23 Nisan daha çok “Çocuk Bayramı”
olarak kutlansa da asıl anlamı “Ulusal Egemenlik (Milli Hakimiyet) Bayramı”
olmasındadır.
23 Nisan 1920’de, Hacı Bayram Camii’nde
kılınan Cuma namazının ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dualarla açıldığı
gün, egemenliğin Türk Milletine ait olduğu tespit ve tescil edildi.
Açılışta konuşan Mustafa Kemal Atatürk’ün
veciz ifadesiyle de bütün dünyaya ilan edildi: “Bütün cihan bilmelidir ki
artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir
makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî
egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve
mevcudiyetidir.”
Devletimizin kurucu iradesinin en temel iki
esası şudur: “Vatanın birliği ve milletin bütünlüğünün yegâne temsilcisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.” Ve “hiçbir güç ve kurum TBMM’nin üzerinde
değildir.”
Özgürlük ve bağımsızlığımızı sağlamak ve
milli egemenliğimizi korumak bu ilkeler sayesinde mümkün olabildi.
Bugün de yapmamız gereken, önce millet
iradesinin Meclis’e tam olarak yansımasını sağlamak. Akabinde milli
iradeyi temsil eden Meclis’in iradesini her zaman üstün tutmaktır.
****
Daha önce de bu iki temel konuda kusursuz
değildik.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Sisteminden kaynaklanan lider sultası ile
milletvekili aday listeleri liderlerin tensiplerine mazhar olmuş kişilerden
oluşuyor. Dolayısıyla -benzetmekte hata olmasın- Millet çoktan seçmeli yemek
sofrasına değil tabldot yemeğe oturtulmakta.
Böyle olmakla beraber lider, seçim
kazanmak isteyeceği için, yine de adayların çoğunu milletin beğeneceği
kişilerden seçmeye çalışacaktır. Böylece bu milletvekillerinin şahsında
milli iradenin kısmen Meclis’e yansımakta olduğunu kabul edebiliriz.
Ayrıca Parlamenter Sistemde Meclis
İradesinin üstünlüğünü sağlayacak anayasal mekanizmalar vardı, yeni sistemde
yok!
****************************
Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Egemenlik
“Cumhurbaşkanlığı Sistemi” geldikten sonra TBMM’nin iradesi hemen
hemen yok mertebesine düştü.
Yeni sistem ile partili Cumhurbaşkanı isterse
“Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” ile Meclis’i yasama görevini yapması
için hiç devreye sokmadan da devleti idare edebilir. Fakat, daha demokratik bir
yönetim görüntüsü vermek için, yasaların yarısı sözüm ona Meclis’ten çıkartılıyor.
“Sözüm ona” dedim. Çünkü Cumhurbaşkanlığı
sarayında atanmışlardan oluşan bir ekibin hazırladığı yasa teklifleri Meclis’in
onayından geçirilerek bir prosedür yerine getiriliyor. Bu yasalar için yürütme organının
istemediği en küçük bir değişiklik dahi yapılamamaktadır.
TBMM’nin yasama görevinin dışında bir
diğer görevi yürütmeyi denetlemedir. Yeni sistemde Meclis’in yürütme
organı üzerinde anayasal araçlar yoluyla herhangi bir siyasi denetim
yetkisi yoktur.
Bütçe Kanununda ve seçimlerin öne
alınmasında bile Cumhurbaşkanının
iradesi Meclis’in üstündedir.
Yürütmenin Cumhurbaşkanında toplandığı şimdiki
sistemde, yasama organı Meclis’in cumhurbaşkanına soru sorma veya onun
faaliyetlerini denetleme yetkisi de bulunmuyor.
Yeni sistemde TBMM hiçbir şekilde yürütmenin
kendisi olan cumhurbaşkanına soru soramıyor, hakkında TBMM
soruşturması başlatamıyor.
Milletvekilleri sadece “Cumhurbaşkanı
yardımcılarına ve bakanlara” yazılı soru sorabiliyor. Fakat onlar canı
isterse cevap veriyor, istemezse vermiyor.
Sarayın izin vermediği hiçbir konuda
muhalefet milletvekillerinin verdiği meclis araştırması, genel görüşme,
meclis soruşturması teklifleri kabul edilmiyor. Bugüne kadar bu tekliflerin
hepsi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
Ayrıca TBMM’nin onayı ile kabul edilmiş Uluslararası
Sözleşmelerden (mesela İstanbul Sözleşmesi) Meclis’in iradesi hiçe
sayılarak Cumhurbaşkanının tek imzası ile çıkılabilmektedir.
****************************
Atatürk’e Bile Verilmeyen Yetkiler
Erdoğan’da
TBMM’nin kuruluşunun 103’ncü yılında, Meclis’e
Milli İradeyi yansıtma konusunda ciddi sorunlarımız var.
“Meclis’in iradesinin üstünde bir güç
olmaması” ilkesi ise tamamen ortadan kalktı.
Cumhurbaşkanlığı Sistemini ülkeye getiren AKP
ve MHP (Cumhur İttifakı) 23 Nisan 1920’de belirlenen devletin kurucu
ilkelerinden saptı ve milli iradeyi temsil görevini tek bir kişiye verdi. Cumhuriyetimizi
“ileri demokrasi ile taçlandıracağı yerde” temel demokratik ilkelerden
uzaklaştı.
Bir başka deyişle, Saray’dan alınarak
millete verilen milli egemenliği tekrar Saray’a verdiler.
Her ne kadar bu defa Saray’daki yetkili
seçimle geliyor olsa da; yapılan seçimlerin adil olmadığı kesin, dürüst
olduğu konusunda derin kuşkular var.
Çünkü adaylardan/ partilerden biri
devletin bütün gücünü ve imkanlarını orantısız bir şekilde kullanırken, diğer
adaylar/ partiler vatandaşa sesini bile duyurmakta güçlük çekiyorsa seçimler
adil değildir.
İktidar, oyu sayanları kendisi
belirleyebiliyor ve son anda (mühürsüz oyları geçerli saymak gibi) seçim
kurallarını değiştirebiliyorsa o seçimin dürüst olduğu kuşkuludur.
Bu ülkede seçim güvenliği bu kadar
tartışılıyor ve milli irade hırsızlığı yapılacağına dair bu kadar yaygın
endişeler yaşanıyorsa bundan utanç duymalıyız. Utanç duymak yetmez, dürüst
bir seçim yapmanın çaresini bulmalıyız.
Yeni sistemle İlk Meclis’in Mustafa
Kemal Atatürk’e vermekten çekindiği yetkiler, adil ve dürüst olmayan seçimlerle
gelen birine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verildi.
“Güç insanı bozar, mutlak güç mutlak
bozar” kuralı işlediğinde,
Meclis’in denetim görevi de yapamaması sonucu, kötü yönetimin bütün olumsuz
sonuçlarını yaşamaktayız.
Ancak, 14 Mayıs seçimlerindeki
tercihlerimizle, TBMM’ni yeniden fabrika ayarlarına döndürebiliriz. Buradan
hareketle demokrasimizi çağdaş standartlara yükseltebiliriz.