Mal da yalan mülk de yalan

171

Bazen sohbetlerimizde geçmişte çok zengin olup, bugün muhtaç duruma düşmüş insanlardan bahsedilir veya sıhhati, güzelliği/yakışıklılığı ile tanınmış kişilerin düşkün, yüzüne bakılamaz hale gelmeleri konu edilir. Bayramlarda ziyaret ettiğimiz mezarlıklarda yatan bazı kişilerin, yaşadıkları zaman diliminde etraflarında bıraktığı sevgi, korku, nefret, azamet, tiksinti vd duygular hatırlanarak, geçici/ fani hayatından geriye kalan bu izler buruk bir tatla hatırlanır.

Dünyanın ve dünya nimetlerinin gelip geçici olduğuna dair bu türlü sohbetler ve ziyaretler esnasında dillerden şu iki mısra dökülüverir:

“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”

“Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.”

Kültürümüzün şuuraltımıza kazıdığı bu dünya görüşü, bize aşırı hırs ve tamah ile hareket etmememizi tembih eder. Ayrıca başkasının ve kamunun haklarını çiğneme pahasına güç ve zenginlik aramanın yanlışlığını ve manasızlığını anlatır.

“Bu malın sahibi benim” demek yerine eskilerin tercih ettiği kavram, “ben bu malın emanetçisiyim veya bekçisiyim” demek olurdu. Çünkü diyelim ki bir arsadan bahsediyorsanız, bu arsada dünya yaratıldığından bu yana sahip olduğunu zannedenlerin hepsi artık başka bir dünyadalar ve hiçbiri bu arsayı gittiği yere götüremedi. Yeni bekçiler/ emanetçiler sahiplik iddiasını sürdürmekteler.

“Mülk sahibi” kavramı da iki anlamda kullanılmaktadır. Mülk taşınmaz/ gayrimenkul manasına geldiği gibi, “adalet mülkün temelidir” vecizesinde kullanıldığı üzere “devlet” manasını da ifade etmektedir. İngilizce’de de devlet kelimesinin karşılığı olan “state” kelimesinin, “estate” (mülk) den türetilmiş olması da tesadüf olmasa gerek.

Kur’an-ı Kerim’de (Âl-i İmrân sûresi, 26) mülkün hakiki sahibinin (malikül mülk‘ün) yalnızca Allah olduğu çok açık bir şekilde vurgulanır:

“De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil edersin; ‘hayır’ senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye kâdirsin.”

Bu yüzdendir ki yüce yaratıcının güzel isimlerinden (Esmaül Hüsna’dan) biri “malikül mülk” tür.

Bütün bu açıklığa rağmen güç sahibi olanların kendilerini mülkün sahibi sanıp ebediyen güç veya zenginliği ellerinde tutacaklarına inanmalarını ve bu inanca uygun eylemlerde bulunmalarını anlamak kolay değildir. Hele de bu kişiler kendi kimliklerini tanımlarken “Müslüman” kavramını öncelikli olarak kullanan kimselerse.

Başlangıçta “devletin benzinini özel işimde kullanamam” hassasiyetinde olanların, bir süre sonra devletin sırtından geçinenler kervanına katılıp, Karunlaşma gayretine girmeleri anlaşılır şey değildir. 

Biz inanıyorduk ki, “Benim referansım İslam’dır” diyen bir yönetici, emaneten bulunduğu makamın kendisine sağladığı güç ve kudreti, şahsi menfaati için kullanamazdı. Yine halkımız inanıyordu ki, bu yöneticilerin makamda daha fazla oturma uğruna başkalarının en temel hak ve hürriyetlerini kısıtlaması, çocuklarımızın gelecekte hür olarak ve refah içinde yaşamalarının sigortası olan varlıkları yabancılara vermesi, ülkenin birlik ve dirliğinin parçalanmasına sebep olabilecek ayrıştırıcı politikaları uygulaması da mümkün olamazdı.

Bu inancı ve güveni duyan geniş halk kesimlerinin hayal kırıklığına uğratılmasının vebali büyük, sonuçları ağır olur. Milletimize “tuz da koktu” kanaatini vermenin bedeli ve “ne pahasına olursa olsun yaparız” denilenlerin maliyeti tahmin edilenden de yüksek çıkabilir.

Ümmî Sinan‘ın şu mısralarını severim:

Bir pınarın başına/ Bir testiyi koysalar
Kırk yıl anda durası/ Kendi dolası değil

“İslam ahlak ve faziletine” sahip olanlardan beklenen, bu mısraların işaret ettiği gibi, maneviyat pınarından gönül testisini doldurmak için gayret etmek ve bilenlerden yardım almaya çalışmaktır.

Oysaki siz bu mısraları iktidar çeşmesinden akan serveti testinize doldurmak, bu uğurda gerekirse “şahsî menfaatlerinizi, yabancıların siyasi emelleriyle tevhid etmek” ve hatta gayrimüslimlerden akıl ve buyruk almak şeklinde anlarsanız, Ümmi Sinan’ların maneviyatını da, “kutlu yolun yolcularını da” kahredersiniz.

Önceki İçerikAhlâki disiplinlerin ekonomik anlayışa katkıları ve zenginleşme (3)
Sonraki İçerikİletişim Dili Olarak Türkçe’nin Kullanımı – II
Ruhittin sönmez
Ruhittin Sönmez 1956 Bucak/ Burdur doğumludur. 1980’den itibaren Kocaeli’de yaşamaktadır. EĞİTİM: İlkokul, orta okul ve lise eğitimlerini Bucak’ta yaptı. 1973’te İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliğinden ve 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İŞ HAYATI: 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuvar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001’de 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 03.03.2010’den itibaren Serbest Avukat 2018’den itibaren Arabulucu Sosyal Faaliyetler: Yaklaşık 16 yıl Türk Sanat Müziği korolarında korist olarak çalıştı. (İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubu) 250 Mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi ve 7 yıl Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Ocak 2023’ten itibaren aynı programı noktaTV’de devam ettirmektedir. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada 2 gün köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.