Kalemle Kılıç Karşı Karşıya

90

İşte böyle bir zamanda, belâgatın / kusursuz güzel sözün en
revaçta / en geçerli olduğu bir sırada, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan / beyan ve
açıklamalarıyla, akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’an nüzul etti /
vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e indirildi. Nasıl ki Hz. Musa zamanında sihir, Hz.
İsa zamanda tıp revaçta ve gündemde idi. Mucizelerinin en mühim ve önemlileri o
cinsten geldi.

     İşte o vakit Arap
bülegasını / edebiyatçılarını, Kur’an’ın en kısa bir suresine mukabeleye /
karşılık vermeye davet etti / çağırdı. Onlara meydan okudu ve hâlen de
okumakta. Damarlarına şiddetle vurdu ve hâlen de vurmakta. Gururlarını dehşetli
surette kırdı ve hâlen de kırmakta. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor /
küçümsüyor, hafife alıyor ve hâlen de almakta.

     İşte, eğer muaraza
/ sözle mücadele mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla
muaraza edip / aynı tarzda sözlerle karşı çıkıp davasını iptal etmek / bozup
çürütmek gibi rahat bir çare varken; en tehlikeli, en müşkülâtlı / zorluklarla
dolu muharebe / savaş tarikı / yolu ihtiyar edilsin / seçilsin?

     Evet, o zeki
kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en
kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin de, en tehlikeli ve bütün mal ve
canını belâ ve sıkıntılara sokacak uzun bir yolu ihtiyar etsin / seçsin! Olacak
şey mi? Hem kabil midir?

     Çünkü edipler;
âyetlere karşı daha edebî veya hiç olmazsa onlara eşit olabilecek birkaç belâgatli
sözle muaraza edebilse / Kur’an âyetlerine karşı sözle karşı çıkabilse idiler,
Kur’an; dâvâsından vazgeçer / cayardı. Onlar da maddî ve manevî helâketten /
yıkılıp mahvolmaktan kurtulurdu.

     Hâlbuki muharebe /
savaş gibi dehşetli / korku dolu, uzun bir yolu ihtiyar ettiler / seçtiler!
Demek ki, muaraza-i bilhuruf / söz ve fikir ile karşı gelmek mümkün ve olası
değildi. Muhal / imkânsız ve olmayacak bir husustu. Onun için muharebe-i
bissüyufa / kılıçla, kuvvetle ve silâhla karşı gelmeye mecbur oldular.
Kendilerini buna zorunlu hissettiler.

     Oysa Kur’an’ı
tanzir etmek / benzerini ve taklidini yapmak için, gayet şiddetli iki sebep
vardı: Birisi, düşmanın hırs-ı muarazası / karşı koyma hırsı, diğeri
dostlarının şevk-i taklidi / benzerini yapma arzusudur ki; şu iki saik-i şedit
/ şiddetli sevk edici altında, milyonlarca Arabî kitaplar yazılmış ki, hiç
birisi Kur’an’a benzemez. Âlim olsun, âmî / okumamış cahil olsun, her kim ona
ve onlara baksa katiyen diyecek ki:

     “Kur’an, bunlara
benzemez. Hiç birisi onu tanzir edemez / benzerini ve taklidini yapamaz.”

     Şu halde, ya
Kur’an, bütününün altındadır. -Bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakı / fikir
birliği ile battal / işe yaramaz, boş, muhal ve imkânsızdır.- Veya Kur’an o
yazılan umum kitapların fevkinde / üstündedir. 

     Eğer desen:

     “Nasıl biliyoruz
ki, kimse muarazaya / sözle karşılıklı mücadeleye teşebbüs etmedi / girişmedi.
Kimse kendine güvenemedi mi ki, meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı fayda
etmedi?”

     Elcevap:

     “Eğer muaraza /
sözle karşılıklı mücadele mümkün olsaydı, alâküllihâl / ister istemez kat’î
teşebbüs edilecek / sözle karşı koymaya girişilecekti. Çünkü izzet, şeref ve
namus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi / buna
girişilseydi, alâküllihâl / ister istemez kat’î / kesin olarak taraftarları pek
çok bulunacaktı. Çünkü hakka muarız / karşı çıkan ve muannit / inatçı olanlar;
daima kesretli / çoğunlukta idiler. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihâl / ister
istemez iştihar edip / şöhret bulacak herkes tarafından bilinecekti.

     “Çünkü küçük bir
mücadele / çelişme, atışma; beşerin / insanın nazar-ı istiğrabını / hayretle
bakışını celp edip / kendine çekip, destanlarda iştihar eder / her tarafta
duyulurdu. Şöyle acip / hayret verici, şaşırtıcı bir mücadele ve vukuat / olay
ise gizli kalamaz. İslamiyet aleyhinde ta en çirkin ve en şenî / en fena
şeylere kadar nakledilir, meşhur olur / herkesçe bilinir.

     “Hâlbuki muarazaya
/ sözle mücadeleye dair Müseylime-i Kezzab’ın / peygamberlik iddiasında bulunan
yalancının bir iki fıkra, hikâyecik ve şiirinden başka bir şey nakledilmemiş. O
Müseylime’ de, çendan / gerçi belagat / kusursuz söz söyleme varmış, fakat
hadsiz / sınırsız bir hüsnücemale / güzelliğe malik ve sahip olan beyan-ı
Kur’an’a / Kur’an’ın beyanına nispet edilince; Kur’an’la karşılaştırılınca
Müseylime’nin sözleri ancak hezeyan / saçma sapan konuşma suretinde tarihlere
geçmiştir. İşte Kur’an’ın belagatindeki / sözün düzgün, güzel olmasındaki icaz
/ mucizelik, katiyyen / kesin olarak O’na erişilmezlik sağlıyor. İki kere iki
dört edercesine bu gerçeği teyîd ediyor / doğruluyor.”

Önceki İçerikTürkçülük Eğitim ve Liyakat
Sonraki İçerik‘Huzurlu ve Saadet İçerisindeki Yuva Cennetin Dünya Şubesidir.’ İstanbul Müftülüğü Baş Vaizi Mustafa Akgül Anlatıyor.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.