Kar mı Güzel?

72

Kar yağıyor Kocaeli’nde lapa lapa. Sarhoş titreyişle temas ediyor
bahçedeki her bir çiçeğe. Sallanan serviler ve bodur meyve ağaçları
eşlik ediyor yağan karın raksına. Nefis ötesi bir manzara, enfes…
Çiçekler güzel, kar güzel, karlara bürünmüş ağaçlar güzel! Yağan karın
gölgesinde sıcacık odada yenen yemekler güzel, içilen çay güzel.
Doyumsuz bir haz veriyor bu lezzet armonisi. Bütün uzuvların eşliğinde
algılanan ve tadılan bu güzellik, hiç bitmesin istiyor ruhum. Sonsuza
dek bu hazzı yaşamak ne güzel, ne büyük ayrıcalık!

Güzel olan ne? Yağan kar mı, açan çiçek mi, karın nağmelerine eşlik
eden rüzgâr mı? Lezzetli olan ne? Yenen yemek mi, içilen çay mı? Harika
olan ne? Karın ruhuma verdiği dinginlik mi, doğadaki ahenk mi,
bulutların arkasındaki güneşin tebessümü mü?

Hiçbir şeyin kendiliğinden güzel, lezzetli, harika olmadığını
düşünüyorum. Ortada bir güzellik, bir lezzet, bir harikalık varsa bunun
iki tarafı vardır: Bir, güzeli güzel kılan; ikincisi, güzele güzel
diyebilen. Ruh terbiyesinden, gönül zenginliğinden yoksun insanların
dışında kalanların, herkesin güzel, harika, lezzetli dediğinin tersini
diyeceklerini sanmıyorum. Burada bir sorun yok. Yanlışımız, güzeli,
lezzeti, harikalığı eşyanın kendisinde görmek, kendisinden bilmek.
Hangi eşyadır ki, güzel ya da çirkin bütün nitelikleri kendi iradesiyle
kendisinde toplayabilsin? Bu nitelikleri, eşyanın kendisinden bilmek,
eşyayı yaratıcı, üretici, yüksek irade sahibi görmektir. Bu, hem
eşyanın kendisine hem de bu nitelikleri bahşedene haksızlıktır,
zulümdür.

Eşiniz ya da bir sevdiğiniz önünüze yemek getirdiği zaman size
“Güzel olmuş mu?” diye sorar. Bilinmek ister, beğenilmek ister, övülmek
ister. Bu onun hakkıdır. Çocuklarımı yemeğe davet ederken: “Anneniz
yine çok güzel yemekler yapmış, gelin hep beraber yiyelim.” derim.
Çamaşırlarımı değiştirip temizlerini giydiğimde  “Çamaşırlar tertemiz.”
demek
yerine eşime “Ellerine sağlık, çok güzel yıkamışsın.”
demeyi tercih ederim. İki tarafta da memnuniyet ve iştiyak oluşturur bu
bakış açısına bağlı bu cümleler. Bu cümleleri işitmek emek sahibinin
hakkıdır, söylemek de değerbilir kişilerin görevidir.

Eskiler: “Her fiilin, bir faili vardır.” derlermiş. Ortada bir güzel
varsa bir de güzeli yapan var. Güzel olan eserse, onun müessirini
bilmek gerek. Güzel bir tabloyu seyrettiğimizde bunu kimin yaptığını,
güzel bir musiki parçası dinlediğimizde bunu kimin bestelediğini, güzel
bir şiir okuduğumuzda bunu kimin yazdığını merak eder, soruşturup
öğreniriz. “Bunların her biri kendiliğinden olmuştur.” demeyiz. Bu,
genlere işlenen bir emrin gereğidir. Ancak bir eser olan doğanın
niteliklerini vurgularken, bu niteliklerin müessirini ifadede cimri
davranıyoruz. Bu da bizi Yaratan’a karşı mesafeli kılıyor. Eser
sahibini görmezden gelmekle, kendimizi kör, sağır, cahil yapıyoruz.
Fıtratımızı zorluyor, doğayla barışık olmaktan çıkıyoruz. Hâlbuki insan
da doğa da bir yaratıktır. Buluştuğumuz ortak nokta, Yaratan’dır.
Yaratan’da buluşmak, eşya dünyasında barışık yaşamaktır.

Dil, inancımızın, düşüncelerimizin aracıdır. Cümlelerimizi, aktarmak
istediğimiz düşünceye göre formatlarız. Olaylara, eşyaya, olgulara
bakışımız değişirse bunları dillendirmek de değişecektir. “Çiçek
güzeldir.” yerine, “Çiçek güzel yaratılmıştır.” denecektir.

Güzelliği, lezzeti, harikalığı algılamak ayrıcalık; bunları yaratanı idrak etmek, irfandır.