İrfan Pazarı’mızın Fethi Bey’i(*)

125

Daha Kilis ortamektep talebesi(1959) iken Türkçe ders kitaplarında okumaları bulunan ediplerimizin eserlerini almayı bir itiyat haline getirmiştim. İlçemizde bulunmayan kitapları da ilimiz Gaziantep’e giderek tedarik ediyordum. İşte Vasfi Mahir Kocatürk’ün Namık Kemal adlı eseri bunlardan biriydi. Aradım, Milli Eğitim Kitabevi’nde mevcudu yoktu.

Maarif’in köşesindeki modern İrfan Pazarı Kitap ve Kırtasiye dükkanına girerek bu kitabı sordum. Burada da bulamaz isem biraz ilerdeki Rahmet Pazarı’na gidecektim. İrfan Pazarı’nın sahibi Abdülbaki Özsimitçi hemen çay ısmarladı, hal hatır sordu. Kitabı ne yapacağımı öğrenmeye çalıştı. Anlattım. Bu eserin yanında bazı kitapları da hediye etti. Gerekçesini de memleket ve dünya meseleleri hakkında görüşlerimizin olması gerektiğini, dolayısıyla okul kitapları dışında da yayınları takip etmemiz icap ettiğini anlattı. Mezun olduğumuzda da bu öğrendiklerimizin büyük yardımlarını göreceğimize dikkat çekti. Gaziantep’te Lise öğrencisi akranlarımı, başta Nazım Gökçek olmak üzere çağırarak beni tanıştırdı. Çok mutlu olmuştum. Komünistlerce daha sonraki günlerde şehit edilen merhum Abdulbaki Özsimitçi kekemeydi, ancak öyle güzel konuşuyorduki hiç fark edilmiyor ve sohbetini keyifle izliyordum.

ÖĞRENCİLERİ ŞARTLANDIRIP KUTUPLAŞTIRMAK

Eve döndüğümde ilk işim “irfan” kelimesinin manasını bularak , öğrenmek oldu. Lügatlerde irfan “bilmek, anlamak, varmak, sezmek, gerçekleri kavramak, kültür, bir feyiz olarak kainatın sırlarını bilme kudreti” biçiminde açıklanıyordu. Demek “irfan” böyle bir şeydi. İrfan Pazarı’na daha sonraları lise talebesi olarak da gitmeyi sürdürdüm. Yeni yayınların ve fikirlerin yanında yeni muhit ve dostlar, ağabeyler de edinmiştim.

1960 Askeri Darbesi sonrası okullarda bazı öğretmenler talebeleri şartlandırıp, kutuplaştırıyordu. Hele görüşlerini açıklayanlar olursa bundan hiç kurtuluş yoktu. Bunlardan biri de bendim. Edebiyat derslerinde bazı arkadaşlarımın ödevlerini ben hazırlardım, ancak öğretmenlerimiz onlara benden daha fazla not verir, benimkini en aza indirirlerdi. Bu uygulamadan aynı görüşü savunduğumuz arkadaşlarım da nasibini aldı, ya ikmale kaldı, ya da mecburi tasdikname yoluna gidildi. Arkadaşlarım beni temsilci seçtiler ve gelişmeyi anlatmak etmek üzere bir lise öğrencisi olarak Başkente gittim. O günlerde üç otobüs değiştirmek durumundaydı yolcular; Kilis’ten Gaziantep’e, buradan Çukurova’ya, Adana’dan da Ankara’ya, o yaşıma rağmen bunu becerdim.

İNSANA NEZAKETLE BEY OLMUŞTUM

Doğru Milli Eğitim Bakanı özel katına çıktım. O yıllarda bu kata çıkmak öyle zor falan değildi herhalde ki, beni özel kalem müdürünün odasına aldılar. Odada benden başka bekleyenler de vardı. Özel Kalem Müdürü’nün masasında beyaz kristal bir kalemlik üzerinde “İrfan Fethi Gemuhluoğlu” yazıyordu. Benimki gibi uzun bir ismi olması hoşuma gitmişti. Ancak ilk isminin “irfan” olması beni daha da mutlu etmişti. İrfan’ın manasını öğrenmiştim artık.Madem ismi “irfan”dıo halde bilecekti, beni anlayacaktı, kavraması büyük olacaktı, sezgisi önemliydi, kültürlü ve sırları keşfeden biriydi mutlaka. Kendimi buna inandırmıştım her nasılsa. Sekreteryası içeri girip çıkıyor, oturanların beklediği evrakları veriyordu. Biraz sonra odaya tombik, ortaboylu, bıyıksız, ancak uzun ve gür saçlı, kalın çerçeveli gözlükleri olan, şık giyinmiş biri girdi. Gözgöze geldik. “Hoş geldiniz Mehmet Bey” dedi. Bu “bey”i bana ilk kullanan bu özel kalem müdürü olmuştu. Çok sevinmiştim. Bizde beyi sadece kaymakamlara, valilere, belediye başkanlarına, müdür ve memurlara kullanırlardı. Ben de biranda bey olmuştum. Kendime güven geldi, heyecanımı yendim, kekelemeden anlatmaya başlayacaktım ki çaylarımız tazelendi. Önce İrfan Fethi Bey konuştu;

ARAPKİRLİ TÜRKMEN’DEN KİLİSLİ TÜRKMEN’E

-Mehmet Bey Kilis bir Türkmen bölgesidir. Halep Türkmenleri ağırlıklıdır bölgede. Siz de bir Türkmensiniz. Kilis mantıkçıları ve şairleri ile ünlüdür. Tahsil için bölgenin merkezi konumundadır Kilis. Okuyanı ve yazanı çoktur memleketinizin. Kilisli Muallim Rıfat Bey, Necip Asım Yazıksız, Şıh Vakıf Tazebay Kilis’in yetiştirdiği önemli insanlardır.

Kilis’i çok iyi tanıyor İrfan Fethi Bey, ama daha benim meselemi dinlemediği için bilmiyor. Kendisi devam etti;

-Siz kimlerdensiniz, size Kilis’te kimgil derler söyle bakalım, bir tanışalım önce Mehmet Bey! Türkmen olduğunuz her halinizden belli.

Heyecanlandım. Ama çok da mutluyum bu yaşta “bey” olmaktan. “Bize Karagil derler. Hatta Katırcıkaragil. Lakabımız öyle. Ailem tarım ile uğraşır. Ben lisede okuyorum. Dört kardeşiz.” Dedim, daha sözümü bitirmemiştim ki “Sonu gil ile biten bütün aileler Türkmendir Mehmet Bey. Şimdi anlat bakalım”dedi.Geç farketmiştim ama bize bilgilenmeyi öğretiyordu esasında. Hemen başladım anlatmaya;

GURBETE ÇIKAN LİSE ÖĞRENCİLERİ

-Efendim askeri darbeleri destekleyen bizim lisedeki solcu öğretmenler sağcı öğrencileri taciz ediyor, bilsin bilmesin kırık not veriyor, adil davranmıyorlar. Bazı arkadaşlarımıza mecburi tasdikname verdiler. En çok da muhafazakar, Demokrat Partili ailelerin milliyetçi gençleri buna maruz kalıyor. Edebiyat Öğretmenleri, talebeleri kendi görüşleri doğrultusundaki gazete ve dergileri okumaya mecbur ediyorlar. Hatta abone yapıyorlar. Şimdi bir solculuk modası başladı. İstiklal Savaşı’na katılmamak için hanımlar gibi kara çarşafla dolaşan soğan erkekleri şimdi aydın olmak için solcu geçiniyorlar. Bunların başında da bazı öğretmenlerimiz var!

Artık rahatlamıştım. Beni dinleyen biri vardı karşımda. Dinlemeyi ve anlatmayı da öğreniyordum esasında, farkında değildim. Kilis’e döndüğümde arkadaşlarım beni kahramanlar gibi karşıladılar. Oysa kahraman olanlar kendileriydi. Çünkü çoğuna mecburi tasdikname verilmiş ve başka liselere sürülmüşlerdi. Ama eğitim hakları ellerinden alınamamıştı. Tümü gurbette de olsa hem liseyi, ardından da değişik fakültelerden mezun olarak hayata atıldılar. Kimi hekim, kimisi hukukçu, kimisi finansçı ve öğretmen oldu. Ben mecburi tasdikname almadan teyzemlerin atama ile gittikleri önce Tekirdağ Çorlu Lisesi’ne, ardından İstanbul Vefa Lisesi’ne kaydoldum, buradan da diploma aldım.

Şikayetimize gelince sözkonusu öğretmenlerden biri o yıllarda birkaç bin nüfuslu olan BağazlıyanOrtamektebi’ne vekaleten müdür olarak atanmıştı. İrfan Fethi Gemuhluoğlu böylece tarafları tasarruflarıyla mutlu etmişti. Üstelik Bakana olayı aksettirip, büyütmemiş, kendi yetkisini kullanmıştı. Öğrenci arkadaşlarım tahsillerini zor şartlarda da olsa sürdürmüş, darbe döneminde bile diplomalarını alabilmişlerdi. Her iki tarafı da birbirine ezdirmemişti. İnsanlık galip gelmişti. Beşeriyetin nasıl kuçaklanması gerektiğini öğrenmiştim. Belki fikir hürriyetine bir kapı aralanmış, birlikte yaşamanın, birbirine tahammül edebilmenin ipuçlarını elde etmiştik bununla.

Ben İrfan Fethi Gemuhluoğlu’nu böyle tanıdım.

ÜNİVERSİTELİ GENÇLER ARASINDA BİR MÜDÜR

27 Mayıs Askeri Müdahalesine İstanbul Üniversitesi ve gençlik teşkilatları TMTF, MTTB, TMGT ve İÜTB’nin katkısı çok fazla olmuştu. Gençlik liderlerinin tümü askeri darbenin yansımasıyla CHP çizgisinde ve sol tandanslı kişilerdi, üstelik sağ görüştekilere hayat hakkı da tanımıyorlardı. Sağ-sol kavgası da artmıştı. Üniversiteler sol görüşün kurtarılmış bölgesi gibiydi. İstanbul Üniversitesi bunlardanbiriydi.Halbuki öğrencilerin genelde çoğu muhafazakar ailelelerin çocuklarıydı. Bunu farkeden İstanbul Hukuk Fakültesi Öğrencisi Rasim Cinisli ve arkadaşları talebe derneklerinin tümününbağlı olduğu MTTB’yi militan öğrencilerden kurtarmanın planını yaptılar. Toplantı Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşiyordu. Gençler darbe hükümetinin gölgesi üzerlerinde olmasına rağmen karşılıklı stratejiler uyguluyorlardı MTTB için. Kongreyi yöneten divan başkanının yetkisi fazlaydı. Rasim Cinisli yaptığı konuşmayla dengeleri değiştirdi, gelişme milliyetçi öğrenciler lehine oldu.

Toplantı dağıldığında Rasim Cinisli’nin yanına gelen bir beyefendi kendisini tebrik etti; “Konuşmanız çok etkileyici ve güzeldi. Memleketsever bir gelişme gençlerimizin böyle bir noktada olması ülkemiz adına sevindirici olmuştur. Dilerim sonuç hayırlı olur. Sizi tebrik ederim. Duamız sizinle!” Bu anektodla ve bu dik duruşla sahiplenmeyi öğretti üniversite gençliğine bu meçhul ziyaretçi.

Gençler merak ettiler. Hiç tanımadıkları biri gelip kendilerini kutladı ve duada bulundu. Belki de kimseye farkettirmeden gelişmenin içindeydi bu meçhul insan! Sonradan kutlayan kişinin Spor ve Sergi Sarayı Müdürü İrfan Fethi Gemuhluoğlu olduğunu öğrendiler.

“SENİ YILLARDIR BİR YUMAĞA SARIYORUM BİTMİYORSUN”

İrfan Fethi Gemuhluoğlu ile zaman zaman görüşüyorduk. Daha çok da Ergun Göze’ninrolantiye aldığı avukatlık bürosunda oluyordu bu birliktelik. Bir gün bana sordu “Sen hiç aşık oldun mu Mehmet Bey?” Hem de nasıl aşıktım. Dizlerim titriyordu heyecandan. Yoksa bir bilgisi mi vardı? Ayıp bir şey miydiaşık olmak? Ne yapayım aşıktım işte. Ders çalışmak istesem kitabın içinde o’nu görüyordum. Bir gölge gibi benden hiç ayrılmıyordu. Hep yanımdaydı sanki. Nereye gitsem benimle birlikte gidiyordu adeta. Soframda bile karşımda oturuyordu. Tabakların içine giriyor, çatalın ucuna geliyordu. Şarkılar o’nu hatırlatıyor, okuduğum şiirler sanki O’nu tarif ediyordu. Geçtiği yolları arşınlıyor, O’na şiirler bile yazıyordum. Hangi resme baksam sanki o çerçeveden bakıyordu bana. Gözlerimi kapatsam, önümde duruyor, kollarımı uzatsam O’nu yakalayacak gibi oluyordum.

Hele Ümit Yaşar Oğuzcan, Turhan Oğuzbaş ve Şemsi Belli’nin şiirlerini okuyunca da benim için sürekli sardığım bitmeyen bir yumak oluyordu. Aşıktım. Konuşurken hiç renk vermediğimi hatırlıyorum bana göre. Ne evet diyebildim, ne hayır. Öylece kaldım. O haleti ruhiyemden çok şey anlamış olsa gerek ki üzerime gelmedi. Aykırı sualiyle de bana, her şartta nasıl soru sorulabileceğini öğretiyordu nereden bakarsanız bakınız.

YURTDIŞI İÇİN TEKLİF GELİYOR

O yıllarda ben de Ergun Göze ile birlikte Tercüman’da çalışıyordum. Hep dertleşirdik. Müsahhih odasına her gelişinde uğrardı Ergun Göze. Tercüman’da bir yalnızlık yaşıyordu adeta. Hazırladığım 163 isimli çalışmamın önsözünü yazmıştı. Kitap çalışmam dini inançları yüzünden mağdur edilen mazlum insanları anlatıyordu. Ergun Göze araştırmamdan İrfan Fethi Gemuhluoğlu’na da bahsetmiş.

Bir gün Ergun Göze’ninNuruosmaniye Caddesi’nin Cağaloğlu Meydanı girişinde sağdan üçüncü işhanının girişin üzerindeki ofisine uğradım. İrfan Fethi Gemuhluoğlu da oradaydı. Beni kucakladı. Tebrik etti 163 adlı araştırma kitabımla alakalı olarak. Sonra sordu “Seni bir yurtdışına gönderelim Mehmet Bey! Ne dersin? Hem mesleki bir tecrübe edinir, hem bir batı dilini daha iyi kazanırsın. Biliyorsun yabancı dil bilen gazeteci sayımız çok az. Ne dersin? Mesela Almanya’ya..hem orada çok sayıda Türk çalışanımız mevcut. Onların meseleleriyle de ilgilenirsin.”

Çok sevindim. Büyük bir sürprizdi bu benim için. Ancak yeni asistan olmuş bir arkadaşım yurt dışı için burs arıyordu. Aklıma o geldi. İstanbul’da yıllarca aynı evi paylaşmıştık onunla. Üniversiteyi seçmiş, akademisyen olmak istiyordu. Bunu hatırlattım İrfan Fethi Gemuhluoğlu’na. Bu asistanın kim olduğunu sordu. Anlattım Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde, kimyacı genç bir asistan.

-Senin hemşehrin Muhtar? Doç. Mehmet’in oğlu. O da Türkmen. Tamam ona da bir Amerika bursu veririm. Doktora çalışmasını yapsın. Ama bu, sana yeni bir burs vermeyeceğim anlamına gelmez. Senin hakkın baki, istediğin zaman senin bursun da hazır. Bilesin.

FETHİ AĞABEY BİR MARKA

Mutluluğum katlanmıştı. Zaten Muhtar Kocakerim de burs için müracaat etmiş, cevap bekliyormuş. Muhterem Başkan isimli biyografik çalışmamı yine Ergun Göze bahsetmiş. Kitapta islamcı politik hareketleri Prof.Dr.Necmettin Erbakan’ın şahsında anlatmaya çalışmıştım. Galiba pek sıcak olmadı bu çalışmama “Herkese ve her şeye dost ol ama politikaya dost olma, paraya, mala dost olma”dedi. Ergun Göze de “Keşke bu çalışmandan haberim olsaydı!” demez mi? Her ikisinin de mekanları cennet olsun. Allah’ıma şükürler ki politikanınkendisi  bana dost olmadı, mala ve paraya da ben dost olamadım.

İrfan Fethi Gemuhluoğlu bizim neslin simgesi bir isimdi. O’nu tanımayan, sadece ismini duyunlar bile uzaktan saygı duymak ihtiyacı hissederdi. Gemuhluoğlu’nu tanıyabilmek ve algılayabilmek için yaşadığı döneme bir göz atmak gerekir. Ailesi, yani ata dedesinin köyleri Gemuhlu zaman zaman Elazığ, zaman zaman da Malatya sınırları içinde kalmasına rağmen, sahipleneni çoktur. Bu bir onurdur nereden bakılırsa bakılsın. Aile İstanbul’a göçüyor, İrfan Fethi Gemuhluoğlu Kadıköy Göztepe’de doğuyor(1922 veya 1923). İstiklalimizin savaşı kazanılmış, yeni ve genç bir cumhuriyet olan Türkiye kurulmuştur.

Artık onca ihanete, isyana, yangına, tefrikaya, fitneye, ikiyüzlülüğe ve batının bizans oyunlarına dayanamayarak çözülen Osmanlı Cihan Devleti yoktur. Düşman da dost da henüz kesin ve kat’i çizgileriyle daha belli olmamışken Türkiye Cumhuriyeti kopyacı ve değerlerine ters bir batı politikası içinde bulmuştur kendini. Maziyle olan bütün irtibatlarını koparmaya yönelik yeni bir strateji izlenmiştir.

Zaman zaman hatadan dönüşler olsa da ana eksen batılılaşma olmuştur. Din ve dindarlara karşı ciddi bir mesafe konulmuş, kurumları kapatılmış, yerine yenisi konulamamış, camiler, vakıf malları, tarihi dokusu olan çok yapı satılmış, korunmamış, öyleki tarihi devlet belgeleri bile vagonlarla Bulgarlara satılırken fark edilerek bir kısmı ancak kurtulabilmiştir.

YAŞANAN DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ

Görüş ve düşüncelerini açıklayan aydınlar tutuklanmış, kanaat önderleri zindanla tanıştırılmış, kurumlar ya kapatılmış ya da devre dışı bırakılmıştır. Herşey onca tutuklamalara karşılık merkezi hükümetin rızası dahilinde ve istediği biçimde gerçekleşmiştir.Türk ve İslam Coğrafyası ilişkileri hızla sıfıra doğru düşürülürken, batı ve Sovyet rejimi de bu ülkeleri kuşatmaya başlayarak kaynaklarını ülkesine taşımıştır.

Türkiye’de partiler kapatılıyor, yeni partiler kuruluyordu. Ancak hakim olan tek parti yönetimiydi ve her dediğini ders gibi kabullenmek gerekiyordu. Tersini savununca açıkta kalıyordunuz. Tarih, düzeltilmesi ciddi zaman alınacak hatalarla öğretiliyordu. Kimliğimizin çözülmesi belli zaman içinde programa alınmış ve uygulanmaya geçilmişti. Memur olmak tamı tamına bir ayrıcalıktı. Valiler partinin il başkanıydı. Ekmek karne ile dağıtılıyor, halk fakirlikten güçsüz düşmüş, mecalsiz kalmıştı. Eğitim tek tip öğrenci yetiştirmek üzere planlanmıştı. Aykırı fikirlere tahammülü yoktu sistemin.

İrfan Fethi Gemuhluoğlu bu şartlarda eğitime başladı, yetiştiği çevre, iç dürtüleri ve aile terbiyesi yanlışları kabullenmesine mani oluyordu. Halveti tanışıklığı ve Şabaniye ekolü resmi mekteplerin öğrettiklerini tekzip ediyordu. Haydarpaşa Lisesi’nde bütün tepkilere rağmen Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Bir Adam Yaratmak’ını oynarken hem öğrendi ve hem de öğretti vecd içinde. Ahmet Emin Yalman ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in evrenselliğe uzanan Kopenhag Dünya Devletleri Fikri’ni öyle bir çürütmüştü ki,cevabı marmaratör olarak bir halk üniversitesi mesabesindekiKüllük’te epeyi süre tartışıldı.

EYLEMLER İÇİNDEKİ BİR İRFAN KİŞİ

Türk Kültür Ocağı’nın endişelerini taşıdı. Demokrat Parti iktidarının yurt sathına yayılmış çok sayıdaki şubesiyle birlikte kapattığı İstanbul’daki Milliyetçiler Derneği’nin kurmaylarından oldu. Devletinden ve milletinden yana bir yol izledi. Gençlik eylemlerinin öncüsüydü. Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinde (1950) devlet radyolarının eğlenceye devam etmesi üzerine, gelişmeyi İstanbul Harbiye’deki Radyoevi önünde kınayan protesto mitingindeki konuşması biranda yayıldı. Hukuk Fakültesi öğrencisi’ nin bu konuşması Üniversite gençliğini galeyana getirdi. Aktivistliği daha o günlerde su yüzüne çıkmıştı. Ankara hükümeti tedbir almak durumunda kaldı.

Askerlik sonrası öğretmenlik yaptı. İstanbul Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı Müdürlüğü görevinde bulundu. 37 yaşında iken 1959 yılında Dr.Suzan Hanım ile İstanbul’da evlendi. Mehmet Ali ve Veli Selman adında iki oğlu oldu. 27 Mayıs Askeri Darbesi sonrası iktidara gelen Adalet Partisi’nin Milli Eğitim Bakanlarından Orhan Dengiz’in özel kalem müdürü olarak, çok sorunu havale etmeden çözdü. Bakan yetkisinde müdürdü. Türkiye Odalar Borsalar Birliği TOBB’da hizmet verdi, tahsisatları adil uyguladı. Hakk’ı olana önceliği verdi.

“Türkiye’nin muhtarı” İrfan Fethi Gemuhluoğlu Türk Petrol Vakfı’nda(1969) “Yarınki Türkiye’nin yöneticilerini, yaşama şevkini bırakıp; yaşama aşkına gönül verenleri, sabırlı, azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan sulh cephesinin maden işçileri”ni yetiştirmek üzere “Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan bir emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh” ile insana yatırım yaptı, yurtiçi ve yurtdışı için burs, kredi verdi, master, doktora ve yabancı dil çalışmalarına katkı sağladı. Hatta bu gençleri kendisi aradı ve buldu.Bursiyerlerin hepsi adeta örnek birer evladı olmuştu.

ŞEHİRLİ MÜSLÜMAN OLMAK

Ergun Göze’nin olduğu bir toplantıda vakfın muhasebecisi verilen burslara bir nida koyuyor! Oysa burs ve kredi alarak mezun olup göreve başlayan her genç Türk Petrol Vakfı yöneticilerini mutlu ediyordu. İnsana yatırım yapılıyor, insan endeksli politika üretiliyordu. Buna müjdeler almış gibi sevinen İrfan Fethi Gemuhluoğlu’nun itirazı şöyledir ” Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen iyi aile çocukları, çalışkan, kabiliyetli, üretken, saygın, sevilen, paylaşabilen, sorumluluğunun farkında olan, burs ve kredi verdiğimiz, yurtiçi ve dışında yetişen bu gençlerimiz yarın bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olacaklar. Kimisi vali, kimisi diplomat, kimisi akademisyen, kimisi işadamı, kimisi politikacı, kimisi dışilişkilerde uzman, kimisi finansçı, kimisi mühendis-mimar, kimisi çiftçi, kimisi kanaat önderi olarak hizmet verecekler. Memleketsever yeni bir nesil ortaya çıkacak. Bunun neresinde yoruma muhtaç bir husus var ki?”

Türk Petrol Vakfı’nın muhasebecisi düşündüren bir yaklaşımla konuyu açıyor; “Sayın Gemuhluoğlu, dediklerinizin tümü doğru ve güzel bir hizmet. Ancak bu gençlerimizin şehirli olabilmesi için üç nesil geçmesi gerekecek aradan. Onların torunları dedelerinden belki daha fazla bu ülkeye hizmet götürecekler. Bu hizmeti hemen istiyorsak; şehirli müslüman kimlik daha önde olmalı. Bilmem yanılıyor muyum?! Köylü kafasıyla şehirde yaşamak şehirli olmak anlamına gelmez. Zaman gerektir.” Düşündüren insan, şimdi kendisi düşünüyordu.

Çağı yakalamış, insan fidanlığının hizmetkarı, yekpare bir aydın olan İrfan Fethi Gemuhluoğlu böyle bir yaklaşımdan mutlu oluyor ve istifade edileceğinin altını çiziyor; köyden kente içgöçün metropollere ve yurt dışına hızlandığı bir zaman diliminde şehirli müslüman olabilmek. Her kesimden insanla tanıştır artık. Dosttur. Çizgisi, hattı sağlam herkes bu yumağın içinde sarılmaktadır.

AİLENİ TESLİM EDEBİLECEĞİN DOSTUN VAR MI?

Deyişleri bir fikir örgüsünün dil vurulan tarafıdır “Önce selam, sonra kelam!.önce refik, sonra tarik, önce yolda yoldaş, sonra yol!. Bunları hatırlattıktan sonra kırk yıl söz, yirmibeş sene de yazı orucu tutmasaydı keşke. Üstelik Almanya’da gazeteciliği var. Tabii ki “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede peygamber-i ekberin yatağında yatar.”

İrfan Fethi Gemuhluoğlu’na göre yanlışlıkların sebebi  dost olmamak.. fikre dost olmamak..insana dost olmak, fikre dost olmak, coğrafyayadost olmak, tarihe dost olmak, kendi vücuduna dost olmak, uzuvlarımıza dost olmak, komşuya dost olmak gibi kademe kademe , ama entegre bir bütün içinde bütün dostluklar söylenmeye mecburdur..kurda kuşa dost..görünen ve görünmeyene dost..her an kendi raksı üzere olan madde zannettiklerimize dost..her şeye dost olalım, uykuya dost olmayalım..insanın uykuya sırt çevirmesi lazım.. hırsı mal ve hırsı cağa dost olmayalım..ölüme dost olalım..kendileriyle barışa varamayanlar, gayrı ile barışa varamazlar..kaldı ki savaş yoktur, dünya; dostluk üzerine halk edilmiştir..kainat, eflak aşk üzere, dostluk üzere halk edilmiştir.. hiç bir şeye düşman olunmaz.. her şey gönülde cereyan ediyor..insanları gönül döllüyor..yol evladı oluyor, bel evladı olmuyor..

Türkiye’deki yanlışlık tenkid fikrinden başlıyor.. İslam’da tenkid yok (burada Bediüzzaman Said Nursi ile görüşleri paralellik taşıyor)..batılı adamdadır bunalım..batılımuallaktadır.. doğu adamının, gerçek mü’minin ve müvahhid kişinin bunalımı olmaz..mü’min kişi yerinmenin ve sevinmenin ötesindedir..çünkü gerçekçidir.. ve bizim hüznümüz Allah’adır.. ben hayatın cezbe ve şevk üzerine bina edildiğine kaniim..hani ilk defa Kelime-i Şehadet getiriyor gibi getirmedikçe  Kelime-i Şehadet olmaz.. ilk defa aşık oluyor gibidir, ilk defa gönül çarpmış gibidir..insanoğlu, Hakk’ın ayali olan halka hizmet ile mükelleftir..

ÇATIRDAMIŞ DİREKLERDEKİ ÇİVİLER

İrfan Fethi Gemuhluoğlu İslam Peygamberini çok iyi tanıyan bir Abdullahtır. Şiir ve şair ile değil sadece, edebiyat, siyaset ve sohbet deyişleri de onu alakadar ediyor. Not defterindeçatırdamış çizgideki Büyük Reşit Paşa’dan Bülent Ecevit’e, Mithat Paşa’ya,  Ajanlar Ali Suavi ve Prens Sabahattin dışında dostlar, Yunus Emre, Eşrefoğlu, Ömer’ül Halveti Aziz, Yahya Kemal, Süleyman Nazif, Vala Nurettin, Neyzen Tevfik, Melul Meriç, Ahmet MünipDıranas, Süleyman Yalçın, Ergun Göze, İsmail Hakkı Akyüz, Yaşar Kemal isimlerini görmek mümkün.

İrfan Fethi Gemuhluoğlu Aydınlar Ocağı Genel Merkezi’nin Cağaloğlu’ndaki lokalindeki konuşmasında(1975) şöyle diyor;

-Beyefendiler, günahlarınız bile şevk içinde olsun. Eğer günah işleyecekseniz şevki seçiniz.Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum. Huzur içinde uyuyorlar. Gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar, hala büyük pazarlıklar peşindeler, hala büyük ihalelere giriyorlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi idrak etmiyorlar.Huzur içindeler. Onun için onlara küskün, onun için onlara kırgınım. Onun için kırgınlıkta bir feyz buluyorum.

Aynı konuşmada şöyle bir de hatırlatması vardı İrfan Fethi Gemuhluoğlu’nun;

-Tarihe dost değiliz. Coğrafyaya da dost değiliz. Coğrafyaya dost olmadığımızı göreceksiniz.Türkiye bir iç harbin eşiğindedir. Bir doğu-batı meselesi çıkabilir. Anadolu Beylerbeyliği’ni bile size çok görürler!.

SAHRAYI CEDİDDE BİR BİLGE KİŞİ

Benim de izlediğim ve istifade ettiğim sözkonusu bu konuşma çok tartışılmış ve yankı uyandırmıştı. Vefat ettiğinde(1977) Fatih Camii’ndeki cenaze namazının ardından Erenköy’de Sahrayı Cedid Mezarlığı’nda defnedilmişti. Cenaze namazı bir kaaat önderinin veyahut bir devlet adamının vefatındaki alakaya mazhar olmuştu. Daha sonra da yine Aydınlar Ocağı’nda bir toplantıyla anılmıştı.

Bir toplantıya katılsaydı rahmetli İrfan Fethi Gemuhluoğlu söze şöyle başlayacaktı sanırım;

-Önce selam, sonra kelam..yine önce refik, sonra tarik derim ve Allah’ın selamı üzerlerinize olsun derim.Ve görüneni ve görünmeyeni selamlarım; ve ahiri ve zahiri ve batini ve sahib-i hakikiyiselamlarım; ve rical’ülgaybi selamlarım, selamlarım, selamlarım, selamlarım!..

Bende sözde ve gözde dahi aydınlık, görsellik ve estetik arayan İrfan Fethi Gemuhluoğlu’naittibaen kendisi gibi selamlayarak bitiriyorum dostlarım, hakiki dostlarım selam, kelam, refik, tarik, sağlık ve dua ile kalınız. Uykuyu sevmeyiniz, ölüme dost olunuz.

(*)Elazığ ve ilçeleri Agın ve Eğin’de yerel yönetimlerin katkısı ile bölgenin yetiştirdiği münevverlerimiz İrfan Fethi Gemuhluoğlu, Niyazi YıldırımGençosmanoğlu, Ahmet Kabaklı ve Nurettin Topçu için 31 Ağustos-03 Eylül 2012 tarihleri arasında program düzenlenmiştir. Söz konusu etkinliğe Şerif Aydemir, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Yrd. Doç. Dr.Necmettin Turinay, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Mehmet Nuri Yardım konuşmacı olarak katılacaklardır. Toplantılara ayrıca bölgeden 12 şair, yazar ve sanatçı da iştirak ederek çalışmalarından örnekler sunacaklar.(ESKADER)