Aralık ayı sonundaki raporlara göreyse İstanbul’daki ekonomik durum perişan vaziyettedir ve memurlar 2,5 aydır maaş alamamaktadırlar. Tevfik Paşa, Geçici Finans Komisyonu’ndan 1 milyon 200 bin lira talep etmiş, Sir Adam Block’un ifadelerinde olduğu üzere geçici bir rahatlama sağlanmış ve bu paranın itâsından 10 gün sonra tekrar eski duruma dönülmüştür.
H. Rumbold’un Curzon’a gönderdiği 7 Şubat 1921 tarihli rapordaysa İstanbul halkının çoğunluğunun yoksulluk ve felâket içinde bulunduğu, şehirdeki birçok Türk’ün de açlıktan öldüğü kaydedilmektedir. Hatta bu tirajik tabloyu Rombold şöyle tarif etmektedir: “Fakat Türkler şikâyet etmezler. Yıkık dökük evlerinde en kötü durumlara kadar dayanarak ölürler.“
İngilizlere göre Millî Hareket’in Türkiye’nin tamamını geri kazanmasına kadar ülkeyi Yunan ateşinden korumak rolünde gördüğü Tevfik Paşa idaresindeki İstanbul Hükümeti bir yandan Ankara’daki Meclis’in aldığı kararları söyle birliği noktasında hazmetmeye çalışacak öte yandan içinde bulunduğu ekonomik krizi çözmek için toprak, tüketim, gümrük vergilerine yeni narhlar koymak ve özel vergiler ihdas etmek için İngiliz Yüksek Komiserliği’nin onayını almaya çalışacaktır.
Bu esnada Mustafa Kemal’i artık bir çete reisi gibi telâkki etmenin faydasızlığından dem vuran Rumbold, Millî Hareket’in yabancı işgalinde olmayan bütün Küçük Asya’da sıkı bir hâkimiyet kurduğunu ve ekonomik durumunun İstanbul Hükümeti’nden çok daha iyi olduğunu vurgulamaktadır. Ankara’daki Hükümet’in yakın bir gelecekte parasızlıktan çökeceğini düşünmenin mantıksızlığını işaretleyen Rumbold “Her zaman koyun gibi” diye tarif ettiği nüfusun büyük çoğunluğunun O’nun (M.Kemal) idaresini itirazsız kabul ettiğini söylemiştir.
21 Şubat’ta toplanacak Londra Konferansı öncesinde İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’la görüşen İstanbul Hükümeti’nin Hâriciye Nâzırı Sefa Bey; Ermeni Meselesi ve Vilâyet-i Sitte, Trakya hattı, Boğazlar ve Kapitülasyonlar hakkında hazırladığı detaylı değişiklik önerilerini paylaştı ve hatta bazı itirazlarda bulundu. Neticede bu haklı duruş iç isyanları bastıran ve Yunanlıları İnönü’de yenilgiye uğratan (Ocak 1921) TBMM Hükümeti’nin de Londra Konferansı’na davet edilmesi başarısını getirdi.
Millî Hareket ise bir yandan milletin tek temsil mercii olarak kendilerini deklare etmekte, bir yandan basın kuruluşlarına dâvâsını anlatmakta, öbür yandan Konferansla alâkalı ciddi bir hazırlık yapmaktadır. İngilizler, M. Kemal’in United Telegram’a verdiği mülâkattan şunları çıkardılar: İzmir, Türk’ün ayrılmaz bir parçasıdır ve er yada geç geri alınacaktır. Trakya’da Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır ve derhal boşaltılmalıdır. Sevr Antlaşmasını kabul etmek mümkün değildir. Türkler Ermenilerle barış imzalamıştır, Ermenilere katliam sözkonusu değildir aksine Türk nüfusuna karşı Ermenilerce katliam uygulanmıştır. Türk egemenliğinde olmak kaydıyla Boğazlar’dan serbest geçiş olabilir. Ülkemizi restore etmek için Amerikan kaynaklarından yararlanabiliriz. Türklerin tek amacı huzur ve sükûneti sağlayıp refah standartlarını yükseltmektir.
Londra’daki Konferansa Hâriciye Vekili Bekir Sami Bey’i gönderen Ankara Hükümeti’ne Lord Curzon’un huzurunda İstanbul Delegasyonu’nun başı Tevfik Paşa’nın sözü bırakması İngiliz kaynaklarınca da doğrulanmaktadır. Konferans boyunca bu özlenen işbirliği devam etmiş ve Türk Milleti’nin haklı dâvâsı bir bütünlük içinde masaya konmuştur.
Konferans sonrası gerçekleşen Rumbold & Vahdettin görüşmesinde ise Sultan – bugün hâlâ bazı mahfillerin seslendirdiği – Mustafa Kemal’in kökeni bilinmeyen bir devrimci olduğunu yineledi ve Ankara’daki liderler arasında gerçek bir köke dayanan bulunmadığını tekrarladı. Halifeliğin biatla, tahtın da hanedana mensubiyetle alâkalı olduğunu İngiliz Yüksek Komiseri’ne anlatmaya çalışan Vahdettin kendisini rahatlatacak sözler alamasa da bir nevi için dökmüştür.