Mehmed Âkif’in, 8 Mart 1912 tarihli Sebîlürreşad’da yayınladığı “Edebiyat” başlıklı yazısından:
Edebiyat Bizim İçin Gıdadır
Şiir için, edebiyat için “süs”, “çerez” diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lâkin bizim gibi aç, çıplak milletlere süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lâzım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun, libas (giysi) hizmetini, gıda vazifesini görmeyen edebiyat bize hiç söylemez…Bir de biz, edebiyatın vatanı olduğuna iman edenlerdeniz. O sebepten hiçbir milletin edebiyatını memleketimize mâl etmek istemeyiz…
Edepsizlik Başlayınca, Edebiyat Biter
Sebîlürreşâd’(yayının)da görülecek eserler kaba olacak, saba olacak; lâkin yerli malı olacak; hiçbir tarafında başka memleket mahsûlü olduğunu gösterir damgası bulunmayacak. Bir de, az çok bir fayda temin edecek. Şâyet ahlâkî, içtimaî (sosyal) hiçbir fayda temin etmezse, zararı bâri olmayacaktır ki, bir nazara göre bu da fayda demektir.
Yazılarımız en namuslu aileler arasında okunabilmek üzere yazılıyor. Zâten bizim ictihâdımıza (görüşümüze) göre edepsizlik başladığı noktada edebiyat biter.
Milleti Değil, Kusurlarımızı Tenkid
Elverişli bulduğumuz her mevzuu (konuyu) yazacağız. Hele içtimâî (sosyal) dertlerimizi dökmekten, yaralarımızı açıp göstermekten, hiç çekinmeyeceğiz. Bundan maksadımız birtakım zavallıların zannettiği, yâhud zannettirdiği gibi milleti, ele, düşmana karşı maskara etmek değildir. Merâmımız kendimizi değil maskaralıklarımızı maskara etmektir. Tâ ki ülfet (alışkanlık) neticesi olarak, her gün yapmaktan hiç sıkılmadığımız, hiç eza duymadığımız bir sürü fenalıkları yavaş yavaş bırakalım da, elbirliğiyle insanlığa doğru bir adım atalım.
Halk İçin Yazacağız
Görülüyor ki, biz edebiyattan pek çok şeyler bekliyoruz. Evet memleketin aklı başında olan evlâdı; bize yan bakmaz da yardım edecek olursa, neden Osmanlıların (bugün Türk Milleti’nin) millî, hakikî, insanî bir edebiyatı vücuda gelmesin?
Yazılarımızın gerek mevzuu (konusu)nda, gerek üslûbunda her şeyden evvel bütün Osmanlıları (bugün Türk Milleti’ni) düşüneceğiz; yani mümkün olduğu kadar halka söyleyecek eserler meydana getireceğiz. Yoksa havas (kendilerini halktan ayrı sayanlar) için yazı yazmaya yeltenecek derecede sersem değiliz. Zaten altı yüz bu kadar seneden beri, yalnız havassı (aydınları) düşüne düşüne avâm (halk) olmuş gitmişiz!
DİL NASIL OLMALI?
Sâde yazmak bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mutlaka muztar kalmışız (zorlanmışız)dır. Yalnız sâdelikte “cennet”i beğenmeyip “uçmak”, “cehennem”i bırakıp “tamu” diyecek kadar ileri gidecek değiliz…
(Mehmed Âkif Ersoy: SAFAHAT.
Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ.
Bilge Yayınları, İstanbul – 2007, s: 53, 54.)