Oğuz Çetinoğlu: Ailede olması gereken en önemli unsur nedir Hocam?
Mustafa Akgül: Huzur ve saadettir. Bu ikisi olmazsa aile yuvasını
devam ettirmek güçleşir. Huzursuzluk, karşılıklı güven duygusu, dayanışma ve
bedbinlik devam ederse aile müessesesi çöker.
Çetinoğlu: Peki,
Hocam, huzur ve saadetin oluşması için nelere ihtiyaç var?
Akgül: Birbirleriyle şu veya bu şekilde bağları olan insanlar,
arasında huzur ve saadetin oluşması için evvel emirde birbirlerinin
sevinçlerine, kederlerine, endişelerine ve ümitlerine ortak olmalılar.
Çetinoğlu: Sohbetimizin konusu, ailede huzur ve saadet olduğuna göre
biribirleriyle irtibatlı kişiler, evin beyi ve eşi hanımefendidir. Nâzım rol
kimdedir?
Akgül: Yerine göre her ikisindedir. İnsanları kategorize etmek
doğdu da değildir, mümkün de değildir. Mümkün değildir. Çünkü her bir insan,
ayrı bir dünyadır. Teşbihte hatâ olmayacağı özdeyişinden hareketle; insanları
lokomotif ve vagon olarak iki grupta mütalâa edebiliriz. Lokomotife bağlı
vagonlar olmasa, lokomotif ancak kendisini bir yerden bir yere götürebilir. O
muazzam güç, yalnızca kendisine hizmet eder, kimseye faydası olmaz. Vagonların
önünde lokomotif olmazsa, onlar da hareket edemezler. Hangisinin daha değerli
olduğu tartışılamaz. İkisi de değerli, ikisi de faydalı ve lüzumludur.
Lokomotif tabiatlı insanlarla vagon tabiatlı insanlar da aynen bu şekildedir.
İnsanın en mükemmeli gerektiğinde lokomotif, gerektiğinde vagon olabilmelidir.
Aile hayatında da böyledir. Evin
beyi veya hanımı tek başına veya ikisi birden dâima ve mutlaka lokomotif olma
iddiasında bulunursa ailede huzur olmaz. Yerine göre bey, yerine göre hanım
lokomotif olmalı.
Bey eve geldiğinde üzüntülü ise hanımı,
yumuşak ifâdelerle sebebini öğrenmeye çalışmalı, hanım üzüntülü ise, bey
sebebini öğrenmeli, teselli etmeli, Muhatabının sevinçli olduğu hissedildiğinde
de sevincine ortak olmalı. Her iki durumda da ilk hareket eden, ilk sözü
söyleyen lokomotiftir, devamında rolünde değişiklik olabilir. Hoşgörüyle
karşılanmalı.
Çetinoğlu: Başka tavsiyeleriniz de olacaktır mutlaka…
Akgün: Kalpleri yaklaştırıcı olduğunda hiç şüphe olmayan, Efendimiz
(s.a.v.)’in de insanlara karşı vazgeçilmez bir görev olarak gösterdiği teşekkür
etme fiili, çok basittir, kolaydır ve çok etkilidir. Eşler birbirlerine her
vesile ile teşekkür etmelidir.
Çetinoğlu: Teşekkür etmeyi, özür dilemek gibi küçültücü bir hareket
olarak algılayanlar var…
Akgül: Tamâmen yanlış bir düşünce. Bu düşünce ile hareket edilen
evde huzur ve saadet tesis edilemez. Onlara, Peygamber Efendimizin bir hadisini
hazırlatayım: ‘İnsanlara teşekkür etmeyen
Allah (c.c.)’a da şükretmez.’ (Ebû Dâvûd,Edeb: 11)
Bir hanım eşini
memnun etmek için bir ayakkabı bir gömlek alsa, bir ödeme yapması gerekir ama
akşam eve gelen kocasına ‘Allâh (c.c.)
razı olsun, Allah (c.c.) seni bizim üzerimizden eksik etmesin, bunca çalışıp
yoruluyorsun, akşam da eve gelirken de paketler doldurup yük çekiyorsun. Sana
candan teşekkür ediyorum’ dese bir ödeme yapması gerekmediği gibi kocasının
akşama kadar olan yorgunluğunu da sıfırlar.
Bir erkek hanımını memnun etmek için bir eşarp, bir manto
almak istese bir şey ödemesi gerekir. Ama aynı erkek akşam sofraya oturup
yemeğini yerken, ‘Hanım Allâh (cc.)
senden razı olsun, çocukların bunca sıkıntısına rağmen, koca evin temizliği
kolay değilken, bir de bu güzel yemekleri pişirmişsin, sana cân-ı gönülden
teşekkür ediyorum’ dese hiçbir ödeme yapmasına gerek olmadığı gibi
hanımının akşama kadar olan yorgunluğunu da sıfırlamış olur.
Yan etkisiz bir reçete daha: Kadın/Erkek bir ay süre ile
eşinize ‘SULTANIM’ diye hitap edin
evinizin ikliminin değiştiğini göreceksiniz. Zararı yok ilk günlerde ‘Bu da nereden çıktı?’ desin siz devam
edin. Netice bir ay sonra alınacaktır.
Çetinoğlu: İbâdetle
alâkalı olarak neler söyleyeceksiniz?
Akgün: Kur’ân-ı
Kerîm insan makinasının kullanma târifnâmesidir. Kur’ân’a göre hareket eden
mutlu olur.
Her fabrika yaptığı makine veya cihazın yanına küçük bir kitapçık
koyar. Bu kitapçığın mânâsı; ‘bu
makinadan randıman almak istiyorsanız bu târifnâmeye uygun hareket edin’
demektir. İnsan makinasını yaratan Cenab-ı Allah da Kur’ân-ı Kerîm’i göndermiş,
‘insan denen varlık iki dünyada da mes’ut
ve bahtiyar olmak istiyorsa bu kitaba göre hareket etsin’ demiştir. Aksi
halde ne olur diye sormaya kalkmayalım, ne olduğunu görmüşüz, görüyoruz.
İnananların o kitaba göre hareket ettiği dönemlerde nasıl mutlu olduğunu târihler
açıkça yazıyor. Keşfedileni yeniden keşfetmeye gerek yok.
İbâdetlerin ahirette kazandıracağı nimetler ayrıdır. Biz
dünyada mes’ut olabilmek için de ibâdetlerin yapılmasını vazgeçilmez şart
olarak görüyoruz. Delilimiz de her türlü şana şöhrete, her türlü paraya mülke
sâhip oldukları halde mutlu olamayıp intihar eden meşhurlardır. Dizel motorun
yakıtı mazottur. Çok seviyor olsanız bile siz onu sütle, zeytinyağı ile
tereyağıyla çalıştıramazsınız. İnsanı yaratan Allâh (c.c.) da insanın ancak
Allah’ı zikirle, ibâdetle mes’ut olacağı kanununu koymuştur. İnsanı ne kadar
severseniz sevin, onu ibâdetsiz, Kur’ân’sız, zikirsiz mutlu kılmanız mümkün
değildir.
Dünyada bir kısım evlerin cehennem şubesi, bir kısım evlerin
de cennet şubesi olduğu bir gerçektir. Şâyet bizim hânemiz cehennem şubesi ise
onu cennet şubesine çevirebilmek için haramlardan vazgeçmemiz, hatâlarımızdan
özür dilememiz, benliklerden kurtulmamız, Allâh’a ibâdet etmemiz vazgeçilmez
görevlerdir. Bunları yapmak mı, devamlı cehennem şubesinde yaşamak mı daha
zordur, takdiri size bırakıyorum.
Çetinoğlu: Bâzı
insanlar serbestiyet taraftarıdırDisiplini sevmezler. Ailede disiplin hakkında
neler söylemek istersiniz?
Akgül: Evin
disiplini, erkek ve eşi ile birlikte oluşturulur. Hanımlar beylerinin,
çocukların daha iyi yetişmesi için koyduğu veya birlikte hazırladıkları disiplin
kurallarını bozmaya ve hafifletmeye, yumuşatmaya teşebbüs etmemeliler. . Bunu
yapmakla çocuklara merhamet etmiş olmazlar. Ölçüsüz bir merhamet gösterilmiş
olunur ki o da merhamet değildir. Unutmayın ki çocukların annesi ise, evin beyi
de çocukların babasıdır, düşmanı değil.
Çetinoğlu: Hocam,
diyelim ki tasfiyelerinize harfiyen riâyet edilmesine rağmen beklenmeyen
gelişmeler oldu ve aile yıkılmaya yüz tuttu. Bu durumda neler yapılabilir?
Akgül: Eşler işin
başında çok iyi anlaşabiliyorken, biribirinin bazı huy ve davranışlarına vakıf
değilken daha sonra eşinin bazı davranışları hoşuna gitmiyor
Bu durumda hemen
boşanmak üzere mahkemenin yolunu tutmak yerine, ‘Biz üç günlük dünya hayatı için evlenmiş değiliz ki, sonsuz ahiret
arkadaşlığı için evlendik, sonsuzun yanında 30-40 senenin ne hükmü olur,
biribirimize katlanalım, sonsuz ahiret arkadaşlığımız bozulmasın’ deyip
yuvayı yıkılmaktan kurtarmamız lazım. İşte ilahi ferman:
‘Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz
çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir
günah yoktur. Sulh (Uzlaşma) hayırlıdır. (Nefisler ise kıskançlığa ve bencil
tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı
gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Nisâ
Sûresi, 128)
Çetinoğlu: Her şeyin
yolunda olduğu ailelerde ‘Bizim yuvamız
yıkılmaz’ rehâvetine kapılıp, alâkayı gevşetenler, kaba davranışlara yeltenenler olabiliyor.
Akgül: Kimse benim
yuvama bir şey olmaz demesin. Bazen ilerleyen yaşların getirdiği davranış
bozukluklarından dolayı, bazen evlat veya torunların, tahsil, evlenme
konularından dolayı 30-40 senelik yuvaların da yıkıldıklarına şâhit oluyoruz.
Onun için ‘Benim yuvama bir şey olmaz’ denilmemeli. ‘Uzun süre iyi şartlarda devam eden yuvalardan yıkılanlar olabiliyor,
bizim de başımıza böyle bir şey gelebilir.’ deyip tedbirli olunmalıdır.
Yuvanın yıkılmaması için; ‘Bu da geçer, biz bu bâdireyi atlatırız.’ Düşüncesi,
evliliğin devamından ümidini kesenlere can kurtaran simidi olarak kabul
ettirilmeye çalışılmalı.
Herkes bilmeli ki problemsiz aile, birbirine hiç küsmemiş
eşler yoktur. Her evlilikte aile içi
problemler olabilir, olmaktadır. Bunları
dünyanın en büyük problemi olarak görmek yerine ‘beterin beteri var, bu da geçer’ diyebilmek, yuvayı yıkılmakta
kurtarır.
Çetinoğlu: Farz
edelim ki bütün yollar denendi. Olmuyor, evlilik müessesesi yürümüyor. Son çâre
ne olabilir?
Akgül: Eşler
boşanma dâvâsı açmadan önce, fiilen ayrılabilirler. Birbirlerinden uzakta,
ayrılığın nasıl bir şey olduğunu deneyerek öğrenirler.
Hanım çocuklarıyla birlikte baba evine gider. Muhtemelen
görür ki, baba evi, evlenmeden önceki baba evi değildir. Bey akşam olunca evine
gelir, bakar ki ev eşi ile birlikte, iyi ve kötü günde birlikte yaşadıkları ev
değildir. Tekrar bir araya gelme ihtiyacı büyük bir ihtimalle, ikisinde de
galip hâle gelir, yuva yıkılmaktan kurtulur.
Buna rağmen olmadıysa…
Ya iyilikle geçinmek veya güzellikle ayrılmak yolundan
birini seçerler.
MUSTAFA 1950 Mustafa |