Kapitalizmin Dayattığı Kavram: “Ilımlı İslam”

70

Tarih süreci içerisinde din ile siyasetin ilişkisi farklı boyutlarda
da olsa daima mevcut olmuştur. Bu ilişki siyasi otoritenin dini otorite
tarafından meşruiyet kazanmasının sağlanması, dini otoritelerin
siyaseti yönlendirmesi veya her ikisinin de alanlarını ayırması gibi
farklı boyutlarda ortaya çıkabilmiştir.

Günümüz itibariyle bakıldığında genel anlamda pek çok devlet
tarafından bu ilişkide alanların ayrılması esas alınsa da, bu ayrımın
mahiyetini doğru anlamak gerekir. Zira din insanların dolayısıyla
toplumun hayatında hep var olmuş ve ister inanma ister inkar noktasında
olsun var olmaya da devam edecek olan sosyal bir olgudur.

Sosyal bir olgu olduğu için dinin hayattaki rolünü küçümsemeden
dikkate almak gerekir ki toplum mühendisliği kapsamında projeler söz
konusu olduğunda uygulanmaya çalışılan projelere karşı doğru
stratejiler geliştirebilelim.

Konuya dair maksadımızı açmak için örneklendirelim:

Hıristiyan Avrupa’ya bakıldığında, çok genel bir ifadeyle
kapitalizmin Protestanlığı doğurduğu söylenebilir. Yani diğer bir
ifadeyle kapitalizmin Hıristiyanlıktan aldığı cevap Protestanlığın
doğuşu olmuştur. Dolayısıyla sosyal bir olgu olarak ekonomi ve siyasi
yapılanma yine sosyal bir olgu olan dine tesir ederek dinde “reform”a
yol açabilmiştir.

Kapitalist sistemin gereklerinin yerine getirilmesine (ulus devlet
sisteminin yanı sıra) Hıristiyanlıkta Katolik mezhebinin ve
İslamiyet’in mahiyetlerinin mani olduğu ve “ılımlı İslam” gibi sonradan
“türetilen” kavramların arka planının burada aranması gerektiğine dair
yorumlar da dikkate alındığında Türkiye’nin gündemini daha farklı bir
açıdan okumak mümkün gözüküyor.

Öyle ki, bugün gerek Türkiye’de gerekse dünyada ciddi olayların
cereyan ettiği bir dönemde bulunmamıza rağmen, muhafazakar olarak tabir
edilen bazı basın – yayın organlarında, “İslamcı” olarak nitelendirilen
bazı yazarların gündemini “muhafazakar kadınların ahlaki yapılarını”,
İslam dini açısından kesinlikle uygun görülemeyecek bir mecrada
tartışmaya açmak oluşturmaktadır.

Dini nereden öğrendikleri ve neye göre yorumladıkları belli olmayan
böylesi yazarların ahlak gibi ciddi bir konuyu kadınlar üzerinden hem
de mahremiyet içeren bir hususu esas alarak tartışmaya çalışmaları,
ılımlı İslam kavramı ile yapılmak istenenler içinde, kamu önünde
tartışılamayacak konuları dahi normale indirgemenin bulunduğunu akla
getiriyor. Böylece tartışılacak daha önemli konuların gündemden uzak
tutulması söz konusu olduğu için bu durumun kime yarayacağı da ayrı bir
tartışma konusudur.

Dolayısıyla, İslam dini gibi hayatın her yönünü ciddiye alan ve her
yönüne dair prensipler koyan bir dinin yaklaşımını esas alarak
bakıldığında hoş görülemeyecek siyasi ve sosyal gelişmeler, “ılımlı
İslam” gibi sonradan türetilmeye çalışılan yanlış bir yaklaşım
vasıtasıyla kamunun gündeminden düşürülmektedir. Yani siyasi yapı
sosyal bir olgu olan dini alanın gündemini kendi açısından belirleyip
kullanabilmektedir.

Peki, bunun ekonomik sistemle ne ilgisi var?

Pazarlamada meşhur bir söz vardır: “Reklamın iyisi, kötüsü olmaz.”
Bu tartışmalar esnasında “bir ürünün” de polemik unsuru olarak ortaya
çıkarılması, bahsedilen sözün haklılığını ortaya koymaktadır. Zira
olumlu ya da olumsuz bakılsın, bir ürünün, hatta aynı zamanda o ürünün
alternatifi olan diğer ürünlerin, reklamına da katkıda bulunulmaktadır.
Özellikle tartışmanın ilk sahipleri tarafından. Dolayısıyla ekonomik
sistem de bir ürünün kullanımını temin açısından dini hassasiyetleri
vasıta olarak kullanabilmektedir.

Kısacası, görüşlerimiz ne olursa olsun, din olgusunu ve hayata
etkisini göz ardı etmek, din üzerinden topluma aşılanmak istenenleri
idrak etmekte sıkıntı yaşamamıza sebep olacaktır. Bu sebeple dinin
kaynağından ve doğru biçimde öğrenilmesi, bu alan üzerinden yapılacak
polemiklere alet olmamayı, ayağımızın sağlam basmasını ve “kırmızı
çizgilerimiz” hususunda dik durabilmemizi sağlayacaktır. Aksi halde
alet olacağımız projelerden yakınmaya hakkımız kalmayacaktır…