Giriş var, çıkış yok: İstakoz sepeti demokrasisi

98

Tabiat bilimlerinde kanunların sınırları ve şartları vardır. Su yüz derecede kaynar- ama basınç bir atmosfer ise. Yoksa Erzurum’da 94 derecede kaynar, düdüklü tencerede 125 derecede. Toplum bilimlerinin kanunlarında sınırlar daha da karmaşıktır. Toplum bilimlerinin kanunları öldürülebilir Ekonominin temel kavramı piyasadır ve temel kanunları da piyasa hakkındadır. Fakat piyasa kutsal bir kimlik değil, istatistiğe dayanan bir sonuçtur. Piyasadan bahsedilebilmesi için birçok satıcının ve alıcının bulunması gerekir. Bir iş kolu cebren veya hile ile birkaç kişinin, meselâ bir mafyanın eline geçip tekelleşse, mafyadan başka iş yapmak isteyenler dövülse veya vurulsa, çete artık malı istediği fiyata satabilir. İstediği kadar kalitesizleştirebilir. Ekonominin temel kanunu öldürülmüştür. Bu yüzden en liberal ülkelerde bile tekelleşmeye karşı rekabet kurulları teşkil edilir, bunlar tekelleşme eğilimlerine müdahale eder. Piyasanın ve onun kanunlarının da sınırları vardır ve bu sınırların kırıldığı hallerde piyasa, bütün faydalarıyla birlikte çöker. Artık iş hırsızlara, zorbalara ve mafyaya kalmıştır.Demokrasi: Kitlelerin bilgeliğiJames Surowiecki, Kitlelerin Bilgeliği[1] kitabında, kalabalıkların doğru karar vereceğini düzinelerce misalle anlatır. Misallerden bir kısmı insanı şaşırtır. Biri 1906’da İngiliz bilim adamı Francis Galton’un bir deneyi. Galton, bir çiftçi fuarında 800 kişiden, bir öküzün kesilip hazırlandıktan sonraki ağırlığını tahmin etmelerini ister. En doğru tahmini yapana ödül verilecektir. Tahminlerin ortalaması 1197 pounddur. Öküzün kesilip hazırlandıktan sonra tartıldığında bulunan ağırlık ise 1198 pound! Kalabalık binde birden az bir hatayla doğru tahmin yapmıştır. Buna en çok şaşıran antropolog Galton’dur çünkü o insanların ne kadar aptal olduğunu anlatır durur. Kitaptaki başka bir örnek, 1968 yılında denizde kaybolan ABD denizaltısı Scorpion’u bulmak için girişilen çalışmadandır. Okyanus uzmanları, denizcilik ve denizaltı uzmanları küçük gruplar hâlinde çalışa dursunlar, bir subay, birincileri de içine almakla beraber daha da geniş, yüzlerce kişilik bir gruba eldeki bütün bilgileri açar ve denizaltının nerede battığını tahmin etmelerini ister. Yirmi mil genişliğinde ve binlerce fit derinliğinde bir bölge üzerinde tahmin yapılmaktadır. Aylar sonra denizaltı tespit edildiğinde, bulunduğu yer geniş grubun tahmininden sadece 200 m uzaklıktadır!Surowiecki’nin tezi, bir bakıma demokrasinin savunmasıdır. Belirli şartlar sağlanırsa kitleler doğru kararlar verir. Bu şartların ne olduğuna az sonra geleceğim. Yazar kitabına isim verirken aklında Gustav Le Bon’un “Kitle Psikolojisi” klasiğine cevap vermek vardı. Le Bon, kitlelerin tek tek insanların toplamından daha aptal olduğu kanaatindedir ve Avrupa’da ve Amerika’da demokrasinin tercih edilmesini şaşkınlıkla ve büyük bir hata diye izlemektedir. Le Bon muhtemelen bizim ulu liderlerin Salı günleri irat ettikleri grup nutukları ile idare edilen parti sistemimize hayranlık duyardı. İstakoz sepeti demokrasisiDemokrasi en basit haliyle yönetimin seçimle gelip seçimle gittiği idare şeklidir. Ülkede, partide veya dernekte. Seçme hakkına sahip olanların konuşma, tenkit ve azil hakkına da sahip olmaları tabiîdir. Popper demokrasinin ruhu iktidarın seçimle gelmesi değil, seçimle kolayca gitmesidir der.[2]Demokraside iktidar yolu duble değilse o demokrasi değildir, istakoz sepetidir. İstakoz sepetinin, kenarları içe doğru kıvrık bir geometrisi vardır ve giren istakoz dışarıya çıkamaz. Maalesef bizim demokrasimiz bazı yönleriyle istakoz sepeti demokrasisidir. İnsanlarımız bir iktidarı, bir başkanı, bir büyük lideri bir defa seçti mi artık bunun geri dönüşü mümkün değildir. Bizim bütün liderlerimiz de büyüktür. Ülkeyi, partiyi, derneği batırsalar bile büyük liderlerdir. Gerek partilerimizde gerekse derneklerimizde sepetin ağzını içeri bükmek için şu önlemler alınır: Muhalif şubeleri kapatırsınız. Muhalif şahısları ihraç edersiniz. Sizi seçecek insanları seçersiniz ve onları sizi seçecek konumlara yerleştirir, yetkilerle donatırsınız. Yani sizi seçecekleri dikkatle önce siz seçersiniz. Onlar da sizi seçer. Geçinip gidersiniz. Bazen aksamalar olur. Beni seçer diye yerleştirdikleriniz daha önce ihraç ettiğiniz hainlerin etkisinde kalıp hainleşir. Bunları da ihraç edersiniz ve oyun baştan başlar.Kitlelerin Bilgeliği’ne dönersek: Kitleler doğru kara verir. Olur da kararları yanlış çıkarsa yukarı çıkardığınız ekibi aşağı indirebiliyorsanız ne âlâ… Fakat demokrasinin temelindeki dayanak kitlelerin doğru karar vermesidir. Ancak bu doğru karar verebilmenin şartları, sınırlayıcı kanunları var:

  1. Kitle karar verdiği konuda bilgiye serbestçe ve kolayca ulaşabilmelidir.
  2. Kitle karar verirken baskıya maruz kalmamalıdır.

Bu yazıda sadece (1)’i inceleyeceğim. (2) başka bir yazının konusu olabilir. Basında kartellerBilgiye genelde basınla ulaşılır. Bu yazının maksadı için basını biraz geniş tutalım, yazılı, sözlü, görüntülü basından başka her türlü yayını, kitapları nihayet İnternet’i de basına dâhil edelim.Toplumun sağlıklı haber alabilmesi için gereken, her görüşteki basın organının kendi fikrinde serbestçe yayın yapabilmesidir. Basının bütün organlarının tarafsız olması gerekmez. İsteyen istediği tarafı tutabilir. Yeter ki tutan da tutmayan da bunu hürriyet içinde yapabilsin. Bazen basın, birkaç kartelin veya tek bir grubun eline geçer. Bu muhakkak ki herhangi bir malın tedarikinin mafyanın eline düşmesinden daha vahimdir. Türkiye’de yarım asırdır basında tekelleşme değilse bile oligopoli vardır. Soğuk harp yıllarında SSCB’nin Türkiye stratejisi, ülkede kendisine dost bir hükümeti iktidara getirmekti. Bu şehir veya kır gerillası ile, asker-sivil aydınların düzenleyeceği bir ihtillalle veya seçim yoluyla yapılabilirdi ve hepsi denendi. 1960’lı yıllardan başlayarak bir taraftan devletin resmî yayın kuruluşu TRT, diğer taraftan – tuhaftır-büyük sermaye desteğindeki basın, kadrolarını SSCB veya Çin siyasetini destekleyen elemanlarla doldurdu. Soğuk harp boyunca büyük basın ve devlet yayını genellikle tek taraflıydı. Üstelik radyo ve televizyon devlet tekelindeydi. Stiftung basınıBir nesilden, yani yirmi yıldan uzun süre bir alana hâkim olan kadrolar kendi kendilerini yeniden üretir. Yarım asır boyunca Türkiye’de hâkimiyet kuran tek taraflı “basın”ın kadroları da kendilerini kopyalayarak ürediler. SSCB’nin çöküşünden sonra da bu ekolün hâkimiyeti sürdü. ABD ve AB için bunlar milliyetçi unsurlarla kıyasla daha rahat anlaşabilecekleri zihniyetlerdi. AB ve ABD, onlara bir adım yaklaşınca eski ihtilalciler iki adım attı ve önemli bir kısmı bu sefer “liberal” olarak kariyerlerine devam ettiler.Edebiyatın papyonlu mafyasıKarteller sadece habercilikte değil, kitap yayıncılığında da hâkimdir. Televizyon- gazete- yayınevi- kitapçı zinciri şeklinde hem yatay hem düşey entegrasyonla kendileri hâricindekilere pek az yer bırakırlar. Sonra kimin şaheser yazdığını, kimin en çok satan olduğunu da bir cins entelektüel mastürbasyonla kendileri belirlerler. Edebiyattaki tekelin ele alındığı bir incelemede ödüller ve jüriler hakkında şu sonuçlara varılmaktadır:[3]

  1. Türkiye’de edebiyat ödülleri birkaç kişinin kişisel kontrolü altındadır.
  2. Ödül jürilerinin büyük çoğunluğu hep aynı insanlardan oluşmaktadır.
  3. Ödül jürilerinin çoğu yarışmacıların eserlerini okumamaktadır.
  4. Ödül vermede, edebiyat dışı ölçütler kullanılmaktadır.
  5. Verilen bazı ödüllerden, ödül jürisi dahi haberdar değildir.

Bu diktatörlerin elinde Türk romanı anlatılırken meselâ Peyami Safa unutulabilmekte, en büyük şair anketinde komünist olmadığı için Yahya Kemal, Nazım Hikmet’in binde biri kıymetinde görülmektedir. State Department’ın yazarlık okuluGünümüzün dünyasında hür bilgilendirmenin önündeki bir başka engel, bilgiyi kontrol altına alan başka bir kuvvet daha vardır. Emperyal erişime sâhip devletler bilgi evrenini de bir harp sahası olarak algılamakta ve noosfer[4] dedikleri bu kâinatta da “gerçek bir harp”[5] yürütür gibi davranmaktadırlar. Bu harbin araçları çeşitlidir. Hedef ülkelerdeki aydınlar vakıflar (İngilizce foundation, endowment; Almanca stiftung), dernekler, burslar, araştırma projeleri vasıtasıyla yönlendirilir. Kaabiliyetli gençler seçilir, emperyal merkezde veya merkezin yerel uzantısı olan okullarda yetiştirilir. Bu son faaliyette misyoner okulları, Osmanlı döneminden beri etkilidir. Iowa Üniversitesi’nde yabancı öğrenciler için tamamen ABD Dış İşleri Bakanlığı’nca fonlanan parasız yatılı bir yazarlık okulu vardır ve 135 ülkeden 1400’ün üstünde yazar adayı yetiştirmiştir. Bu okulun iftihar ettiği mezunlarından birisi bizim Orhan Pamuk’tur.[6]Bilgi hür değilse seçim anlamsızlaşırHürriyetsiz demokrasilerde, iktidar kendi basınını kurar. Dış dünyanın şaka yollu “yarı resmî” dediği, bizim havuz medyası diye tanıdığımız basın tarzı budur. Diğer tarafta da düşündüğünü yazmaktan endişeli, tehdit altındaki basının geri kalanı bulunur. Zamanla bu ikinci de hizaya gelir veya yok okur. Basın toplantıları iktidar sahibinin nutuk attığı, sadece akredite gazetecilerin dinleme ayrıcalığına kavuştuğu tek taraflı mitingimsi toplantılardır. Soru ya sorulamaz yahut sorulur da, ne sorulacağı ve ne cevap verileceği önceden bellidir. Basın toplantılarının zabıtları resmî görevlilerce hazırlanır ve “buyurun haberler bunlar” diye akredite gazetecilere dağıtılır. Video kayıtlarında da aynı işlemler tekrarlanır. Bu yolla dil sürçmeleri bile düzeltilir.Hürriyetsiz demokrasiSeçmenin doğru seçim yapabilmesi için iki şart koymuştuk: 1) Hür bilgi, 2) Serbest karar. Hür bilgi bu derece yok edildikten sonra serbest kararın da pek anlamı kalmaz. Aslında sağlıksız bilgiler arasında seçim yapmanın bir anlamı yoktur. Yine de zor kullanımı demokrasinin tabutuna son çivileri çakar. Hava hücumları ile tahrib edilen ülkede nihaî işgal için postalların yere basması gibidir.Zor iki cinstir. Havuç ve sopa. Havuç, “beni seç, sana menfaat sağlayayım” teklifidir. Ülkemizde bildiğimiz şekliyle kömür, bulgur dağıtımı… Belediyeye olan borçlarının silinmesi. Sopa, “beni seçmezsen başına gelecekler var…” tehdididir. Güneydoğumuzdaki gibi. Hürriyetsiz demokrasinin zor kullanımı yönü başka bir yazının konusudur. “Hürriyetsiz demokrasi ~ Illiberal Democracy” Fareed Zakariah’nın tabiridir. [7] Seçim yapılan, fakat her seçimde aynı adamın %99’larda oy alarak iktidara geldiği, büyük lider ölünce yerine oğlunun geçtiği, genellikle Asya’da ve Arap ülkelerinde sayısı gittikçe artan rejimlere verilen addır. ____________________________________[1] James Surowiecki , “Wisdom of Crowds”, Anchor Books, Doubleday, 2005. [2] In 1988 The Economist, 23 Nisan 1988. Önemine binaen dergi eski röportajı sitesinde tekrar yayınladı: http://www.economist.com/blogs/democracyinamerica/2016/01/karl-popper-democracy [3] http://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/#ixzz48QTlpwmA [4] John Arquilla ve David F. Ronfeldt, “The Emergence of Noopolitik : Toward an American Information Strategy” RAND Millî Savunma Araştırma Enstitüsü, ABD Savunma Bakanlığı, Genel Kurmay, Birleşik Kuvvet Komutanlıkları ve Savunma ajansları ile yapılan DASW01-95-C-0059 kontratı ile desteklenmiştir. [5]J. Michael Waller, “Fighting the war of ideas like a real war”, The Institute of World Politics Press, 2007. [6] http://spectator.uiowa.edu/2011/november/iwp.html [7] Fareed Zakaria, “The Future of Freedom- Illiberal Democracy at Home and Abroad”, W. W. Norton & Co., 2003.