İnsan, fıtraten / yaratılışından; masnuatın / sanatkârane, sanatlı şekilde yaratılanların en câmii /
Maddî – manevî bütün vasıf ve hususiyetleri kendinde toplayanıdır.
Yaratılanların en bedii / eşi benzeri olmayan en güzeli olarak yaratılmış;
Şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının en zîşuur / şuur ve bilinçli meyvesi ve neticesi olmuştur.
Yani insan; kâinat / evren ağacının şuur / bilinç sahibi bir meyvesi / bir sonucudur.
Madem insan, şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının meyvesi hükmündedir.
Öyle ise, şecere-i kainatın / kâinat ağacının eczaları / cüz ve parçaları içinde,
Hepsinden en câmi / kendisinde her şeyi toplu hâlde bulunduran;
Kök ve asıldan en uzak bir cüz’ / bir parçadır.
Madem ki insan, kainat ağacının en câmi / en içerikli, kökünden en uzakta bulunanıdır.
Üstelik mahlûkatın / yaratılmışların zişuur / şuur sahibi olan bir cüz’üdür.
Demek ki, insanın şüphesiz ki, şuuru küllî / herşeyi kapsayıcıdır.
Demek ki, insanın nazarı umumî / genel bir mahiyet arzetmektedir.
Demek ki, insan; şecere-i hilkatin / yaratılış ağacının mecmuunu / hepsini ve tamamını
Görebilecek; umumî / genel bir nazar ve bakışa mâliktir. Şuuru küllî / kapsamlı ve kapsayıcıdır.
Sâni’in / Sanatlı Bir Yaratıcı olan Allah’ın maksatlarını, en iyi bilen ve en iyi bildirendir.
Öyle ise, Kâinat Sânii’nin / Evren Yaratıcısı’nın en has bir muhatabı / hitap ettiği,
Seslendiği ve konuştuğu kimse, O olacaktır. Çünkü, hem küllî / kapsamlı bir hüviyet sahibidir.
Hem de, şuurlu / bilinçli, genel bir nazar ve bakış sıfatlıdır.
Böyle olduğu içindir ki, hususî / özel bir hitaba / seslenişe mazhar olmuştur.
İşte ey insanlar! Acaba hiç düşündünüz mü? Aklınızdan hiç mi geçmedi?
Şu mezkur / zikredilen / adı geçen;
Ferd-i ferid / hiç benzeri gelmemiş ve gelmeyecek olan Zât;
Acaba Hz.Muhammed Mustafa’dan başkası olabilir mi?
Hem şu makama elyak / en lâyık olarak;
Hz. Muhammed’den gayri bir ferdi, tarihler gösterebiliyor mu?
Şimdi ey gözünde hastalık ve kalbinde körlük olmayan adam!
Şu kâinat içindeki insan âlemine bak!
Ta ki âyân beyan / apaçık bir şekilde, mütekabil / karşılıklı iki daire ile,
Birbirine nazır / birbirine bakan iki levhayı göresin!
Bak dairelerden birisi, gayet ihtişam ve intizam içinde
Muhteşem ve muntazam bir Rububiyet / Rablık dairesidir.
Levhaların birisi de, gayet ittikan / sağlamlık içinde,
Nihayet mizanlı / ölçülü olan musanna / san’atlı ve murassa / süslü bir san’at levhasıdır.
Amma dairenin ikincisi ise, gayet istikamet / doğruluk ve inkıyad / boyun eğme içinde
Münevver / nurlu ve müzehher bir ubudiyet / kulluk dairesidir.
Levhanın ikincisi de, nihayet vüsat / genişlik içinde bir tefekkür
Ve istihsan levhası ve gayet cemiyetli bir iman ve teşekkür sahifesidir.
Çünkü insan, rububiyetin külliyat-ı şuununa / Rablık işlerinin tamamına bir şahid
Ve kesret / çokluk dairelerinde Vahdaniyet-i İlahiye’ye / Allah’ın Birliği’ne
Bir dellal / ilân edici ve mevcudatın tesbihatına bir müşahid ve bir zabittir.
Ve hakeza / bunun gibi onun emanetle mükerrem / keremli,
Hilafet gerdanlığıyla müşerref / şerefli kılındığına
Hadsiz, sayılamıyacak kadar delail / deliller vardır.
İşte insan, bütün bu kadar ehemmiyetiyle beraber;
“İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?” 75 / 36 âyetinde belirtildiği üzere,
Bu insan zannediyor mu ki, başı boş bırakılacak ve yarın hesaba çekilmeyecek, kella / asla! Belki, az çok bütün amellerinden hesap vermek üzere haşir ve ebede gidecektir