Ey İman Edenler! İman Ediniz! (3)

47

     Âyette ”İman
edenlerin, iman etmeleri.” istenirken;

     İnsandan; imana /
inanca ait tüm meseleleri yakînî / kesin bir şekilde;

     İlme’l-yakîn /
kesin bir ilim ve bilişle, sonra ayne’l-yakîn / görerek, görürcesine, bu da
yetmez; hakka’l-yakîn / bizzat yaşayarak, tam bir özümseme ruhu içinde bilmesi,
yaşaması; tedrîcen / aşama aşama gerçekleştirmesi isteniyor.

     Yani taklidî /
sözde imandan, tahkikî / gerçek iman ve inanca geçmesi, ona doğru yürümesi
bekleniyor. Böylece sarsılmaz bir imana sahip olması öngörülüyor.

     Çünkü ancak bu
şekildeki bir iman; letaif-i insaniyeye / insanın lâtif duygularına nüfuz eder
/ işler.

     Zira âyetin işaret
ettiği gibi, iman / inanç yalnız ilim ile değil; imanda çok letaifin /
lâtifelerin / ince, lâtif duyguların hissesi ve payı var.

     Nasıl ki; bir
yemek muhtelif / çeşitli âsâba / sinirlere, muhtelif bir surette inkısam edip /
kısımlara ayrılıp tevzi olunuyor / dağıtılıyor.

     İlim ile gelen
mesail-i imaniye / iman meseleleri de, akıl midesine girdikten sonra, derecata
/ derecelere göre ruh, kalb, sır / gizli hakikat, nefis ve hakeza / bu gibi
letaif / ince, hassas duygular kendilerine göre birer hisse / pay alır,
masseder / emer, tam manasıyla içselleştirir.

     Eğer onların
hissesi / payı olmazsa noksan kalır. Kemalde bir iman olmaz. İnsanda henüz
olgun bir hâl almış sayılmaz.

     İmam-ı Rabbanî
kalb, ruh, sır, hafi, ahfa  gibi, insanda
anasır-ı erbaa denen dört unsurdan yani toprak, hava, su, nur ve ateşten
bahsetmiş;

     Her bir unsurdan o
unsura münasip / uygun bir latife-i insaniye / insana ait duyguları nazara vererek;
seyr ü süluku / takip edilecek metodu göstermiş.

     Her mertebede bir
lâtifenin terakkiyatı / ilerleme ve yükselişi ve ahvalinden / hallerinden
icmalen / özet olarak bahsetmiş.

     İnsanın mahiyet-i
camiasında / çok vasıfları içinde toplamasında ve istidat-ı hayatiyesinde /
hayat kabiliyetinde, çok letaif / lâtife ve duyguların olduğunu söylemiş. 

     Onlardan on tanesi
iştihar etmiş / meşhur olmuş. Hatta hükema / âlim ve bilginler ve ulema-i zahir
/ zahir uleması / Kur’an’ın zahir manasına göre hakikatleri değerlendirenler
dahi,

     O letaif-i
aşerenin / o on lâtifenin pencereleri veyahut nümuneleri / örnekleri olan

     Zahiri beş duygu
yani tadmak, görmek, işitmek, koklamak ve dokunup duymaktan oluşan havass-ı
hamse-i zahire,

     Havass-ı hamse-i
batına / hayal kuvveti, akıl, vehim, hafıza, meydana getirici hayal kuvvetinden
ibaret olan havass-ı hamse-i batına denen kalbe bağlı gizli beş duyu diye

     O letaif-i aşereyi
/ o on duyguyu başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.

     Hatta avam / halk
ve havas / seçkinler beyninde / arasında taarrüf etmiş / bilinmiş olan insanın
letaif-i aşeresi / on duygusu,

     Ehl-i tarikin /
tarikat yolunda olanların letaif-i aşeresi / on lâtifesi ile uygunluk
içindedir.

     Meselâ insanın
içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten
elem duyan manevi his olan vicdan,

     A’sab / sinirler,
his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye / cinsî istek kudreti. Yemek, içmek, konuşmak
uyumak gibi kabiliyetler,

     Kuvve-i gadabiye /
kızmak, öfkelenmek kuvveti gibi letaif-i kalb / kalbe ait duygular;

     Ruh ve sırra ilâve
edilse, letaif-i aşereyi / on duyguyu başka bir surette gösterir.

     Daha bu letaiften
/ lâtife ve duygulardan başka saika / sevkedici, şaika / şevke getirici ve
hiss-i kable’l-vuku / olmadan önce kalbe doğan his gibi, çok letaif / lâtife ve
duygular var.

      Evet, iman; inanç
seviyesinde kalırsa; onu muhafaza edip korumak güçleşir. İşlenmeyen demirin pas
tutması, çalışmayan insanın hantallaşması gibi. Gereği yapılmayan iman da,
zamanla sönmeye yüz tutar. Fonksiyon ve işlevini kaybeder. Varlığı yokluğu fark
edilmez olur.

Önceki İçerikMilletin Canı da Malı da Feda Olsun
Sonraki İçerikKadınsı…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.