Hiç Düşündük mü?

97

“Pasif direniş ya da şiddet içermeyen direniş (ahimsa), insanoğlunun sahip olduğu en büyük güçtür. İnsan yaratıcılığının tasarladığı en güçlü silahtan da daha güçlüdür.” (Mahatma K. Gandhi)

Hinduizm’in temel doktrinlerinden birisi olan “Ahimsa”ya uygun olarak Gandhi, İngilizlerin tuz tekelini protesto etmek amacıyla 1930 yılında 24 gün süren bir yürüyüş organize etmiş; bu yürüyüş;  tarihe “Tuz Yürüyüşü” olarak geçmiştir.

Bu politik bir gösteri değildi. Ama bir toplumun hakkına, hukukuna, milli varlıklarını korumak adına sömürgeci İngiltere’ye karşı düzenlenmiş; şiddet içermeyen ama Hindistan’dan çıkıp gitmesine yönelik toplumsal bir tepkiydi.

Özellikle kapitalizmin baş aktörleri Amerika ve İngiltere’nin; yoksul ülkelerin doğal zenginliklerini, enerji kaynaklarını, topraklarını ele geçirmek için uyguladıkları siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri yaptırımlarına, türlü oyunlarına karşı pek çok toplumsal/tepkisel protestolar sayılabilir.

Ülkemizin yakın tarihinde de bazı ülkelerin, devletimiz aleyhine aldıkları haksız kararları protesto etmek adına milletçe sergilediğimiz, milli duruşumuzu gösteren benzer tepkiler yaşanmıştır.

Örneğin; 1998’de P.K.K. terör örgütünün başı bebek katili, eli kanlı Abdullah Öcalan’ı, İtalya’nın Türkiye’ye teslim etmemesi nedeniyle, İtalyan mallarına karşı milletçe bir boykot başlatılmıştık. Bu boykot süresince İtalya’dan yapılan ithalatımız yüzde 30 oranında düşmüştü.

Çok değil, bundan yedi yıl önce;

22 Aralık 2011’de Fransa Parlamentosu’nun sözde soykırım yasasının inkârını suç sayan yasayı kabul etmesiyle birlikte Türkiye’nin her kesiminden toplumsal tepkiler yükselmiş;

Siyasi tepkilerin yanı sıra başta iş dünyası olmak üzere; ‘Fransız mallarını almayalım’ çağrıları yapılmıştı. O dönemde kozmetikten gıdaya, bankacılıktan oyuncağa kadar hemen her alanda Fransız ürünleri Türkiye’de bulunurken, bine yakın Fransız şirketi ülkemizde faaliyet gösteriyordu…

İş dünyamızın temsilcileri boykot kararının uygulanmasıyla Fransız ekonomisinin ciddi şekilde etkileneceği görüşünde birleşirken, vatandaşlarımızın bu tepkiselliğini desteklemişler; sonuçları oldukça etkili olmuştu.

Ülkemizin yaşadığı terör sürecine bakıldığında;

Başta PKK-PYD-YPG-DEAŞ-FETÖ terör örgütleri olmak üzere; DHKP/C-MKP-TKP/ML-MLKP vd. terör örgütlerinin insanlarımıza, ülkemizin ekonomik yapısına verdiği zararın büyüklüğü ortadadır.

Terörün ülkemiz ekonomisine vermiş olduğu zararın maddi anlamda mutlaka bir karşılığı vardır. Ancak bu hain terör örgütlerinin insanlarımıza, insani değerlerimize, milletimizin birlik ve beraberliğine, milli, manevi dünyamıza verdikleri direk, ya da dolaylı zarar ne ile ölçülebilir?

1984 yılından beri terör belasıyla uğraşan devletimizin; bu uğurda seve, seve evlatlarını feda edip de, ”vatan sağ olsun” diyebilen böylesine yüce bir milletin, canından canı giden Şehit analarının, babalarının, eşlerinin, evlatlarının, diğer aile fertlerinin yangın yerine dönen yüreklerindeki ateşi söndürmek mümkün müdür?

Suriye iç savaşıyla birlikte;

Irak’ın kuzeyinden başlayarak, Suriye sınırımızın ötesinde yapılanmaya başlayan ama asıl amacı bu bölgede; ”sözde bir Kürt devletini” kurmak olan; PKK-PYD-YPG terör üçlüsü ile bunlara destek veren DEAŞ kelle avcılarının bölgesel faaliyetleri; ulusal egemenliğimizi tehdit eder hale geldiğinden beri; devletimiz bu alçaklara yönelik ezici gücünü kullanmaya başlamıştır.

Yaklaşık bir aydan beri Suriye sınırımızın ötesinde; Mehmetçik, ÖSO güçleriyle birlikte tamamen terör çetelerini temizlemeye yönelik bu harekâtına başarıyla devam etmektedir.

Bu süreçte milletimiz, tek bir yumruk halinde bu operasyonu desteklemektedir. Devletimizi yönetenler; bu terör yapılanması tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar, operasyonların devam edeceğini açıklamışlar, çok da doğru yapmışlardır.

Bu terör belasını destekleyen iç ve dış odaklar hepimizce bilinmektedir. Zaten onlar da bunu saklamamaktadırlar!

Amaçları birdir, birbirinin aynıdır. İstedikleri şey; bu coğrafyada gelişen, çağdaş yarınları yakalayan birlik ve beraberlik içinde büyüyen bir Türkiye olmamalıdır.

Amerika’nın, İngiltere’nin, Mondros’u aziz milletimize yaşatan, Sevr ile bizi dünya coğrafyasından silmek isteyen bildik Avrupa ülkelerinin bu terör örgütlerine verdiği desteği, bu ülkelerin siyasi yaklaşımını, şer odaklarının ülkemize verdikleri zararı unutmak, görmezden gelmek mümkün müdür?

ABD yaptığı açıklamalarıyla; Suriye’de bu terör örgütleriyle kucaklaşmakta, bu alçakları Amerika’nın sadık dostu olarak tanımlamaktadırlar! Bu hainler sürüsüne Amerika’nın verdiği eğitim, yapmış olduğu tırlar dolusu malzeme, silah yardımı ne içindir?

Artık her şey ayan beyan ortadadır! ABD emperyalizmi Ortadoğu’da kendi kapitalist çıkarlarını koruyacak uydu bir devleti, ”sözde Kürt devletini” kurmanın rüyasını görmektedir!   Ancak devletimiz, hiç de beklemediği şekilde bu Amerikan rüyasını kâbusa çevirmiştir.

Devletimizin terör örgütü olarak açıkladığı PKK-PYD-YPG üçlüsünü, Amerika’nın bölgesel müttefikleri olarak tanımlaması; ABD’nin nasıl bir dostumuz olduğunun çarpıcı göstergesidir! Zaten böylesi dostluk düşman başınadır.

Artık ok yaydan çıkmış, Türkiye kendi göbek bağını kendisi kesecek güçlü bir devlet olduğunu; Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında, Afrin harekâtıyla da göstermiştir.

Ülkemiz son terörist yok edilinceye kadar Membiç’e de, Fırat’ın doğusuna da gideceği mesajını çok net vermiştir.

Pekiyi, böyle bir dönem yaşanırken;

Tıpkı 1998’de İtalya’ya, 2011’de Fransa’ya uyguladığımız gibi; devletimize karşı böylesine hasmane tutum içinde olan Amerikan yönetiminin; USA menşeli mallarına/yiyeceklerine karşı tüketiciler olarak bir boykot başlatmayı hiç düşündük mü?

Her gün yediğimiz Amerikan fast-food’undan yemediğimizde, cola’sından içmediğimizde karşımıza çıkacak tabloyu düşünebiliyor musunuz?

Sadece bu iki kalemden milyonlarca ret, milyonlarca USD zarar. Kullandığımız Amerikan menşeli diğer ürünlerini de düşündüğünüzde?

Aslında bunların yerine koyacağımız o kadar güzel yerli yiyeceklerimiz/içeceklerimiz/mallarımız var ki.

Bu tepkisel yaklaşım tabii ki, bu ürünleri satan iş yerlerine değil, oralarda satılan Amerikan menşeli ürünlere olmalıdır. Böylesi ürünleri satan iş yerleri, belki bir süreliğine mağdur olabilir!

Ancak sınırlarımızın ötesinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden, Mehmetçiklerimize ateş açan bu terör örgütlerine eğitim veren, silah sağlayan bu had bilmez Amerikan yönetiminin devletimize verdiği zarar düşünüldüğünde; bu mağduriyet nedir ki?

Gerekirse bu mağduriyeti, yerli ve milli söylemlerle milletimize çağrılarda bulunan siyasi erk, uygulayacağı mali kolaylıklarla da giderebilir.

Afrin harekâtının 24’ncü gününde TSK’den yapılan açıklamada; 31 vatan evladımızın Şehit olduğu, 142 evladımızın yaralandığı bildirilmiştir. Şahadet mertebesine erişen tüm kahramanlarımıza Allah’tan rahmet,  yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Milletçe başımız sağ olsun.

Ama ABD, bu hainlere hala destek olmakta; bu terör sürülerine verdiği/vermeye devam ettiği silahların namlusu, Mehmetçiklerimize çevrilmiş ateş etmeye devam etmektedir.

Bu arada ülkemizde yiyeceklerinden, temizlik malzemesine, elektronikten, giyimine türlü Amerikan menşeli mallar da tüketilmeye devam edilmektedir…

İşte tam da bugünlerde, milletçe Amerikan mallarının kullanılmaması yönünde yapacağımız yerli ve milli tercihimiz; bu had bilmez Amerikan yönetimine çarpıcı bir mesaj olacaktır.

Hiç düşündük mü?

 

 

Önceki İçerikAfrin Öncesi ve Sonrası
Sonraki İçerikOrtak Akıl ve Devlet Tecrübesi
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.