Müfit Atuk – Albay ve Kurtboğan

67

Anılar 1975
Önceki gün Haydarpaşa Garı’na gittim.
Hızlı adımlarla tam perondan ayrılacakken, bir çift, siyah, ışıl ışıl, dost gözün bana baktığını fark ettim.  Hemen döndüm ve hemen tanıdım; Albay Müfit Atuk !..

Onu seneler var ki, görmemiştim.. Amasya’da beraberdik. İstasyon Caddesinde, Nimet Teyzelerin Apartmanında, kiracı olarak, benim alt katıma gelmişlerdi.  Eşi Işık Hanım ve üç tane de kızı vardı..  Arada bir kayınvalidesi de onlara gelirdi.

Işık Hanım tam bir eski İstanbul kızıydı, çalışkan, temiz, gayretli, koşturan, her zaman telaşlı, yapacak hep bir şeyleri olan, çarşıya  pazara çıkan, kızlarının okuluna giden, temizlik işlerini zevkle ve telaşla kendisi yapan, Annesini arada bir gezdiren, her zaman koşturan bir İstanbul Hanımefendisi..

Müfit Atuk Albayı çok az görürdük. Amasya Eryatağı’daki Birliğine Sabaha erken saatlerde askeri servisle gider, akşam telaşla döner, çoğu zaman çarşıya uğrar, elinde bazen paketler bazen de bir ekmekle  ve sessiz sessiz evine yürürdü.

Sadece bir iki selamlaşmıştık.   Bir gün eşim; ” Akşam Işık Hanımlara gidelim.. Dedi. İtiraz etmedim.

Akşamları genelde ders çalışırdım. Bu tür gezmelerimizi de Hafta Sonuna filan bırakırdık. Ama bu sessiz sedasız komşumuzu da sevmiştim. Müfit Albay’da bir  askerden çok, nazenin bir İstanbul efendisi hali vardı. Rütbeli elbiseleri olmasa onu asker demezdiniz. 

Evet itiraz etmedim ve gittik. Yani iki kat aşağıya indik.  O akşam bizim hemen altımızda oturan Bankacı Süreyya Beyler de gelmişti.  Onların da üç tane kızları vardı. Üç tane de Müfit Albayların. Ve erkek olarak ta  bir tek oğlumuz Nural!.. 

Hoş geldiniz faslından sonra, Işık hanım hemen onları, yan odaya almıştı.  Dikkat ettim önce onların çayları ve pastaları verildi. En büyükleri 10-12 yaşlarında olan kızlar servis yapıyorlardı.

Bir anda samimi çok hoş bir hava oluşmuştu. Sanki çok eskilerden tanışan ve şimdi bir araya gelmiş samimi dostlar gibiydik.  Seviyeli koyu bir sohbet oldu ve saatler gece yarısını gösterirken ayrılmıştık.

Bu gelip gitmeler sonraları hep devam etti. Anadolu’da misafirlik önemlidir. Hele de anlaşabilen samimi dostlar ve akrabalar arasında..

Biz üç aile de akraba gibi olmuştuk.  Çok güzel günlerimiz geçmişti. Onlar BAĞI-BAHÇEYİ Seviyorlardı.

Biz onları, Bağa-Bahçeye davet ederdik. Onlar da bizi, hafta sonlarında Askeri birliklerinin Gazinolarına, Orduevine filan götürürlerdi.  Çok iyi anlaşıyorduk.

Müfit Atuk Albay, dedim ya; bir Askerden çok, temiz tirendez bir İstanbul Beyefendisi gibiydi.  Bir gün Eryatağına gitmiştik. Galiba bir Cumartesi günüydü.

Müfit Atuk Albay, senelik izne ayrılmıştı. Bizim yerli ismi ACRCURUM olan Amasya Eryatağındaki Askeri Gazinoda yemeklerimizi yedikten sonra bizi, daha doğrusu beni, kendi Makamına götürmek istedi.

Çok memnun olmuştum.

Orada bizi Müfit Albaya vekalet den başka bir Albay karşıladı. Tanışma faslı ve çaylar gelmişti. Fakat dikkat ettim, Müfit Albay biraz huzursuzdu. Ürkek bakışlarla kendi odasını süzüyordu.  Yerine bakan Albay fark etti. İkisi de Albaydı ama O Müfit Albay’dan daha kıdemli imiş.  Şimdi Müfit Albay izin süresince vekalet ediyordu.

  • – Anladım, anladım!.. Dedi. Neden ürkek ürkek baktığını, Masa düzenine bakıyorsun değil mi? Bak!.. Bak!..
  • – Estağfurullah Komutanım !.. dedi Müfit Albay.. Özür dilerim efendim.. ,Diye de devam etti. Bu Albay, bana döndü ve iki elini masanın üzerine koyarak her iki yana şöyle bir kaydırırken masanın üzerindekileri de darmadağın etti ve ekledi.
  • – İşte böyle beyefendi.. Geldim, bu masaya oturdum ve iki dakika sonra sıkıldım yahu.. Kalem şurada, sümen su açıda, yazı takımı şu pozisyonda, not kağıtlar muntazam sıralanmış.. Beni çok sıktı biliyor musunuz?.. Ve işte şöyle bir sıyırdım masayı ve her şey darmadağın. OH BE DÜNYA VARMIŞ !..  
  • – Ve Askere dedim ki; Kaldır oğlum şunları, koy şu rafa da Müfit gelince koyarsın yerlerine!.. Bak ne rahat. Beni sıkar arkadaş. Yok kalem şöyle duracak, yok kağıtlar böyle.. Valla hepsini karıştırdım. Rahat ettim be….

Müfit Albay kızarmıştı. Bir yandan da her zaman ki nezaketi, o çelebi tavrı ile özür diliyor ve haklısınız komutanım diyordu. 

O anda Müfit Albayın çok rahatsız olduğunu görmüştüm. Ama yine de nezaketini bozmadı. Ayrıldıktan sonra;

  • – Doğancığım işte bunlar böyle!.. Diyebildi. O anda gözlerinden hafif bir yaş süzülmüştü.
  • – Boş verin dedim. Gelince siz kendi düzeninizi kurarsınız. Bana şöyle bir baktı, gülümsedi ve ,
  • – Öyle, Doğancığım, Tamam.. Hadi Şimdi Hanımların yanına gidelim..

Müfit Albaylarla bu, hafta sonu gezilerimiz, bir iki yaz hep devam etmişti. Bazen Askeri Birliklerin Tesislerine, bazen bizim bağ ve bahçelerimize gider hafta sonlarını değerlendirirdik.

Onları sevmiştik. Kibar insanlardı.

Bir gün bizim İstanbul’a taşınma mecburiyetimiz gündeme geldi ve ayrıldık.

Kısa bir süre, özellikle biz Amasya’ya geldikçe yine görüşüyorduk. Ama Müfettişliğin verdiği hareketle, hareketli yaşam ile, bu görüşmeler azaldı ve onlar da tayin olunca irtibatımız iyiden iyiye kesilmişti.

İşte bu Müfit Beydi, bu Müfit ATUK Albay, şimdi Haydarpaşa Garında karşıma çıkıveren Değerli Dost.. Albay Müfit ATUK…

Onu biraz değişik görmüştüm.

Sanki yaşlanmıştı. Üzerinde kalın kumaştan gri bir palto vardı. Yakalarını kaldırmış, atkısında da iyice sarılmıştı.

Hüzünlü bir hali vardı. Beni görünce gözleri parladı..   Sarıldık, ayaküstü hızlı bir  sohbete daldık. Kayıp yılları sorguladık, birkaç dakikada…

Nerelerdeydik, neler yaptık, bir çırpıda anlattık. 

Sonra bir yere oturmak geldi aklımıza ve bir kanepeye iliştik.  Bir süre daha sohbete devam ettik.

Emekli olmuştu.. Ve dedi ki;

  • – Doğancığım, işte buraya arada bir geliyorum. Böyle Anadolu’dan gelen trenlere bakıyorum. Bazen bir Dost çıkabilir diye.. Hemen hemen iki senedir.. Çok az dosta rastladım, bir-iki. Kimse çıkmadı, ama bak bu gün seni gördüm.
  • – Evet. Dedim çok da güzel oldu.. Ben de o kadar sevinmiştim ki…

Ne kadar  kaldık bilmiyorum, epey anlattık, eskilerden yenilerden epey konuştuk, dertleştik..

Ama ne yazık ki, işler vardı ve bu sohbet devam edemedi.

Karaköy Vapuru ile karşıya geçerken hep onu düşündüm. Ne diyordu;

“İişte buraya arada bir geliyorum. Böyle Anadolu’dan gelen trenlere bakıyorum. Bazen bir Dost çıkabilir diye.. Hemen hemen iki senedir.. Çok az dosta rastladım, bir-iki.   Kimse çıkmadı, ama bak bu gün seni gördüm.”

Üzerinde bir palto ve soğuktan büzüşmüş, yakalarının içinde kaybolan o dost yüz, günlerce, aylarca hep gözümün önünde idi. Onu bir daha göremedim. Ama hep aradım. Bir gün en küçük kızlarını görmüştüm. Sonra onun da izini kaybettim.

Müfettiş olmanın en büyük handikabı buydu, bence..  Dostlarınızın da izleri kayboluyordu…

Bir an Müfit ATUK albayın ilk ziyaretimizde bize sorduğu soru ve sonra yaşananlar geldi aklıma. 

O ilk gece onlara gittiğimizde,  sohbet biraz koyulaşınca bir ara utana sıkıla bir şey sormuştu.

  • – BURADA AMASYA’DA “KURTBOĞAN” İSMİNDE BİRİSİ VAR MI?  
  • – Evet evet VAR demiştik,hep bir ağızdan.. Ve devam ettik, evet var neden sordunuz.? O BİR EVLİYADIR!.. Burada yakında hemen istasyonda yatar..

Yine çelebi haliyle ve hafifçe sıkılarak dedi ki; 

  • – Ben onu gördüm… Amasya’ya gelmeden önce gördüm!. Hem çook uzaklarda gördüm.
  • – Nasıl yani dedik, Nerede gördünüz KURTBOĞAN’ı ?. O anlatmaya devam etti..
  • – Onu dedi; KORE’de gördüm. KORE’de KUNURİ’de..

Müfit ATUK Albay, Amasya’ya hayatında ilk defa geliyordu. Ve Müfit Albay, yıllar önce KORE savaşlarına katılmış, KORE GAZİMİZ, Meşhur ALBAY Tahsin YAZICI’ nın, mucizeler yaratan TABURUNDA görev almıştı.  KORE-KUNURİ Gazisi idi…

O anlatmaya devam etti . KUNURİ denen yerde nasıl kuşatıldıklarını ve nasıl çaresiz kaldıklarını enine boyuna anlattı. Dikkat kesilmiş onu dinliyorduk.

Müfit Albay, o zaman ÜSTEĞMEN idi.

Ve Albay Tahsin YAZICININ, yanında karargah çadırında onun kurmay takımında idi..

Çareler aramışlardı. Geceler boyu..

Çok fena kıstırıldıklarını görüyor ve çıkış yolları arıyorlardı.  Ama nafile…

Bulundukları ateş çemberinden çıkmaları gerekiyordu.

Düşman kendinden gayet emin.

Bölgeyi çok iyi tanıyor. Giderek çemberi daraltıyor ve iki alternatif bırakıyordu, bizim tabura; ya teslim olacaklardı, ya da kesin olarak savaşacak ve öleceklerdi. Düşman kendilerinden 30-40 kat fazla ve donanımlı idi. Bu kesin bir açmazdı.

Üçüncü günün gecesinde, çadırın önündeki nöbetçi telaşla Üsteğmenine koştu.

  • – KOMUTANIM, KOMUTANIM dedi. Birisi geldi seni istiyor. Hemen Dışarıda. AT Üzerinde..
  • – Müfit ATUK Üsteğmen koşarak dışarı çıktı..

Bir rüya gibiydi, karşısında AT ÜZERİNDE PELERİNLİ, (Anadolu YAMÇİSİ ile) birisi, bir atlı vardı.

Atı sabırsızlanıyor, ön ayakları ile yeri tekmeliyor, hafif kişneme sesleri çıkarıyordu..

O,  dizginleri sıkı tutuyor ve  BENİ TAKİP  EDİN!…  BENİ TAKİP  EDİN!… Diyordu.

Üsteğmen Müfit ATUK sordu,

 

  • – Kimisiniz? Sen Kimsin? Kimsin SEN?
  • – Benim kim olduğum önemli değil. KALKIN !.. KALKIN !.. ve BENİ TAKİP EDİN!..
  • – Komutanım!.. dedi, ATUK Üsteğmen, Esas duruşta, Albay TAHSİN YAZICI’ya,
  • – Komutanım dışarıda birisi var, bir atlı, kocaman bir atlı ve BENİ TAKİP EDİN Diyor.
  • – Kim? Dedi, Komutan KİM? Çabuk gösterin bana !.

Atlı bir daha bir daha geldi ve aynı şeyleri söyledi; atı aynı şekilde tepiniyordu. 

  • – Beni Takip edin !.. Kalkın ve beni takip edin…
  • – Komutanım Emriniz? Dedi Üsteğmen ATUK… Ve
  • – TAKİP !.. Dedi, Albay TAHSİN YAZICI…

O arada Üsteğmen ATUK, sabırsızlanan, kükreyen atın üzerindekine sordu:

  • – Kimsin, Sen Kimsin?
  • – BEN, dedi; KURTBOĞAN’ım!.. AMASYA’dan KURTBOĞAN derler bana!..

Ve sürdü atı karanlıklara doğru..

Bir komut duyuldu peşinden….Bu Albay YAZICININ Sesi idi; 

  • SÜNGÜ TAK!… SÜNGÜ TAK !.. İLERİ, ASLANLARIM İLERİ !…

Türk Taburu ilerliyordu, UÇARCASINA, Önde o atlı; KUTBOĞAN, arkasında tabur koştular bir süre!.. Koştular, koştular..

Sonra bir VADİYE geldiler..

Sabahın ilk ışıklarında hala koşuyorlardı.

Keşif uçaklarını fark ettiler birden.. 

İŞARETLER verildi.

Kurtulmuşlardı.  Kurtulmuşlardı işte !.. . 

Aman Allahım  kurtulmuşlardı.. 

Amerikan uçakları selamladı onları, sonra birlikler göründü… 

Bir BAYRAMDI yaşadıkları, KAÇ GÜNLÜK Aç ve SUSUZ KUNURİ ÇEMBERİNİ Yarmışlardı. 

Ve İşte müttefik güçlerle beraberdiler.

Hemen o anda ATLIYI ARADILAR, son ana kadar onlarla beraber hemen önlerinde koşan, durup bekleyen ve onlara yol gösteren, sonra önlerinde koşan, O BÜYÜK ATLIYI, O PELERİNLİYİ, O YAMÇİLİYİ!..

Aradılar, kurtulduklarını anladıkları an bir daha onu gören olmadı, Zaten, Müfit ATUK Üsteğmen, Bir de nöbetçi ve Büyük Komutandan başka da gören olmamıştı.

Bir isim ve bir gölge kaldı hafızalarda,  KURTBOĞAN !.. Amasyalı KURTBOĞAN ve Artık KUNURİ yoktu..  

O akşam saatin nasıl geçtiğini fark edemedik. Gece gezmeleri genellikle saat 23.oo bilemedin 24.oo de biter.. Biz Müfit Albaylardan ayrılırken saat tam 03.oo idi.

Allahtan ertesi gün Pazar’dı.. Ve Öğle saatlerinde  Müfit ALBAY’ın kapısını çaldım.

  • – Hadi bakalım Albayım dedim. KURTBOĞAN’a gidiyoruz.
  • – Tamam.. Dedi, heyecanla; HEMEN GELİYORUM … Tamam Tamam !..

Çok sevinmişti.. Aşağıda birkaç dakika bekledim. Gözlerinde o meşhur pırıltı ile hemen  indi ve koluma girdi..

  • – Hadi. dedi gidelim!
  • – Uzak mı? Araba filan?
  • – Hayır, hayır dedim. Yakın .. 300 – 400 metre..
  • – Aaa. Çok sevindim Hadi gidelim…

Biraz yürüdük ve İSTASYON’daki Çay Bahçesinin hemen yanında KURTBOĞAN Evliya’nın tam karşısında idik.

Sanıyorum, orada saatler geçti. Dua etti, uzaklara baktı, Kah gözleri ışıldadı, kah gözlerinden yaş süzüldü.    Sonra yandaki ÇAY BAHÇESİNDE oturmuştuk.

Bunlar geldi gözümün önüne ve VAPUR Çoktan Karaköy iskelesine yanaşmıştı. Belki de son yolcu olarak, görevlilerin birazda  ters bakışları arasında terk ettim vapuru..

Zaman zaman  hep hatırlarım….HAYDARPAŞA Garında Paltosunun Yakaları Kalkmış MÜFİT ALBAY ve Orada KUNURİ’ de  Pelerinli – YAMÇILI- Amasyalı KURTBOĞAN.!.. KURTBOĞAN’ı her AMASYA’ya gidişimde mutlaka ziyaret ederim…

Kurtboğan’ı  ve onun hikayesini şöyle anlatırlar..

Bir zamanlar Amasya’ya Kurt Sürüleri inmeye başlamış, özellikle geceleri her yere saldırılarmış..

İşte o dönemde vefat eden bu zat defnedildiğinde ertesi sabah kabre gelenler O GECE KABRİ AÇAN VE MUHTEREM ZATIN CENAZESİNE DE SALDIRAN BİR KURT’UN, BU MÜBAREK ZATIN TEK AVUCU ARASINDA BOĞULMUŞ OLDUĞUNU GÖRÜRLER.

O günden sonra kurtlar AMASYA’ya inmemiş ve hiçbir yere saldırmamışlardır. 

Bu mübarek insanın ismini, yaşamını, yaptıklarını ve hayatı hakkındaki notları ayrıca anlatacağım.

Sağlıkla kalın,  mutlulukla kalın…  Saygılarımla…