Dursun Gürlek ile Kitap Hakkında konuştuk.

99

Oğuz Çetinoğlu: Pek çok konunun kitabı yazıldı, yazılmaya devam
ediliyor: ‘Çay Kitabı’, ‘Tespih Kitabı’, ‘Takı Kitabı, ‘Aşkın Kitabı’,
‘Biyografi Kitabı’, ‘Ağıtlar Kitabı’ ve diğerleri…

‘Kitabın Kitabı’nı yazmak
en çok size yakışır. Yazmaya teşebbüs etseniz, nelerden bahsederdiniz?

Dursun Gürlek:
Ben yazacağım inşallah. Adı da ‘Kitabın
Kitabı
’ olacak.

Çetinoğlu: Yazmaya başladınız mı?

Gürlek: Düşünce
halinde var. Tasavvur halinde. İnşallah elimdeki kitaplar bitince başlayacağım.

Çetinoğlu: Büyük bir hizmet olur.

Gürlek: İnşallah.
Çünkü kırk yıldan beri kitapların içindeyim. Allah izin verirse bundan sonra da
kitapların içinde olmaya devam edeceğim. Unutmayalım ki medeniyetimizin bir
adı, da kitap medeniyetidir.

Çetinoğlu: Bir zamanlar ‘Kitapsız’ sözü, ağır hakaret sayılırdı.
Günümüzde bu kelime kullanılmıyor. Kitapsızlar mı azaldı yoksa kitapsızlık sözü
hakaret olmaktan mı çıktı? Veya insanlarımız böyle bir suçlamada bulunmaya
hakları olmadığını mı idrak etti?

Gürlek: Bir
kelimenin ne manaya geldiği, hakaret olup olmadığı kullanılan şahsa, kullanılan
yere ve zamana bağlı, tarzına bağlı. Mesela benim bir dostum bunu çok
kullanırdı rahmetli oldu. Hatta ‘Kitapsız
Toplum
’ diye kitap da yazdı. Olcay Yazıcı, şair…

Bence hakaret değildir efendim. Ekmeksiz, susuz, evsiz,
dinsiz demiyor muyuz? Bunlar hakaret mi? Değil.

 Çetinoğlu:
Söylemekten de çekiniyoruz.

Gürlek:
Çekiniyoruz evet. Dediğim gibi söz, mütekellime ve muhataba göre değişir. Siz
bana öyle masum bir kelime getiriniz ki, eğer ben kötü niyetliysem o son derece
masum kelimeyi çok kötü bir şekilde kullanabilirim. Siz bana öyle berbat bir
kelime getiriniz ki, ben onu güzelliğin, zarafetin ambalajıyla ambalajlayıp
yine güzel bir şekilde kullanabilirim. Bu tarz meselesidir efendim. Bizim
büyüklerimizin, Osmanlı âlimlerinin kitaplarına baktığımız zaman bugün
müstehcen diyebileceğimiz, kaba diyebileceğimiz bir takım hikâyeler, fıkralar
bile görebiliriz. Ama onlar öyle yerinde yazılmıştır ki siz onlara açık saçık
sözler gözüyle bakmazsınız.

Çetinoğlu: Mesnevi’de olduğu gibi…

Gürlek: Fakat hiç
de müstehcen değildir, hiç de kaba değildir. Hatta İbnül Emin Mahmut Kemal İnal
merhumun şöyle bir sözü vardır: Mahalline masruf müstehcenat, müstehcenatdan
addedilmez. Yerine göre… Tarzınıza bağlı… Tabii ki konuşurken kibar olacağız,
güzel kelimeler kullanacağız ama bu demek değildir ki yeri gelince öbürlerini
de kullanmayacağız. Üslup meselesi.

Çetinoğlu: Matbaa Türkiye’ye gecikerek geldi. Dolayısıyla
insanlarımız kitaba ulaşma imkânına geç kavuştular. Gecikme, hangi sonuçları
doğurdu?

Gürlek: Matbaanın
geç gelmesi, kitap okuma alışkanlığında herhangi bir değişiklik yapmadı. Erken
gelseydi de biz böyle olacaktık.

Çetinoğlu: Kitaba karşı mesafeli durmak bizim genlerimizde mi var,
kitapla barışık olmama durumu mu oluşuyor?

Gürlek: Onu
söylemek istemiyorum ama manzara maalesef böyle.

Çetinoğlu: ‘İnsan, en mükemmel
kitap.’ Onu nasıl okumalıyız?

Gürlek: Şeyh
Galip gibi okumalı:

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dide-i ekvan
olan âdemsin sen.

Hakikaten insan büyütülse kâinat olur, kâinat da küçültülse
insan olur. İnsan, Allah’ın yarattığı mükemmel ve mütekâmil bir kitaptır. Zaten
biz bunlara kültürümüzde canlı kitaplar diyoruz. Hatta yine büyüklerimiz
demişler ki: ‘İlim satırda değil
sadırdadır. Buradadır, göğüstedir
. O
yüzden ilmi, canlı kitaplardan alın
.’deniliyor. Eskiden hangi mektepten,
hangi medreseden mezun oldun diye sormazlardı. Hangi hoca efendinin rahle–i
tedrisinde bulundun diye sorarlardı. Bu çok önemli. Burada hoca efendi canlı
kitap demektir.

Çetinoğlu: Eskiden sahhaflık, kültür gerektiren ince bir sanattı.
Günümüzde ticâret alanı hâline geldi. Bu değişimin sizde oluşturduğu duyguları anlatır
mısınız?

Gürlek: Bu
gidişle bırakın 2. El kitapları, 3. El kitaplar bile olacak. Bu değişimin bende
uyandırdığı duygu tek kelimeyle söylemek gerekirse hüzündür. Bu, hazin bir
manzarayı ortaya koyuyor. Evet, tabii eski sahhaflar Raif Yelkenci gibi,
Muzaffer Özak gibi sahaflar aynı zamanda kitap âlimi kimselerdi. Yazılan
eserlerden çok iyi anlarlardı ve bunların dükkânları aynı zamanda ilim yuvası
idi. Daha da ilgi çekici olanı, bu sahhaflar kitapları parası olana değil,
ihtiyacı olana satarlardı.

Çetinoğlu: Osmanlı’da kitap, zengin bir sanat dalı idi. Günümüzde
teknolojiden yararlanılarak muhteşem kitaplar basılıyorsa da bir fakirlik söz
konusu. Değişim-dönüşümle ilgili değerlendirmenizi lütfeder misiniz?

 

Gürlek: Günümüze
çok fazla kitap basılıyor. Bu bir gerçek ve tiraj patlaması diye bir husus var.
Bazı yazarların kitapları elli bin, yüz bin, iki yüz bin basıldığını duyuyoruz
ama bunlar hakikaten okunuyor mu? Benim tespitlerim şu ki: Türkiye’de çok
satılan kitaplar, az okunan kitaplardır. İsim vermek istemem. Meşhur hanım
yazarlarımızdan yahut erkek yazarlarımızdan olan kimselerin yazdığı ve çok
basıldığı söylenen kitapları için; ‘Kitabı
okumaya başladım fakat devam edemedim, bitiremedim
.’ Dediklerini
duyuyoruz.  Ben de merak ettim. Ki
okumayı seven bir adam olarak okumak istedim… Hayır, gerisi gelmiyor ve işin
garibi, bu tür kitaplar reklama, tanıtmaya dayanan bu türlü kitaplar kaliteli
eserleri öldürdü. Yani onlara dolaylı olarak zarar veriyor. Hâlbuki biz isteriz
ki çok satan kitaplar çok okunsun. Maalesef Türkiye’de bu böyle olmuyor. Az
satılan kitaplar daha çok okunuyor

Çetinoğlu: Hasan Pulur; ‘Biz şifahî bir milletiz’ Diyor. Abdülhak
Hâmid Tarhan, İbn’ül Emin Mahmut Kemal İnal, İsmâil Hâmi Danişmend, Hayri
Domaniç ve Aydın Bolak… gibi muhterem zevâtın düzenlediği sohbet meclisleri de
târihe karıştığına göre galiba o özelliğimizi de kaybettik.   Bu
gidişat sizce nereye?

Gürlek: Şifahî
millet olma özelliğimizi bir manada kültürel olarak düşünecek olursak maalesef
kaybediyoruz. Konuşmayı seviyoruz ama konuşmayı sevmenin kalitesi yükselince
şifahî kültür ortaya çıkıyor. Şu anda şifahî kültürümüz son derece zayıf. İşte
profesör, doçent yahut öğretmen yani diplomalı üç beş arkadaşımızı şu odada
toplayalım. Hiç ara vermeden bizimle iki saat konuşun bakalım diyelim. Bırakın
iki saati, üç saati, beş dakika sonra söz bitecektir. Acı bir gerçek. Eskiden
öyle miydi, bu bahsini ettiğiniz zatların evlerinde, iş yerlerinde bilhassa
İsmail Hâmi Bey’in cumartesi toplantılarında o devrin en büyük âlimleri
şairleri yazarları gelip saatlerce sohbet yaparlarmış. Keza Mahmut Kemal İnal
Beyin Mercan’daki konağında 50 sene bu sohbetler devam etti. Tadına doyulmaz.
Dediğim gibi, hem kitap medeniyeti hem de sohbet medeniyetidir bizim
medeniyetimiz. Osmanlı padişahlarının da huzurunda dersler yapılıyormuş, buna
da ‘huzur dersleri’ diyorduk. Huzur
derslerinde de esas olan kitaptır. Dersi yapan sohbeti yapan hoca efendi
mukarrirdir.  Yani takrir eder, eseri okur.
Okuduğu kitap genellikle Kadı Beyzavi tefsiridir. Hani şu meşhur tefsir. Onu
dinleyenlere de muhataplar diyoruz. Kendileri muhatap alınan kimseler. Onlar da
hoca efendiler. Yani sarayda başlıyor bu iş. Sadrazam konaklarında, paşa
konaklarında devam ediyor. Kitap mecnunu, kitap tutkunu olan insanların
evlerinde devam ediyor.

İşte bir Küllük kahvesi vardı. Adı kahve ama ilim
merkeziydi, kültür sanat merkeziydi. Şimdi ne Küllük kaldı ne de böyle sohbet
yapılan konaklar ve yalılar kaldı. Tek tük varsa da, onlar da eski tadı
vermiyorlar. Gönlüm ister ki bu şifahî kültürün olanca güzelliklerinin tezâhür
ettiği mekânlar tekrar ortaya çıksın. İlk giden ben olurum.

Çetinoğlu: Nâmık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi
Gürpınar, Mehmet Râuf ve Refik Hâlit Karay gibi, 1800’lü yılların ikinci yarısı
ile 1900’lü yılların ilk yarısında yaşamış yazarların eserlerinin günümüz
Türkçesi ile yeniden yayınlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gürlek: Günümüz
Türkçesine aktarmanın, bana göre anlamı, o güzel eserleri kuşa çevirmektir.
Hani merhum Nasrettin Hoca’mızın Leyleği görüp de bunun ayakları uzun, biraz
keseyim, gagası uzun, biraz keseyim diye hayvanı cüceleştirmesi var ya, biz de
şimdi eskilerin kitaplarını sadeleştirme adı altında, öyle kuşa çeviriyoruz.
Üzülerek ifade ederim ki günümüzün Türkçesi, son derece zayıf, yetersiz ve dar
kalıplar arasında sıkışmış bir Türkçedir.

Çetinoğlu: Üniversiteli gençlerimizin çoğunluğu beş yüz kelime ile
konuşuyor. Onun da yarısını ya yanlış kullanıyorlar veya yanlış telaffuz
ediyorlar.

Gürlek: Bilhassa
telaffuz hataları kulağımı çok tırmalıyor. Unutmayalım ki Türkçe aynı zamanda
musikidir. Kulağa da hoş gelir. ‘Ağzımda
annemin sütü
’ diyor Yahya Kemal. Ben bu konuşmalardan rahatsız oluyorum.
Musikisi yok, üslubu yok, özelliği yok, güzelliği yok. İnsanlar konuşmuyorlar,
bağırıyorlar. Kavga ediyorlar sanki.

Çetinoğlu: Kütüphanelerimiz bizim bilgi ve kültür kaynaklarımız.
Sohbetimizi, kütüphaneler üzerine lütfedeceğiniz 5-10 cümle ile bitirebilir
miyiz?

Gürlek: Tabii ki
bir memleketin, bir şehrin kültürel seviyesini gösteren en önemli mekânların
başında kütüphaneler geliyor. Şimdi siz Paris’e gidin, Bibliothèque Nationale
de France ile karşılaşacaksınız. Milletlerarası kütüphanedir. Dünyanın en
zengin kütüphaneleri;

İngiltere’de British Museum, ABD’nin Washington şehrinde
Kongre Kütüphanesi ve Seattle Halk Kütüphanesi’dir.

İstanbul kütüphane bakımından zengindir. Beyazıt Devlet
Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi, İSAM Kütüphanesi gibi
ilim merkezleri var.  İlim adamlarımızın
buralardan yararlanabilmesi için çok iyi Arapça bilmesi gerekiyor, çok iyi Osmanlıca
bilmesi gerekiyor, İngilizce, Fransızca bilmesi gerekiyor, yani yemek yemenin
bir usulü olduğu gibi kütüphanelerden istifade etmenin de kendine mahsus bir
yöntemi vardır.

Bunlar çok önemli şeyler. Basit gibi görünen önemli
meselelerdir. O bakımdan kütüphaneler üzerinden bu tarz yapılacak çalışmaların
nasıl yapılacağı konusunda ayrı ayrı ve uzun uzun konuşmak lazım.

Çetinoğlu: Sorduğum soruları vermek istediğiniz özel bir mesaj
için yeterli görmüyorsanız,  sorusunu
benim adıma siz sorup mesajınızı cevabın içinde verebilir misiniz?

Gürlek: Sizin
yaptığınız bu hizmetlerin genişleyerek devam etmesi gerekiyor. Bütün günlük
gazetelerimizde bu işlere önem vermesi gerekiyor. Fakat günlük gazetelerin her
birinde üç tane, dört tane, beş tane spor sayfası olduğu halde bir kaçı hariç,
hiç birinde kültür sayfası yok. Olanlar da göstermelik.  Kültür sayfası hazırlayanlar da, zevahiri
kurtarmak için kültür sayfası düzenliyorlar. 
İlan gelince başka sayfaları değil de, ilk olarak kültür sayfasını
kaldırıyorlar. Bu da işte bizim kültür bakımından maalesef geriliğimizi
gösteriyor. Sizin yaptığınız bu hizmet güzel. Günlük gazetelerimiz,
dergilerimiz kültüre, edebiyata, tarihe daha fazla önem verirlerse, birer
kültür adamı olarak bizler elbette mutlu oluruz.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim.

Önceki İçerikVahşi Kapitalizmin, Emeğine Çöktüğü Bir Dahi: Nikola TESLA
Sonraki İçerikLondra Kraliyet Sanat Akademisinde: Türkler (5)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.