Açılım ve değişim gibi kavramların ayağa düşürüldüğü bir dönemi yaşıyoruz. Asıl tartışılması gereken sorunları gizlemede birbirleriyle kafiyeli bu kavramlar kullanılıyor. Toplumu yanıltmada, yanlış yönlendirmede bunlara bir can simidi gibi ülkeyi yönetenler sarılıyor. İçi doldurulmamış, ancak imâ yolu ile topluma kabul ettirilmeye çalışılan önce “Kürt açılımı” denen, daha sonra sırasıyla “demokratik açılım” ve “barış ve kardeşlik projesi” elbisesi giydirilen, teröre ve terör örgütüne dış dayatmalarla tavizden başka anlam taşımayan, ülkeyi allak bullak edecek sözde çözümler ileri sürülüyor. İnsanlar bütünleştirilmiyor, farklılaştırılıyor, birbirinden uzaklaştırılıyor, ötekileştiriliyor, adeta kamplaştırılarak yeni etnik çatışmalara hazırlanıyor. Bu çirkin tezgaha karşı çıkanlar ise; uzlaşmacı olmamakla suçlanıyor.
Teröre karşı Habur Kapısı’nı gerektiğinde kullanamayanlar, yeni bir kapı açamayanlar, terörle mücadeleyi dinamitleyenler, Irak’ın Kuzey’indeki siyasi oluşuma gözlerini kapayanlar, eş dost yatırım yapacak diye Barzani’ye hoş görünenler, içerideki Barzani şirketlerinin üstüne gidemeyenler, ABD oyalamalarına âlet olanlar, şimdi demokratik açılım diye 25 yıllık bir mücadeleyi yok farz ederek, vatanı için şehit düşmüş aziz şehitlerimizi göz ardı ederek terör örgütünün taleplerinden bir kısmını kabulle uğraşıyorlar. TBMM eski başkanı Bülent Arınç’ın gerekirse Öcalan’ın yol haritasından faydalanabilinir sözleri üzerinde ibretle durulmalı. Ülkeyi yönetenler toplumun önünde burnunu karıştıran adamı meşhur ettiler. Tabiî Irak’a müdahale ettiğinden beri bizimle sınırdaş olan ABD’li sözde dostlarımızın telkin ve emirleriyle. Dışa bağımlılığın en belirgin örneklerinin yaşandığı günümüzde, siyasi iktidar mensupları “Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözer” lafları ile kamu oyunu oyalıyorlar. TBMM’de sürekli isim değiştiren ve açıklanmadan bazı STK ile görüşülen bu açılım bilmecesinin kapalı oturumda ele alınacağı söyleniyor. Meclisteki PKK’nın siyasi temsilcilerine rağmen. Sayın Devlet Bahçeli’nin kapalı oturumu millete açarız çıkışı çok isabetlidir. Demokrasi açıklık ve şeffaflık ise buna uyulmalı; ama nerede?
Basın ve yayın organları fikir ve düşünce hürriyetini kullanabiliyor mu? Sürekli değişik gündem maddeleri bulunarak ekonomideki kötü gidiş Cumhuriyet tarihinde görülmemiş başıbozukluklar gizleniyor. Bu yıl bütçenin %780 oranında açık vereceği ifade ediliyor. Bu açığı kapama yolları Türkiye’nin iç ve dış politikasında yeni ambargolar ve baskılar getirecektir. Genç nüfusta işsizlik %24, genelde ise %16’yı buluyor. Teğet geçmeyen küresel kriz en çok ülkemizi etkiliyor ve %14 ekonomik daralma yaratıyor. Sanayi üretimindeki daralma devam ediyor. İşyerleri kapanıyor. Ana caddelerde kiralık dükkanlar bomboş bekliyor. Yerli üretim tokatlanmış, ithalat şahlanmış, tarım perişan edilmiş, çiftçi ürünü ektiğine bin pişman. Ermeni, Kıbrıs ve sonunda da Kürt açılımları, Ergenekon ismi verilen Ümraniye Davası birçok şeyi örter hale gelmiş. Ekonomik açılım konuşulmuyor.
“Siz mi tek millet, iki devlet tezlerini ileri sürerseniz” dediler ve kardeş Azerbaycan ile olan ilişkilerimizi bozdular. Azerbaycan’ı anlaşmalı bir şekilde Rusya’ya yaklaştırdılar. Azerbaycan da pek ses çıkaramaz; çünkü onun üzerinde de baskı var. Amerikan’ın kulvarında ise Türkiye-Ermenistan yakınlaşması zorlanıyor. Ermenistan’a kapı açılmasının karşılığı sadece Türkiye’nin Doğu sınırının Ermenilerce tanınması mı? Suriye’yi de “terörden vazgeçen Suriyeli PKK’lıları kabul edebiliriz” şeklinde konuşturuyorlar. Türkiye’nin İran ile ilişkilerini bozmak için bize 7.8 milyar dolarlık gibi çok yüksek bir bedelle patriot füzeleri satacaklar. Böylece Amerikan’ın İran’a karşı kalkanı olacağız. Amerika füze kalkanı yaratacak ise; biz bunları neden satın alalım? Demek ki dışa bağımlı olunca bunlar oluyor.
Geçenlerde Sayın Ruhat Mengi’nin programında bir İslamcı Kürtçü etnik taassupla Türkiye’deki asimilasyondan bahsetti. Eğer böyle bir eritme olmuş olsaydı; kendisinin liberal ve aşırı solcu Kürtçülerle beraber bunları söyleme ve etnik ırkçılık yapma fırsatı doğmazdı. Asimilasyonun nasıl olduğunu kendilerine destek olan yabancılara bir danışsalar. Az veya çok etnik farkları olsa da yüzyıllardır uyum içinde yaşayan, ötekileştirilmeyen insanları mantıken asimile etmeye zaten gerek yoktu. Devletin de böyle bir geleneği, neden olmadı diye zaman tenkit de edilse mevcut değildir. Etnik gözlük bize yabancıdır. Osmanlı, müslim ve gayri müslim olarak ayırım yapmış; Cumhuriyet de etnik taassuptan ve ayrımcılıktan uzak durmuş, milletleşme sürecine ağırlık vermiştir. Bundan dolayı bugün etnisiteleri zorla fark ettirilmeye çalışılan insanlarımızın iktisadi ve siyasi hürriyetlerini engelleme düşünülmemiştir.