Mahlûkatın Göz Bebeği

145

İnsan, fıtraten / yaratılışından; masnuatın / sanatkârane, sanatlı şekilde yaratılanların en câmii /

     Maddî – manevî bütün vasıf ve hususiyetleri kendinde toplayanıdır.

     Yaratılanların en bedii / eşi benzeri olmayan en güzeli olarak yaratılmış;

     Şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının en zîşuur / şuur ve bilinçli meyvesi ve neticesi olmuştur.

     Yani insan; kâinat / evren ağacının şuur / bilinç sahibi bir meyvesi / bir sonucudur.

     Madem insan, şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının meyvesi hükmündedir.

     Öyle ise, şecere-i kainatın / kâinat ağacının eczaları / cüz ve parçaları içinde,

     Hepsinden en câmi / kendisinde her şeyi toplu hâlde bulunduran;

     Kök ve asıldan en uzak bir cüz’ / bir parçadır.

     Madem ki insan, kainat ağacının en câmi / en içerikli, kökünden en uzakta bulunanıdır.

     Üstelik mahlûkatın / yaratılmışların zişuur / şuur sahibi olan bir cüz’üdür.

     Demek ki, insanın şüphesiz ki,  şuuru küllî / herşeyi kapsayıcıdır.

     Demek ki, insanın nazarı umumî / genel bir mahiyet arzetmektedir.

     Demek ki, insan; şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının mecmuunu / hepsini ve tamamını

     Görebilecek;  umumî / genel bir nazar ve bakışa mâliktir. Şuuru küllî / kapsamlı ve kapsayıcıdır.

     Sâni’in / Sanatlı Bir Yaratıcı olan Allah’ın maksatlarını, en iyi bilen ve en iyi bildirendir.

     Öyle ise, Kâinat Sânii’nin / Evren Yaratıcısı’nın en has bir muhatabı / hitap ettiği,

     Seslendiği ve konuştuğu kimse, O olacaktır. Çünkü, hem küllî / kapsamlı bir hüviyet sahibidir.

     Hem de, şuurlu / bilinçli, genel bir nazar ve bakış sıfatlıdır.

     Böyle olduğu içindir ki, hususî / özel bir hitaba / seslenişe mazhar olmuştur.

     İşte ey insanlar! Acaba hiç düşündünüz mü? Aklınızdan hiç mi geçmedi?

     Şu mezkur / zikredilen / adı geçen;

     Ferd-i ferid / hiç benzeri gelmemiş ve gelmeyecek olan Zât;

     Acaba Hz.Muhammed Mustafa’dan başkası olabilir mi? 

     Hem şu makama elyak / en lâyık olarak;

     Hz. Muhammed’den gayri bir ferdi, tarihler gösterebiliyor mu?

     Şimdi ey gözünde hastalık ve kalbinde körlük olmayan adam!

     Şu kâinat içindeki insan âlemine bak!

     Ta ki âyân beyan / apaçık bir şekilde, mütekabil / karşılıklı iki daire ile,

     Birbirine  nazır / birbirine bakan iki levhayı göresin!

     Bak dairelerden birisi, gayet ihtişam ve intizam içinde

     Muhteşem ve muntazam bir Rububiyet / Rablık dairesidir.

     Levhaların birisi de, gayet ittikan / sağlamlık içinde,

     Nihayet mizanlı / ölçülü olan musanna / san’atlı ve murassa / süslü bir san’at levhasıdır.

     Amma dairenin ikincisi ise, gayet istikamet / doğruluk ve inkıyad / boyun eğme içinde

     Münevver / nurlu ve müzehher bir ubudiyet / kulluk dairesidir.

     Levhanın ikincisi de, nihayet vüsat / genişlik içinde bir tefekkür

     Ve istihsan levhası ve gayet cemiyetli bir iman ve teşekkür sahifesidir.     

     Çünkü insan, rububiyetin külliyat-ı şuununa / Rablık işlerinin tamamına bir şahid

     Ve kesret / çokluk dairelerinde Vahdaniyet-i İlahiye’ye / Allah’ın Birliği’ne

     Bir dellal / ilân edici ve mevcudatın tesbihatına bir müşahid ve bir zabittir.

     Ve hakeza / bunun gibi onun emanetle mükerrem / keremli,

     Hilafet gerdanlığıyla müşerref / şerefli kılındığına

     Hadsiz, sayılamıyacak kadar delail / deliller vardır.

     İşte insan, bütün bu kadar ehemmiyetiyle beraber;

   “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?” 75 / 36 âyetinde belirtildiği üzere,

     Bu insan zannediyor mu ki, başı boş bırakılacak ve yarın hesaba çekilmeyecek, kella / asla!      Belki, az çok bütün amellerinden hesap vermek üzere haşir ve ebede gidecektir

Önceki İçerikSiyah Meşale
Sonraki İçerikFikir Damlaları  (12)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.