“İbnü’l-Arabî’ye
göre Hz. Muhammed Kur’andır. Kur’an’ı hakkıyla ancak o anlamış ve o
yaşayabilmiştir. Peygamber hakkındaki bilgiyi ise, insan kuşatamaz ve tam
olarak elde edemez. Tam olarak anlayabildim diyemediği gibi. Çünkü anlama arttıkça
anlaşılmayanlar, daha çok kendini gösterir. Zira Kur’an; alındıkça dibinden
daima kaynayan göze ve kuyu gibidir.
Öyle ki Muhammedî
ilimlerden bir şey bilindiğinde, Muhammedî şahsiyette ve onun var oluşunda
sonsuz ufuklar açılır. O halde Kur’an’ı ancak Hz. Muhammed ihata edebilmiş, her
yönüyle ancak o kuşatabilmiş ve her bakımdan ancak o anlayabilmiştir.
Bu nedenle Hz.
Muhammed adeta bir Kur’an nehridir. Evet Hz. Muhammed sonraki insanlar için,
içildikçe bitmeyecek bir nehir, bir âb-ı hayattır.
Öyle ise, Kur’an
nehrine girelim. Tüm saadet yollarına erelim.
Çünkü, Hz. Âdem
toprak ve su arasındayken, O’nun peygamberliği gerçekleşmişti.
Müslümanlar
Allah’ın elçisini görmek istiyorlarsa, Kur’an’a baksınlar.
Çünkü, Kur’an’a
bakmak ile Peygambere bakmak arasında bir fark yok.
Âdeta Abdullah
oğlu Muhammed; Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş müşahhas / somut, mücessem / cisimleşmiş bir sureti ve hâli gibi.
Kur’an, Allah’ın
sözü ve O’nun binbir niteliğini / vasfını aksettirmiş olması hasebiyle,
Hz. Muhammed,
Hakkın nitelik,
vasıf ve özelliklerini gösteren; sanki etten kemikten bir ayna.
İşte Muhammedîlere
böyle bir Kur’an tahsis edilmiş.
Kur’an
Muhammedîler’in varis oldukları ebedî bir miras.
Ne mutlu
Müslümanlara,
Ne mutlu Müslüman
olanlara,
Ne mutlu ebed
yolcularına,
Ne mutlu Allah,
Muhammed, Kur’an aşkına yollara düşenlere,
Ne mutlu yolcu
olanlara,
Ne mutlu yolda
olanlara,
Ne mutlu bu uğurda
mest olup,
İlahî aşk şarabını
yudum yudum içenlere.
Davud el-Kayserî
der ki: “Bilimsel gerçeklerin bir kısmı, anlamlı bir cümleye delalet eder,
bunlar âyettir. Bu cümleleri içeren bir kısmı suredir. Akıl edilir şeylerin ve
mevcutların toplamı, tafsil itibariyle Furkan; birlik bakımından ise
Kur’an’dır. Bunların insanın nefsinde toplanmaları bakımından ise insan
‘Kur’an’ diye isimlendirilir.”
Afîfî: “Bu mes’eleyi
ancak ‘İnsan-ı Kâmil’ bilebilir. İnsan-ı Kâmil, bütün varlık hakikatlerini
nefsinde toplayan ve bütün İlâhî isim ve sıfatların kendisinde temessül ettiği
/ benzeştiği kimsedir. O her şeyi kuşatan Kur’an gibidir.”
Kur’an
Müslümanların düsturu. Onların Allah, Peygamber, kendileri ve diğer insanlarla olan ilişkilerini tanzim edip düzenler.
Bu ilişkileri
düzenleyiş; insanlığın gelişim aşamaları boyunca devam ederek günümüze ulaşmış
ve ebede doğru da yolculuğunu sürdürecektir.
Kur’anla ve onun
maddî-mânevî yol gösterici oluşuyla yoldayız ve yolcuyuz be dostlar!
Ne güzel yol,
Ne güzel yoldaş,
Ne güzel hedef,
Ne güzel gaye,
Ne güzel İlahî
aşk,
Ne güzel meşk,
Ne güzel seyir
hattı,
Değil mi be dostlar?