Erzurum’da Bir Kırkıncı Mehmet Var

107

 

İstanbul’dan ilk uzun süreli ayrılışım olacaktı. Yıl 1968 Eylül’ü. İkamet ettiğim Fatih Askerlik Şubesine müracaat ederek 95. Dönem yol emrimi aldım; istikamet Polatlı Topçu ve Füze Okulu. Ankara’da İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ahmet Ergun Bedük’ük kaldığı dersaneye sivil elbiselerimi bıraktım. Her hafta sonu minibüsle Polatlı’dan Kolej’deki 96’lar Sitesine gelerek hem derse iştirak ediyor, hem de hasret gideriyordum dostlarla. Yedek Subay talebe olarak resmi kıyafetle derse iştirak etmem dikkat çekiyordu!. Çünkü askeri elbiseyle gidilmemesi için ikaz edilmiştik. Varsın olsun.

Kış Polatlı’da zorlu geçiyordu. Öğrenci taburumuzda her görüşten üniversite mezunları vardı. Çavuş çıkma korkusu salmıştı etrafı. Örnekleri bir önceki dönem itibariyle acımasızdı. Çünkü sözkonusu bu yıllar ideolojik çatışmaların ve öğrenci hareketlerinin etkili olduğu bir zaman dilimiydi. Hatta Polatlı’da İlahiyatçı-yazar Mehmet Emin Balyan ve Sabri Bey isimli iki arkadaşımızın trafik kazasında hayatlarını kaybetmesi bile değişik yorumlanıyordu. Okul birincimiz İlahiyatçı Seyit Arıcı sürekli sevdiği arkadaşlarına “Yahu biraz ders çalışın, yoksa çavuş çıkacaksınız”diye uyarırdı. Sol öğrenci liderlerinden Aydın Erten de aynı dönem askerdi. Taburumuzda İlahiyatçı Asaf Demirbaş, Gazeteci Kenan Akın da asteğmendi. Son öğrenci maaşlarımızı  Polatlı Topçu ve Füze Okulu içinde inşa edilecek camiye bağışlanmak üzere Asaf Demirbaş’a vekalet vermiştik.

KÜMBET İLE TANIŞIYORUM

Altı ay sonra karlı bir kış gününde kuraları çektik. Önümdeki atama sandığında Gelibolu(Gazeteci İhsan Sümertürk), Şile( Prof. Dr. Celal Yeniçeri) ve Erzurum kalmıştı. Hep içimden dua ediyordum, yakarışım kabul edildi herhalde Erzurum’u çektim. Temmuz ortasında bile karın yağdığını yaşadığım Erzurum’da birbuçuk sene kalacaktım, sevinçliydim. Bir valiz kitapla Erzurum’a gittim. Arı Otel’de kaldım tavsiye üzerine. İlk gittiğim yerlerden biri  de “kümbet” oldu. Koni veya piramit biçiminde damı olan, yuvarlak tarihi bir yapıydı burası. Kubbe biçiminde toparlak kabartılı kümbette birkaç talebe kalıyor ve ders yapılıyordu her zaman.

Kümbet’in talebe sakinleri ikindi sonrası randevu veriyorlardı burası için. “Gel derse katıl, Mehmet Kırkıncı Hoca da gelecek, tanışırsın.” Mehmet Kırkıncı Hoca Efendi’yi burada tanıdım. Başında takke ile kalpak arası bir külahı vardı. Hafif sakallıydı. Orta yaşlı, mütevazi giyimli ve uzun boyluydu. Konuşmasından hemen Erzurumlu olduğunu anlamak mümkündü. Her cümlesinin sonunda bir “Allah Allah” deyişi vardı ki sizi de hayretler içinde bırakır, heyecanlanırdınız. Şefkatli biriydi. Tahminen kırk yaşlarındaydı. Üniversite asistanları ve öğrencilerinin burası bir nevi lokali gibiydi. Şehir ve halk ile de örtüşmüştü. Hele gıdlama şekerle içilen demli çayına diyecek yoktu. Daha sonra tümü Profesör ve rektör olan Ömer Okumuş, Alaattin Sever, Mustafa Kemal Özsoy, Yusuf Vanlı, Cemalettin Atamanalp’ı burada tanıdım.

HEMŞİN PASTANESİ, MTTB VE EMRAH KİTAPEVİ

Erzurum’da önemli bir başka mekan da Rizelilerin Hemşin Pastahanesi’ydi. Milliyetçi, memleketçi görüşe sahip aydınlar da burada toplanır sohpet ederlerdi.  Mehmet Şahin’le (daha sonra Kayseri Üniversitesi Rektörü), Nevzat Kösoğlu’yla, Prof. Dr. Kaya Bilgegil’le, Orhan Okay’la(Prof. Dr)  böyle nasiplendim. Derin sohpetler içinde buldum kendimi.

Üçüncü önemli bir mekan ise Cumhuriyet Caddesi üzerindeki ve orduevinin hemen yanında yer alan Ali Kobaza ve Ömer Eyüboğlu’nun yönettiği MTTB’ydi. Erzurum üniversite kenti olunca önemli hizmet yapıyordu Milli Türk Talebe Birliği. Mekan da çok isabetli seçilmişti. İyi, rahat ve pratik  bir uğrak yeriydi.

MTTB’nin birkaç bina ilerisinde ve aynı sırada Emrah Kitabevi de gençliğin olmazsa olmazlarından bir kültür mekanıydı aynı zamanda. Talebe Bekir Soysal sırtlamış götürüyordu. Emrah’ta en fazla görülenlerden Sucaeddin Erdem ve Osman İnce’ydi aklımda kaldığı kadarıyla. Ama çoğu üniversiteli de Emrah’ın anahtarı vardı, açar içeri girer, müşteriye muhatap olurdu. Kitap, kültür, sinema ve yayın tartışmaları yapılırdı. İstanbul’daki Hareket’in kardeşlerinden Adımlar dergisi de çıtası yüksek Emrah’a özel aylık bir taşra dergisiydi.

Aynı gençler vilayete yakın bir yerde de Ezel Erverdi’nin Nurettin Topçu’dan mülhem Anadolu Fikir Kulübü’nün  müdavimleriydi. Bir anlamda ebedi olduğuna inanılmış bir ruhla Yarınki Türkiye’nin kurucularıydı onlar. Bu eskimez Erzurum evi, şark köşesi ve estetiği görselliğinde döşenmişti.

Ahmet Polat’ın yayınladığı günlük Hürsöz Gazetesi sadece Erzurum’un değil, bölge ve hatta kısmen ülkenin takip edilen önmeli bir ceridesiydi. Muhafazakar kesimin sesi ve soluğuydu. İkisi de rahmetli olan Ahmet Amca’nın oğlu başyazar Mustafa Polat ve yazıişleri müdürü Durdemir Bilirdönmez (Daha sonra Ak Ajans bölge müdürü oldu) yakın arkadaşımdı. Durdemir Bilirdönmez ile her gün buluşur, durum değerlendirmesi yapardık.

ERZURUM, BİR HAKEM VE BİR HAKİM KİŞİ

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi herkese ve herkesime kucağını açmış, kuşatmış bir bir sevgi abidesi, bir alperen, bir alim insandı. Sadece Erzurum’da yaşayanlar için değil, Türkiye’nin neresinde olursa olsun bazı konularda Kırkıncı Hoca’nın görüşüne müracaat edilirdi. Meslek ve meşrep taassubu olmaması bir özelliği ve ayrıcalığıydı. Kendi cemaati için de önemli bir hakemdi aynı zamanda. Konumu, sorumluluğu, dokunulmazlığı ne olursa olsun makam, imkan ve ünvan sahibi herkes ile de rahatlıkla konuşabilen bir halk dervişi erendi, onları ikna etmede mahirdi. Kümbet’te gece yarısına kadar devam eden istişare toplantıları, ders ve çaylı sohpetlerden herkes karlı çıkardı. Çay kümbetin vazgeçilmezlerindendi. İlk defa Kümbet’e gelen için gıdlama çayda sorun yaşamadan ve ikaz edilmeden hemen çay kaşığı gelirdi.

Erzurum’un kar’ı kışı uzun ömürlü ve çok bilinen bir mevsimiydi. Hep merak etmişimdir sabah namazlarında camiye gelenleri. Sabahları caminin dolduğu ender kentlerimizden biriydi galiba Erzurum. Abdest alırken bir sıcaklık akıtırdı cami şadırvanındaki musluklar. Kuşlar donmaktan korkmaz, meydan okurlardı adeta o ilk ışıklarda. Lala Paşa’daki bir sabah namazı İstanbul’da bir selatin camii ferahlığı verirdi.

Kışın tevavih namazları da 30 gün doluydu. Ramazan iftarlarında  özel sofra kurulurdu. Cemalettin Atamanalp (Prof. Dr.) O yıllarda mali müşavirdi. Dışardan merdivenle çıkılan evindeki bir iftarda Erzurum’un mahalli yemeklerini ilk kez tatmıştım. Bunlardan biri cağ kebabı, ötekisi de kadayıf dolmasıydı. İlk işim Erzurum lokantalarında bu iki lezzeti aramak oldu. Şimdi moda olmasına ve ülke genelinde yaygınlaşmasına bakmayın; o yıllarda yoktu işte. Sadece Cumhuriyet Caddesi üzerindeki bir lokanta haftada bir gün sipariş alırdı kadayıf dolması için. Şimdi telefonla bile Türkiye’nin dört bir yanına kargo ile gönderiliyor.

Hemşin Pastahenesi de tanınan yerlerden biriydi. İstanbul’da çok kişi burada aynı endişeleri taşıdığım arkadaşları bulabileceğimi, mutlaka tanışmamı istediklerini ısrarla belirtmişlerdi. Sabah kahvaltılarını burada yapardım. Genelde milliyetçi arkadaşlarımızın, akademisyenlerimizin, müteşebbislerin uğrak ve sohbet yeriydi. Bir defasında Galip Erdem ve Nevzat Kösoğlu’nun sohbetlerine burada iştirak etmiştim.

CEZAEVİNDE BİR İSTANBUL EFENDİSİ DERVİŞ

İstanbul Vefa Lisesi’nde okurken Oktay Demirsöz(Asistan), Hüseyin Coşkun (Zeyrek’te İmam, sonra İş ve İşçi Kurumu Genel Müdürü) gibi velilerimden olan Balıkesirli Dr. Mehmet Akay’ın da yedek subay tabip olarak Erzurum Meraşal Fevzi Çakmak  Hastanesi’nde  atandığını öğrendim. Her gün ziyaretine gidiyor, hasbıhal ediyordum bu İstanbul Beyefendi’si sevgi ve şefkat yumağı, hayır ve yardımsever insanla. Kümbet’te derslere geliyor, üniversitedeki arkadaşlarımızın evlerinde de birlikte oluyorduk.

Bir defasında hastaneye gittiğimde tutuklandığını öğrendim! Hasankale Cezaevi’ne gönderilmişti. Bu aşk adamı gül kadar narin insanın askeri bir suç işlemesi mümkün değildi. Fakat etüd ettiği o kitaplar yok mu en büyük suç işte; Risalei-Nur. Kitap okumak ile  Türk Ceza Kanunu’nun hem 163. Maddesi, hem de 6187. Maddesi ihlal edilmişti!. Doğru Hasankale’ye gittik, Dr. Habip Tosyalı ile. Gerçekten Dr. Akay demir parmaklıklar arasındaydı. Ancak morali yüksekti. Hizmet onun için her yerde vardı. Bu açıdan yok yoktu Dr. Akay’a. Hergün onlarca insan ziyaret ediyordu. Cezaevi Müdürü de şaşırıp kaldı ” Hapishanemiz mescide döndü, bir mektep oldu. Kentimizin ekonomisine bu ziyaretçiler ciddi katkıda bulunuyor, Hasankale’nin şifalı termal sularının tanınmasına da vesiye oluyor. Allah ondan razı olsun! “demez mi?

O yıllarda cezaevindekilerle görüşmük sorun değildi. Hatta birlikte bir müddet kalabiliyor, yemek bile yiyebiliyordunuz. Öyle yaptık. Sonra demir parmaklıklar arkasından, yanında gardiyanı duran fotoğraflarını çektim Dr. Mehmet Akay’ın. Mehmet Akay’ın tutuklandığı,Demoklesin Kılıcı gibi inanların başında duran TCK’nun 163. Maddesi olan bu acımasız rakamı kitabıma isim olarak verdim; Yüzaltmışüç. Fotoğrafı da kitabın sahifeleri içinde yayınladım. Yüzaltmışüç inançları dolayısıyla şehit edilen, tutuklanan, mağdur olan, işkence görün müslümanların resmi ve gayriresmi hikayesiydi. 20 bin bastı ve altı ayda bitti. İki yıl kitap üzerinde çalıştım. TBMM ve Adalet Bakanlığı arşivlerini inceledim, kendi arşivimi ortaya koydum. Telife gelince almadım veya vermediler. Yıl 1974.

ERZURUM ÜNİVERSİTESİ ‘NDE 1969 YILI

Arı Otel’den masraf artınca ayrılıp, tümen misafirhanesine geçtim. Ardından Erzurum Üniversitesi asistanlarının hizmetine verilen Halıcık Enstitüsü misafirhanesinde,  son olarak da üniversite lojmanlarında Suat Yıldırım(Prof. Dr.) ile birlikte kaldım. Daha doğrusu beni konuk etti tezkeremi alana kadar bekar Suat Bey. Sonra da eniştemiz oldu memleketimizden. Kış gecelerinin çok uzun olduğu Erzurum’da akademisyen ikametgahlarındaki akademik sohb

 

etlerin yanında, sosyal, kültürel, dini, aktüel gelişmeler de değerlendirilirdi. Hasan Aksay, Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu konuk edilmişti. Hatta bir de Orhan Okay’ın başkan olduğu yardım sandığı kurulmuş, beni de üye almışlardı. Sandık borç da verebiliyor, ama hedefi; fakir fakat çalışkan öğrencilere karşılıksız burs vermekti. Bölgede geziler de yapıyorduk. Kars’a, Kağızman’a kadar gittik. Prof. Dr. Lütfü Ülkümen de üniversiteye bir cami yapılması için canhıraş çalışıyor, kendisini böyle bir hedefe odaklamıştı. Sonunda başarılı da oldu. Cami ibadete açıldı. Hiç unutmuyorum 1969 yılbaşı akşamı Halkevi’nde Mehmet Akif Ersoy’u anmak için alternatif bir proğram düzenlemiştik. İzleyiciler o soğukta dışarıya taşmıştı. 1970 yılına böyle bir miras ve hatıra ile girdik.

Erzurum Atatürk Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu ile  Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şaban Karataş’ın makamlarını işgal eden Kadir Manga liderliğindeki solcu öğrenciler iki hocanın da makam kürsüsünü yakmışlardı. Halk ise buna tepkisini her iki hocaya yeni makam kürsüleri alarak cevap verdi ve üniversitede bir törenle kendilerine teslim edildi. Ben de apoletsiz bir rahatlama içinde sivillerimi kuşanarak gittim bu törene. Görselliği ve sanatı öne çıkaran solcular Nazım Hikmet’in şiirlerini okuyordu üniversite lokalinde, hamaset ve idealizmin ağır bastığı muhafazakarlar öğrenciler ise Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ı dillendiriyorlardı. Uçlar giderek keskinleşiyordu.

HOCAEFENDİ DİYOR Kİ

Üniversite asistanlık imtihanı açmıştı. Haberi acilen akademik kariyer yapmak isteyen memleketsever gençlere duyurmak gerekiyordu. Gönüllü arkadaşlarla o hafta mektupla, telgrafla haber vermek üzere harekete geçtik. Telefon için saatlerce sıra beklemek gerekiyordu. Otobüs ile Trabzona gitmek belki daha da hızlı olabilirdi. Buna rağmen fedekarlık galip geldi, iletişim büyük ölçüde sağlandı. Hiç uyumayan nakliyeci Vahdettin arkadaşımız bir hafta işini tatil etmiş, Kümbet’te yatıp kalkmıştı.

Bütün bunları niçin hatırladım? ESKADER toplantılarında Mehmet Kırkıncı Hoca Efendi konuktu. Hemşehrisi muallim Mehmet Göllük ile birlikte geldi Timaş Cafe’ye ve uzun bir sohpet içinde bütün bunları hatırladım. Kırkıncı Hoca’nın bütün bu gelişmelerde katkısı ve payı vardı. Sadece bunlar değil, her sorunu uhulet ve suhuletle çözmek gibi bir başka özelliği de vardı ki, çok enteresandır. Aynı duyarlılığı göstermeyenlerin bile hakemliğini yapabilmiştir. İster siyasi veyahut bir başka konu olsun hiç fark etmezdi Kırkıncı Hoca için. Öylesine şefkat ve sevgi doluydu. O akşam ESKADER’de şunlara dikkat çekti;

-Demokrat Parti döneminde dine karşı yeniden bir alaka peyda oldu. Her geçen gün gelişerek de bugünlere gelindi. Risale-i Nur insanlarımız için bir nimet. En çok okunan eserlerdir üstelik. İstanbul işgal edildiği zaman  Hutuvat-ı Sitte’yi yazan Bediüzzaman Said Nursi  Eyüp’te ikamet ederken İsmail Hakkı, Ahmet Naim, Elmalı gibi alimler  sorularıyla sıkıştırdılar. Ancak hepisinin de cevabını verdi üstad. Alimler de Bediüzzaman ismini verdiler kendisine. TBMM kurulduğu zaman Ankara’ya giderek ibadette lakayt gördüğü milletvekillerine namazın önemini anlattı. Paris’te de bir Risale-i Nur Dersahenesi var. Dünyanın bir başka ülkesinde de. Selçuklular bu millete çok hizmet etti. Daha sonra Osmanlı cihan devleti kuruldu ve 600 seneyi aşkın yaşadı.

Mehmet Kırkıncı Hoca hatıralarından da ipuçları verdi;

-Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Gazetesini çıkarmak üzere toplantılar yapıyordu. Erzurum’da da bir himmet toplantısı gerçekleştirdi. Görüşlerini merak ediyorduk. Necip Fazıl memleketi Büyük Doğu’nun kurtaracağını ileri sürdü. Rahmetli Turgut Özal çok akıllı ve istişareyi uygulayan bir devlet adamıydı. Kendi tabiriyle “500 kadar kurmayımdan sadece 15’i faydalı hizmetler verdi. Ötekileri çoban bile yapmazlar” demişti.

SİVAS CEZAEVİ’NDE TAŞRALI MARUFLAR

Kırkıncı Hoca 1950 yılında askere gidiyor. Okumak için arkadaşlarına Risale-i Nur eserlerini verince tutuklanıyor. Sadece bununla kalsa iyi. 1960 Askeri Darbesinde de bütün şehirlerdeki muhafazakar maruf insanların tutuklanması gibi Erzurum’da da Kırkıncı Hoca tutuklanarak Sivas’a sürgün ediliyor. Müezzin Nihat Ferah Kilis’te, Terzi Sait Çekmegil Malatya’da, Saatçi Musa Ankara’da tutuklanıyor. Nihat Ferah’tan duymuştum ismini ilk defa Kırkıncı Hoca’nın, çünkü Sivas Cezaevinde hapishane arkadaşıymış.

Kırkıncı Hoca’nın  Allaha Giden Yollar, Kader Nedir?, Nükteler, Hikmet Pırıltıları gibi çok sayıda yayınlanmış eserleri var. Kırkıncı Hoca’ya göre iman; eğrinin doğruluğu, çirkinin güzelleştiği, uzağın yakınlaştığı mukaddes potadır. Hoca bu eserlerinde hayatın her anını kuçaklayan bir genişlikte, zarif, nazik ifadelerle hep iman üzerinde yoğunlaşıyor.

Erzurum’da, hatta bütün Türkiye’de  çoğu insanın yapı taşı mesabesinde olan Mehmet Kırkıncı Hoca Kader Risalesi’ni şerh etti. Öyle bir alaka gördü ki çalışma, ABD’den bile bin adet istendi. Fethullah Gülen Hocaefendi ile hem hemşehri ve hem de aynı ekole mensup nur talebeleridirler.

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi 85’ni ikmal etmiş, 90 yaşa doğru yol alıyor. Sağlık ve hayırlı bir ömür dilerim kendisine. İnsana yaptığı yatırım ile en güzel mirası bıraktı evlatlarına, yakınlarına, cemaatine, kentine, bölgesine, Türkiye’ye, islam coğrafyasına ve dünya barışına.