Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî Hazretleri

73

 

Galata Mevlevihânesi postnişini (NAİL DEDE) – NAİL KESOVA ile Çağlara Sığmayan Büyük Mürşid Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri Hakkında Söyleşi.            
Oğuz Çetinoğlu: Özellikle Batı Dünyasında, hatta buna bütün dünya ülkelerinde demek daha doğru olacak, Hazreti Mevlânâ’ya çok büyük bir ilgi olduğunu ve bunun giderek arttığı biliniyor.  Bunun sebepleri ve neticeleri üzerinde konuşabilir miyiz? 
Nail Kesova: Efendim, tekrarda fayda vardır.  Biz yine kısaca Hz. Mevlânâ kimdir? Onu belirtelim. Mevlana, önce büyük bir velidir. Oğlu Sultan Veled Efendimiz bir şiirine şöyle başlıyor:
‘Mevlana Celaleddin / Evliya Kutbu bilin.’
Evet! O bir Allah (cc) dostu, Allah’a âşık, O’nun yarattığı her şeye, O’nun gözü ile bakan, peygamber gibi yaşayan bir insân-ı kâmil idi.  En yakın dostu, sohbet arkadaşı Şems-i Tebrizî Hazretleri O’nun için, ‘Tanrıya yemin ederim ki Hazret-i Muhammed’den sonra O’nun gibi söz söyleyen  bir kimse dünyaya gelmemiştir.’ Diyor ve ilâve ediyor, ‘Hz Muhammed’i görmek isteyen  Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’yi görsün.’ 
Dünyanın en büyük filozofları ve şairleri arasında Mevlânâ için; ‘Aşk peygamberi’, ‘Dünyanın en büyük filozofu’, ‘En büyük şairi’, ‘En büyük mistik şairi’,  ‘Peygamber değil ama kitabı var.’ diyenler olmuştur.  
Çetinoğlu: O’nun düşünce ve hayat tarzı günümüzde nasıl algılanıyor?
Kesova: Hazret-i Mevlânâ’nın düşünce ve hayat tarzının cihanşümul olduğunu söylemek gerekir. ‘Ben ölünceye kadar Kur’ân’ın kölesiyim.  O, temiz, pâk Muhammed’in yolunun toprağıyım.’ diyerek inancını, düşünce ve hayat tarzını ortaya koymuş, Allah’ın örnek insan diye vasıflandırdığı ‘Ve inneke lealâ hulukin aziym / Seni yüce bir ahlâk üzere yarattık.’ 
buyurduğu peygamber efendimizin gerçek vârisi olmuştur. İnsanı gerçek insan yapan mânevî değerler olduğu hususunda bütün dünyaya seslenmektedir. Materyalizmin kucağına düşmüş bulunan batı bu açıdan Mevlânâ’ya  çok önem vermeğe başlamıştır. Büyük insanların değerini halk genelde öldükten sonra anlar.  Mevlana ise,  hayatta iken, devlet büyükleri ve ülkedeki her dinin mensubu halklar tarafından büyük saygı ve itibar görmüştür.  Cenaze merasimine ‘O bizim Musa’mızdı, İsa’mızdı…’ Diyerek diğer dinlere mensup insanlar da katılmıştır.  
Bir gün mescitte seccadesi çalınmıştı.  Müridleri bunun farkına varıp hırsızı ararlar ve seccadeyi pazarda satarken yakalarlar.  Mevlânâ’nın huzuruna getirirler.  Hazret-i Pîr hırsıza dikkatle bakar ve talebelerine dönerek; ‘Belki ihtiyacı vardı,  bu seccadeyi ondan satın alalım.’ der. 
Çetinoğlu: 2007 yılından itibaren ‘Mevlevi Müziği ve Semâ’, UNESCO tarafından insanlığın ‘Soyut Kültür Mirası’ olarak ilan edilmiştir. Bu konuda bilgi verir misiniz? 
Kesova: Evet Oğuz Bey,  bu konuda Kültür Bakanlığımız ve hâlen Yönetim Kurulu üyesi bulunduğum Milletlerarası Mevlana Vakfı’mızın çalışmaları içerisinde bendeniz de bulundum.  Evrensel Kültür Mirasları içerisine dâhil edildikten sonra ‘Mevlevi Müziği ve Semâ’  UNESCO tarafından bütün dünyaya tanıtıldı.  Böylece görmekte olan ilgi daha da arttı. Bu artış devam edecektir.
Çetinoğlu: Mevlânâ Hazretleri’nin müzik anlayışından söz eder misiniz?
Kesova: Hz. Mevlana rebab çalardı. Müzik âletleri içerisinde en çok ney’i severdi. Müzik ve müzik âletleri ile ilgili olarak ve müziğin telkin gücünü ifâde eden güzel sözleri vardır:  
Bu sözlerin bâzıları şöyledir: 
*Tambur ‘ten tenen’ demeğe başladı mı, başsız ayaksız gönül uçmağa koyulur. 
*Daha ne kadar def gibi sitem darbeleri yiyeceğim. 
*Ey neyzen! Bu üflediğin sanki şeker kamışı. 
Mevlana müzik cümlelerinin olağanüstü etkinliğini en mükemmel şekliyle tasvir ediyor. 
Şekspir (Shakespeare) diyor ki: ‘Müziğin etkilemediği kalp, ne katı kalptir.’ 
Mevlana, ‘Müzik, semâ vesiledir, maksat hep ‘O’ Diyor ve gerçekte maksadın ‘Allah’ olduğunu ve belki de bizim bunun farkında olmadığımızı söylüyor.
Müzik aslında beynelmilel bir dildir. Sözlü, sözsüz her türlü fikri ifâde edebilecek bir ilim ve güzel sanatların en güzeli. Mevlevi müziği, bizim klasik müziğimizin, Türk Tasavvuf Müziği kısmında, Mevlevî Âyinleri olarak yerini almıştır. Dünden bugüne en büyük bestecilerimiz en sanatlı eserlerini  ‘Mevlevî Âyini’  olarak bestelemişlerdir. Genelde Hz. Mevlânâ’nın şiirlerini seslendirmişlerdir.
Çetinoğlu: Mevlevî Âyinleri’nin özellikleri hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Kesova: Mevlevî Âyinleri, batının senfonileri gibi bizim müziğimizin en büyük formda besteleridir. Ritm ve melodik yapı bakımından çok zengin ve özgündür. Globalleşen dünyamızda birçok ülke bestecilerine ilham verecek ve müzikteki gelişimlerine katkıda bulunacak niteliktedir.
Ayrıca bugün müzik çok büyük bir endüstridir.
Çetinoğlu: Hz. Mevlânâ’nın inanç, düşünce ve hayat tarzı ile Mevlevî müziği arasında nasıl bir bağlantı söz konusudur? 
Kesova: Tabii bu müzik Semâ için bestelenmiştir. Semâzenler bu müzik eşliğinde dönerler.  Bestecilerimiz yüz yıllar boyunca Hz. Mevlânâ’nın, tasavvuf edebiyatımızın şaheseri olan Mesnevî’sinden ve Divan-ı Kebir’inden seçtikleri bugün bütün dünyanın feyz aldığı sözlerine layık melodiler yazmışlardır.  Bugün de başta büyük müzisyen büyük besteci Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça olmak üzere, Çinuçen Tanrıkorur, Mutlu Torun, Necdet Tanlak ve daha nice bestekârımız tarafından Mevlevî Âyini bestelenmiştir ve çalışmalar devam etmektedir. 
Bendenizin de fakirane, âcizâne yazdığım Rast Makamındaki Âyin – Şerifimizi Avrupa’da ve ülkemizde birkaç defa icra ettik. 
Bu alanda batıda da besteler üretilmiştir. Özellikle büyük besteci Johan Sebastian Bach, dinî müzik yazmıştır. Fakat bizim Mevlevî Âyinleri çok farklıdır.  Shakespeare, Goethe gibi çok büyük şairler var fakat onlar, Türk eserlerinin seviyesine ulaşamaz.  Bir Fransız yazarı, ‘Mevlananın şiiri eşliğinde gerçekleştirilen semâ törenini seyrettiğim zaman, Shakespeare, Goethe ve Victor Hügo’nun eksiğini gördüm.’ diyor. (Talat Sait Hamlan / Hilton Mecmuası).
Çetinoğlu: Almanlar semâzenlere ‘Dans eden Dervişler’ diyor.  Bu ifâde için ne diyorsunuz?
Kesova: Çok değerli tarihçi, çok değerli dostum, rahmetli Bektaşî Babası Mesut Komanovalı;  Mevlevî Semâları için ‘Dinî Folklor’ demişti. Bir gün bana bir fotoğraf gösterdi.  Mesut Baba bir yerde konferans veriyor.  Kürsüde mikrofonda konuşuyor. Dinleyiciler arasında en ortada Atatürk O’nu büyük bir dikkatle dinliyor. ‘Mesut Baba bu harikulade bir fotoğraf ‘ Dedim. Bana döndü tebessüm ederek ‘Bunun gibi güzel hatıralarımız var.’ Dedi. 
Gelelim sorunuzun cevabına: Onlar öyle söylüyorlar. Fakat semâ dans değildir. Semâ bir zikir, Allah’ı anmadır, bir nevi ibâdettir.  Semânın bir dans görüntüsü de zâten yoktur. Dervişler ‘Allah! Allah’ diyerek dönerler. Kalben Allah’ı anarlar. Farz olan ibâdetimiz tabii ki namazdır. Elbette semaî namaz yerine ikame edemeyiz.  
Çetinoğlu: ‘Tasavvuf ‘ kavramı, İslamiyet’le ilgili olsa gerek. Batılıların dilindeki ‘mistisizm’ bizdeki tasavvuf kavramını karşılar mı? 
Kesova: ‘Batı’ sözünden kastımızın İslam Dünyası dışındaki âlem olduğunu belirtmek isterim. Batı, tasavvufu, mistisizm diye tercüme ediyor. Fakat bu kelime bizim tasavvufumuzu tam olarak karşılamıyor.  Özellikle  ‘zikir’ yönünden tamamen ayrılır.  Zikir, kaynağını Kur’anı Kerim’den almaktadır. Allah (c.c.) Al-i İmran suresi 119. Âyetinde; ‘Onlar ki ayakta ve otururken ve yanları üzerinde, hep Allah’ı zikrederler…’ Buyuruyor. Semâzenler de dönerek zikrediyor ve kâinatın zikrine iştirak ediyor. 
Çetinoğlu: Niçin dönüyorlar? 
Kesova: Ve lillahil meşriku vel magribu feeynema tuvellu fe semme vechullah, innallahe vâsiun aliym. / Ne tarafa dönerseniz dönünüz, Allahın huzurundasınız.
Ve Ra’s Suresi, 28. Âyet: Kalplere imânın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikirle olur.   
Çetinoğlu: İnsanlarımız Hz. Mevlana’yı okuyorlar ve anlıyorlar mı?
Kesova: Maalesef, okuyanın pek fazla olduğunu sanmıyorum.  Batı belki bizden ilerdedir. Değilse bile bizi geçecek. 
Çetinoğlu: İleri derecede ilgi gösteriyorlar değil mi?
Kesova: Hem de çok ileri derecede…Başta Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa olmak üzere yirmiden fazla ülkeyi dolaştık.   Amerika’nın, Almanya’nın her şehrinde semâ ettik…  Üniversitelerde, Derneklerde bilgi şölenlerine, münazaralara, milletlerarası toplantılara katıldık. Televizyonlarda, radyolarda sohbet ettik. Hz.Mevlanayı ve Semâ’ı anlattık. İtalya’ya en az on beş kere gittik. Ödüller aldık. Amerika’da, İspanya’da peşimize takıldılar. Türkiye’ye geldiler.  Önce Müslüman sonra Mevlevî oldular.  Bu konuda Hollanda başı çekiyor.  Size sayı vermiyorum. Sebebi; Hazret-i Mevlana, ‘Biz sâdece vesileyiz.’ Diyor.  Geçenlerde İtalya’dan telefon geldi: ‘Nail Dede, Fatiha Suresini ezberledim.’ diyordu.  Birlikte ‘Elhamdülillahi Rabbil âlemiyn’ dedik. Bizim yaptığımız; ‘Yessirû ve lâ tuassirû, beşşirû ve lâ tuneffirû. / Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız,  müjdeleyiniz,  nefret ettirmeyiniz.’ Emrine riâyettir. Geçen yıl İtalya’da katıldığımız bir festivalden ülkemize döndükten sonra festival genel sekreterliğinden aldığımız bir yazıda; ‘Sohbetiniz ve toplu haldeki performansınız ve ektiğiniz sevgi tohumları sebebiyle sizlere teşekkür ediyoruz.’ Deniyordu.  Semâ törenimizi gece şehrin tarihî bir meydanında yaptık
Halk meydana üç yoldan gelmişti. Programa başlarken etrafa bir baktım, sokak araları dahi bir yerlere kadar dolu idi.  Semâzenlerimiz, müzisyenlerimiz şâhittir.  Sohbetimizi bir saray salonunda yapmıştık. Şahâne bir salondu ve doluydu.  Dinleyicilerin aşağı yukarı beşte dördü bayandı.
İtalyanca selam verdim, İngilizce devam ediyorum. Konuşmalarımız anında tercüme ediliyor. Bir erkek dinleyici ayağa kalktı, ‘Efendim!  Bu toplantıda bayanların çoğunlukta olmasının bir açıklaması var mı?’ Diye sordu. Bir iki saniye durdum ve sonra,  Hazreti Mevlana, The Rumi, ‘Kadın, belki de yaratan’dır, yaratılmış değil!’ diyor. Belki bu güzel iltifat sebebiyledir.’ diye cevap verdim. Hanımların yüzlerindeki o tebessümleri, neş’eyi görmeliydiniz. 
Çetinoğlu: ‘Yaradan’ sıfatı Cenab-ı Allah’a ait…
Kesova: Hassasiyet göstermekte haklısınız. Şüphesiz Mevlânâ Hazretleri Cenab-ı Allah’a şirk koşmaz. Allah c.c. sevgili annelerimizi o kadar yüceltiyor ki ‘Cennet anaların ayaklarının altındadır.’ Buyuruyor. Burada bir teşbih var.  Cennet aşağılanmıyor, ayaklar altına alınmıyor. Hz. Mevlânâ’nın yukarıdaki sözü de bu mealde bir söz. İtalyan hanımların tebessümü Hz. Mevlânâ’nın onların gönüllerini fethettiğinin ifadesiydi. Onun inancında herşeyi yaratan Tanrının da bir anadan doğmuş olabileceği şüphesi tabiî ki ve kat’iyyen ve elbetteki yok. “İnnallahe alâ küllü şey’in kadiyr”, Allah her şeye kadirdir. Hz. Âdem’i nasıl anasız babasız yaratmış ise, Hz. İsa peygamberi de sadece babasız yarattı.      
Çetinoğlu: Her sene Konya’da yapılan Şeb-i Arûs törenleri muhteşem oluyor. Diğer şehirlerimizde de anma programları yapılıyor. Bunlar, günlük, en fazlası haftalık etkinlikler. Mevlânâ adına  beste yarışmaları, Mevlânâ konulu araştırma kitapları, romanlar, şiirler yazımını teşvik edecek düzenlemeler için tavsiyeleriniz nelerdir?
Nail Kesova: Oğuz Bey, bu söylediklerinizin hepsi yapılıyor. Fakat yeterli değil. Buyurduğunuz konu zaman içerisinde Üniversitelerimize, Konservatuarlarımıza da intikal etti.  Kültür Bakanlığımızın da gösterdiği ilgi ile de eskiye nazaran bir gelişme var. Ciddi bir toplantıda tavsiyelerimizi bazı yanlışlıkları, eksikleri dile getirmiştik.  Bu söyledikleriniz doğrultusunda bir şeyler yapılması lazım denildi. Bir toplantı daha yapacağız inşallah denildi. Bu çok ciddi bir konu. Bu bizim hatta dünyanın en büyük kültür değerlerinden. Aynı zamanda derin bir konu, neyin nasıl nerede yapılacağı iyice tesbit edilemedi.
Çetionoğlu: İstanbul’da, Osmanlı döneminde ve günümüzdeki Mevlevî dergâhlarının sayısı hakkında bilgi lütfeder misiniz? Bunlar nerelerdeydi?
Kesova: Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbulda, Galata Mevlevihanesi, Mevlânâkapı dışında Yenikapı Mevlevihanesi, Beşiktaş Mevlevihanesi, Üsküdar ve Kasımpaşa, Eyüp Bahariye Mevlevihaneleri olmak üzere 6 adet Mevlevihane varmış. Bulgaristan’da 10 tane Mevlevihane varmış. Günümüze sadece bir tanesi intikal etmiş. D da bir restoran olarak kullanılıyor. Plovdiv / Filibe Mevlevihânesi, üç katlı muhteşem bir bina . Tabii restoran olarak kullanıldığı için ayakta  kalabilmiş.  Bu yıl Haziran ayında gittik Bulgar Hükümetinden izin aldık restoranı bir gün için Mevlevihane düzenine soktuk ve semâ ettik. Bulgar halkını diğer dinlere mensup din adamlarını da dâvet ettik. Bir de câmi var imamını dâvet ettik.  Bana; ‘Nasıl giyineyim?’ Dedi.  ‘Dinî kıyafetinizle geliniz.’  Dedim. O da beyaz cübbesi ve sarığı ile teşrif ettiler.   Filibe sokaklarında Hıristiyan papazları dinî kıyafetleri ile geziyordu. Bizim din adamımız neden kendi dininin kıyafetiyle gezmesindi?  
Bu, yurt dışında bir Mevlevihanede yapılan ilk semâ törenidir. 
Cumhuriyet döneminde Galata Mevlevihanesi’nde ilk Semâ Âyinini Kültür Bakanlığımızdan izin alarak 1978 yılında icra etmiştik. ‘İstanbul’da Mevlevihâne var’ dedik 4’ü iyi durumda ama işlevini henüz yapamıyor.  Ümidimiz var, faal hâle getirilecek. Gelibolu da iyi durumda.  Bursa Mevlevihanesi’ni otopark yapıyorlarmış diye duyduk. Osmanlı döneminde muhtemelen her şehrimizde Mevlevihâne vardı. Fakat şimdi yok. Kıbrıs’ta, Kahire’de var. Bu konuda 
bir kuruluş olmalı içeride ve dışarıda Mevlevihânelerin envanteri çıkarılmalı, restore edilmeli veya yeniden inşa edilmeli ve bu dünya kültür mirası oralarda öğretilmeli, yaşatılmalı, yaşanmalı.
Çetinoğlu: Efendim, çok teşekkür ederim. 
Kesova: Pîrimiz Efendimizi ve Dünya Kültür Mirası’mızı insanlarımıza bir defa daha hatırlatma imkânı verdiğiniz için ben de teşekkür ediyorum. 
Efendim, aşk u niyâz ile…
NAİL KESOVA:
1936 İstanbul doğumlu olup, babası Said Efendi Kosova’lıdır.  Yüksek tahsilini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde İşletme üzerine yapmıştır.  İş hayatında; Türk, İngiliz,  Amerikan, ve Türk/Arap şirketlerinde Kredi Müdürlüğü, Muhasebe Müdürlüğü, Malî Genel Müdür Yardımcılığı gibi üst düzey yöneticilik yaptı.  İngilizce, Arapça bilir, Farsça, İtalyanca ve Almanca’ya aşinadır. 
Dindar bir âileye mensuptur.  Annesi Nebîye Hanım tanınmış güzel sesli bir Mevlidhan/Hafız idi. 
Nail Kesova; Tasavvufla ilgilendi. Sesi ile Mevlevi Hafız Sadettin Heper’in dikkatini çekmiş ve 1966 yılında her sene Konya’da yapılmakta olan Mevlevi Sema Törenlerinin Mıtrıp (Müzisyenler) heyetine alınmıştır.  Birkaç sene sonra, semâzenbaşı (sonra Postnişin olan)  Ahmed Bican Kasaboğlu’ndan semâ meşk ederek semâzen olmuştur. Yıllar içerisinde bu kültürde ilerlemiş 1982 yılında Milano’da Mevlevî sema töreninde Semazenbaşı olmuş 1994 yılında da Hazreti Mevlânâ’nın 21. kuşak torunu Dr.h.c.Celalettin B.Çelebi’nin icâzeti ile Postnişin / Dede olmuştur. Bir tanesi Rast Makamında Âyin-i Şerif olmak üzere 50 civarında beste yapmıştır. Rast Âyin-i Şerifi 23 Ekim 2007 yılında Berlin Phiharminic Hall’da icra edilmiş, büyük ilgi görmüştür. Ünlü Neyzen Niyazi Sayın’dan Ebru öğrenmiş. Kültür Bakanlığı Beste ve Ebrû yarışmalarında ödüller almıştır. Galata, Mevlevi Musikisi ve Semâ Topluluğu olarak birçok kereler katıldığı, İtalya’nın Genova şehrinde yapılmakta olan Akdeniz Müzik Festivali’nin 20 yılı sebebiyle İtalya’ya davet edilmiş ve kendisine ‘Premio alla Carriera 2011’ başarı ödülü sunulmuştur. Hindistan, Pakistan, Azerbaycan’da, Avrupa’nın bütün ülkelerinde, İngiltere, Amerika, Kanada’da sema törenlrine katılmış, birçoğunu yönetmiştir. Ünlü Fransız Yönetmen François Dupeyron’un yönettiği yılın en iyi filmi seçilen ve filmde bir sûfi başrolü oynayan, ünlü aktör Ömer Şerif’in de en iyi aktör seçildiği MOMO adlı filmde bir sema töreni yönetmiş ve bu film, kültürümüzün tanıtımında önemli rolü olmuştur.  Mevlevi Müziği ve Semâ’nın UNESCO tarafından ‘Masterpiece of the Oral and Intangible Heritage of Humanity / Insanlığın Dokunulmaz Kültür Mirası’ olarak kabul edildiği faliyetler kapsamında, Kültür Bakanlığı ve Milletlerarası Mevlânâ Vakfı”nın çalışmalarına katılmıştır.
MEVLÂNÂ ELALEDDİN-İ RÛMÎ HAZRETLERİNDEN ÖZDEYİŞLER:
*Muhabbetle acılar, tatlı olur. Sevgiyle bakırlar altın olur.
*Muhabbetle tortular berraklaşır. Sevgiyle dertler, şifa verir
*Muhabbetle ölü canlandırılır. Sevgiyle padişah, köle yapılır
*İnsanda iki büyük nişan vardır: Birincisi bilgi, ikincisi fedakârlıktır. Bazısında bilgi var, fedakârlık yok. Bazısında fedakârlık vardır, bilgi yoktur.  Her ikisine de sâhip olana ne mutlu
*Ey oğul, bağı çöz, hür ol. Ne zamana kadar gümüş ve altına esir olacaksın.
*İnsanların savaşı çocukların kavgasına benzer, hepsi de anlamsız saçmadır.
*Birisi şehadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı, dış görünüşe önem verenler, o adamın mü’min olduğuna hükmederler.  Bu şekilde nice münafıklar şekle ve gösterişe sığınmışlar, böylece de yüzlerce gerçek iman sâhibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
*Söz dinleyene göre söylenir. Terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker.
*Sen gördüğün ayıpları ört ki senin de ayıbını örtsünler.
*Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha üstün bir şey görmedim.
*Söz söylemek için önce dinlemek gerekir.
*Helva kime nasipse o yer, parmakları uzun olan değil.
*İyilik aradı mı insanda kötü şey kalmaz ki…
*Adımımı nereye atacaksam bakar da öyle atarım. İşte bu yüzden yanlıştan da kurtulurum, düşmekten de.
*Gel gel ne olursan ol yine gel
İster kâfir, ister Mecusi,  putperest olsan da yine gel
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir

Yüz kere tevbeni bozmuş olsan da yine gel…
*Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler
*Dostların ziyaretine eli boş gitmek
Değirmene buğdaysız gitmek demektir
*Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok
*Kusursuz dost arayan dostsuz kalır
*Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak
*Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez
*Gönlümüzde lâlelikler, gül bahçeleri vardır. Oraya ihtiyarlık solgunluk yol bulmaz.
*Artık anladım bildim ki biz şu bedenden ibâret değiliz.  Bedenin ötesinde Allah ile beraber yaşıyoruz.
*Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür.

*Dünya tuzaktır, yemi de isteklerdir; İstek tuzaklardan kaçının.

 

 

Önceki İçerikYeni Şeyler Söylemek
Sonraki İçerikMarka Değerlerimizi Tanıyalım
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.