı bekler” diyerek aslında kendisini tarif eder. Türk‘ün er meydanındaki yiğitlik duygusunu kelam arenasına aynı keyfiyetle taşır.

Şu sözler ondaki lirik tecessüsü ne güzel anlatır:

Pelinin mest eden rayihasını duymayanlar, kanları oynatan emşanotunu bilmeyenler bu kitabı okumasınlar. Atın yürüyüşündeki güzelliği göremeyen ve bozkır şarkılarına karşı yüreklerinde bir yankı uyandıramayanlar da bu kitabı okumasınlar. Zira onlar müellifi anlayamazlar. Lütfen, geçmişi ve geleceği düşünmeyenler, atalarının ve gelecek nesillerin kaderi ile ilgilenmeyenler de bu kitabı ellerine almasınlar, çünkü bu kitap onlar için değildir.

A – ‘KAYBOLAN MİLLET’ KİTABI HAKKINDA

Kitabın tam adı; KAYBOLAN MİLLET (Deşt-i Kıpçak Medeniyeti). Çeviren ve yayınevi aynı. 2000, Ankara basımı. 302 sayfa ve 7 ana, 12 de ara bölümden müteşekkil.

Önsöz‘de çevirmen Dr. Zeynep Bağlan ÖZER‘in kitap ve yazarı hakkında yine O’nun ifadelerinden oluşan sağlıklı bir tahlil var.

  • Kimliğimi Keşfetme Bölümünde; Yazar’ın soyu, ataları, yerleşik olduğu

coğrafya, hayatlarının akışı ve değişiklikleri ile gözlemlerinin ilmi çalışmaya yada kitaba dönüşümü anlatılır. Kafkas halklarından olan Kumukların yer isimleri, adet ve gelenekleri, mimarisi hatta oyunları eski Türk tarihinin bir devamı olarak sunulur. ‘Ben kimim?‘ sorusuna sıladan gurbete uzanan bir tarihi perspektifle cevap veren Yazar, ata köyü olan Aksay‘ın başına gelenleri, soyadlarının başına gelenlerle bir verir ve Sovyet acılarını dile geitirir.

  • Kitabı Yayına Hazırlayan’dan kısmında; kitabın ortaya çıkış süreci, ilmi

araştırma serüveni, Murat Adji‘nin Gumilev‘le temasları ve Sovyet baskısı sonrası gelişmelerin seyri aktarılır.

  • Müellif’ten kısmında; pelin otundan Bozkır yolculuğuna, şiirden sıla

kokusuna, milletçiklerden millete, medeniyetten barbarlığa dünyanın dönüş öyküsü özle fasıl olarak Yazarca verilir.

  • Moskal Hikayeleri Bölümünde; Ruslar kimdir, Rusya nasıl bir devlettir, Kiev

Rusyası ile Ukrayna farkları, Varegler ile Venediler (Islvlar), Islav – Rus babalar ne istiyor, Kiril ve Metodiy kimdir, Rus vaftizinin perde arkası, efsanelerle bir milletin tarih oluşumu, bugünkü Rus Hıristiyanlığı, Tarihi yeniden yazmak, Moskova yerleşikleri, Sarih bilgi yetersizdir, Polovetsler, Kıpçak Kiev, Kiev vakayinameleri, Ukrayna düşmanlığı gibi konular aktarılır.

 

  • Vakayinamedeki Resimler Bölümünde; Kıpçak kıyafetleri ve savaşçıları, Rus

knezlerinin yaptıkları, Rus tarihinin belirsizliği, Ukrayna ve Deşt-i Kıpçak Kağanlığı, Bozkır halklarının bilinmeyen mensupları (Gotlar, Torklar..), kase – tahta – şapka – yaka gibi kelimelerin etimolojik kökleri ve Rus kültürel işgali birbiriyle bağlantılı olarak aktarılır.

  • Bozkırlıların Dünyası Bölümünde, Rusların hakikati bulma istemi dile getirilir.

Hun – Atilla bağlantısı Deşt-i Kıpçak geleneğiyle anlatılır. Tuna‘dan Baykal‘a kadarki alan Deşt-i Kıpçak olarak nitelenir. Kıpçak tarihinin Romalılar ve Ruslarca gizlenmesi ile gerçeklerin ortaya çıkacağı beklentisi kitabın amaçlarından biri olarak sunulur. Aetyus‘la Atilla‘nın karşılaşması bir önceki kitaptaki gibi verilir. Her 2 Avrupalıdan 1’inin Kıpçak soyundan olabileceğini vurgulayan Yazar, Avrupa‘nın medeniyet yarışına biraz geç girdiğini ve kadim Doğu‘dan beslendiğini beyan eder.

            Brıçka, kuren, izbe, peç, hamam, semaver gibi kavramları tekrarlayan Adji, Priskos‘u ve gözlemlerini de uzun uzadıya anlatır.

  • Deşt-i Kıpçak Bölümünde; Alman milli destanlarında Atilla’nın Etsel Alp

olarak geçişi, Danimarka’lı Thomsen‘in kitabeleri okuyan büyük keşfi aktarılır. Bazı Alman runlarının Göktürk işaretleriyle karşılaştırma tablosu verilir. Babinger‘in 1598‘de Kıpçaklar hakkında yazılan Teregdi Tarihini buluşu ve ilim dünyasına kazandırışı da bahis konusudur. Bilhassa Rus tarihçi Okladnikov‘un ilmi faaliyetleri, ‘kaybolan millet‘ olarak adlandırdığı Altay Türkleri ve Türklerin ortaya koyduğu kültürel değrler işlenir.

  • Tanrı ve Oğlu İsa Bölümünde; Avrupa’nın 380‘den yani Kavimler Göçü‘nden

sonra Hıristiyanlığı kabulü, Tanrı’yı 2’lemesi ve 3’lemesi, Hz. İsa‘nın sesini Batı’nın hükmetmek için duyması, Haç‘ın bile Kıpçaklardan ve Atilla tarafından Avrupa‘ya getirilişi anlatılır. Sünnet ve vaftizin, Tanrılık düşüncesinin putperest Avrupa’ya Türklerle girdiği, Salı günü geleneğiyle birlikte aktarılır. Ve eklenir; ‘Avrupa’yı Atilla ve O’nun soydaşları Hıristiyanlaştırmıştır.Manas – tır sözü, rahip kaftanı, kolokol denilen çan kulesi, altar denilen tapınak mihrabı, edem denilen kutsallık, noel ağacı olarak akçam hep Türk izleridir.

  • Hizip ve Hizipçiler Bölümünde; 1054‘te Doğu ve Batı Kiliselerinin ortaya

çıkışı ve aralarındaki mücadele anlatılır. III.Roma olarak Moskova‘nın devreye girme çabaları ve Rus Kilisesindeki Yunan etkileri açıklanır. Kadim Ortodoks dinine giren Kozaklara yapılan muamele ve kültürel asimilasyon ile bugünkü Ruslaşmış halleri beyan edilir.

  • Deşt-i Kıpçak Bilinmeyen Bir Devlet Mi? Bölümünde; Tiesenhausen‘in ilmi

şecaati arzedilir. Onun ‘Altınordu Tarihine Ait Bilgiler‘ kitabı övgüyle anlatılır. Fransız yazar Karamzin‘in ‘Rusya Devleti’nin Tarihi‘ kitabıyla da mukayesesi yapılır.

Tatar – Moğol ayrımı ayrıntılı ve detaylı bir şekilde incelenir. Cengiz‘in (Timuçin)

Türk/Kıpçak olduğu aktarılır. Rusya’nın sırlarla dolu tarihinin de aralanması gerektiği vurgulanır.

Moskal ile Moskova nüansı, Türk kökenli Rus soyadları aktarımıyla birlikte sunulur.

Bugünkü Rusya‘nın yarısının ‘Rus’ olarak yazılan Bozkır Türkleri olduğunu vurgulayan Yazar, diğer yarının yarısının da İslavlarla hiç ilgisi olmayan Fin – Ugor halkları olduğunu ifade eder.

  • Sonsöz Yerine kısmında ise ‘Biz Polovets Soyundanız‘ kitabına dikkat

çeken Yazar, ilmi çalışmalarını takip eden herkese ‘savbol‘, sağlıkla kal diyerek sözlerin noktalar.

 

 

 

Kaybolan Millet adlı kitap

Kaybolan Millet adlı kitap