Türkiye’de belirli mutabakatların kurulamaması, gerici-ilerici, laik-antilaik rekabetinin bir kısır döngü şeklinde sürdürülmesi ve değişik şekillerde istismar edilmesi istikrarsızlıklar ve kamplaşmalar doğurmuştur. Türk Milletini tepeden gütmek isteyen ve halka rağmen halkçılık yapıp onun değerleriyle bütünleşemeyen anlayış, önemli bir sapmadır. Sivil-asker bürokraside ve bazı aydınlarda bu sapma kendisini fazlasıyla göstermiştir.
Bu anlayışa tepki duyan farklı kesimlerde aka kara, karaya ak deme alışkanlığı yerleşmiştir. Yukarıda belirttiğimiz çevrelerin yanlışları bir tarafa, doğruları dahi kabul edilememiştir. Cumhuriyet ve rejimle özdeşleştirilenlere karşı tepki, milli kimlik, Cumhuriyet ve milli devlete karşı tavır almaya kadar vardırılmıştır. Kendi dar grup ve cemaatleri dışındakiler neredeyse Müslüman kabul edilmemiş; hatta dinsiz görülmüştür. Bu geniş çevrede İslâm bile farklı yorumlanır hale sokulmuş; hangi İslâm sorusu cevap bekler hale gelmiştir.
Radikal laikçiler tarafından dışlandıklarını ve marjinalleştirildiklerini ısrarla ileri sürenler, bugün ellerine güç geçince dün şikâyetçi oldukları her şeyi misliyle uygulamışlardır. Sivilleşme ve demokratikleşme kılıfına bürünmüş, vesayetlerden kurtulma adına sürdürülen şiddet, sindirme ve baskılar, Türkiye’de demokrasiyi tartışılır hale getirmiştir. Ekonomik ve siyasi hayat kuşatılmaktadır.
Bir taraf “Devlet, millet için vardır” derken; diğer taraf “Millet, Devlet için vardır” anlayışını sürdürmüştür. Bu ve benzeri kısır döngüler Türk’e tarih boyu düşman olan, dün Osmanlıyı parçalayan emperyalist güçlere malzeme olmuştur. Dün Osmanlıya kurulan tuzak, bugün Cumhuriyet Türkiye’sinin önüne konmuştur. Türkiye etnikleştirilerek, çözülerek, milli kimlik dışlanarak, etnik taassuba teslim olunarak sözde bütünleştirileceği zannedilmektedir.
Son on senedir Türkiye’de neler tartışılır hale gelmiştir? Bölücü ve ırkçı terör siyasallaştırılmış, partileştirilmiş, etnik sorun haline sokulmaya çalışılmış, bölgesel özerklik talepleri ortaya çıkmıştır. Türk Dünyasını bölen, ufalayan 1917 Devrimi sonrası uygulanan Sovyetlerin milliyetler politikası, 2000’li yıllarda Türkiye üzerinde oynanmaktadır. Türk, etnik gruplardan biri gibi ele alınmaya zorlanmaktadır. Sömürge müfettişi edasıyla Batıdan heyetler gelmekte, Güneydoğu ziyaretleri ihmal edilmemektedir.
Türkiye üzerine oynanan etnik tuzak ve çözme projeleri başarılı olursa; Ortadoğu ve Avrasya ülkeleri daha kolay etki altına alınabilecek ve yönlendirilebilecektir. Türkiye bu bakımdan kilit durumdadır. Yaptığı ve yapacağı yanlışlar, diğer ülkelere örnek gösterilecektir.
Son yıllarda Türkiye üzerinde oynanan oyunların dört temel ayağı dikkat çekmektedir. Bunlar; Yeni Anayasa, Bölge Kalkınma Ajansları, Başkanlık Sistemi ve çokkültürlülük dayatmasıdır. Bunlar birbiriyle bağlantılıdır.
Milli direnci kırabilmek, emperyal amaçları gerçekleştirebilmek uğruna her şey yapılmaktadır. Küreselleştirmenin, Büyük Orta Doğu Projesinin önü açılmış milli devletler üzerindeki olumsuz etkileri muhafazakârlaşma eğilimini arttırmaktadır. Ancak, Türkiye’de sözde muhafazakâr kamuflaj altında ultra liberal politikalar uygulanmaktadır. Muhafazakâr görüntüsü altında inançlar istismar edilerek insanlarımız yanlış yönlendirilmekte, gerçeklerle yabancılaşmış siyasi sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Yeni Anayasa çalışmalarının Türk kimliğine düşmanlık şeklinde sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Uymamasına rağmen emperyalizmin ileride kullanacağı yeni bir Yugoslavya modeli süslenip önümüze konulmaktadır.
Bazı Türkler ise; hâlâ otuz sene önceki 12 Eylül’e takılı kalmış, günümüzdeki 12 Eylül’leri, Devlete ve Türk’e vurulan darbeleri görememektedirler. Akla, mantığa ve sosyal gerçeklere değil de; nefsine, duygularına yenik düşenlerin çok olduğu ülkeler de zamanla yenik düşer.
Dünden ders almasını bilmek fazilettir.