Bu Ülkenin Gerçek Annesi Kim?

106

Bilinen hikayedir, hikayenin Hz. Süleyman’a izafe edildiğini bir yerde okumuştum. Hikaye şu: İki kadın bir çocuk üzerinde annelik iddiasında bulunur. Olay muhakeme edilmek ve çocuk, annesine verilmek üzere Hz. Süleyman’a intikal ettirilir. Hz. Süleyman karar verir: Çocuk ikiye bölünecek, çocuğun iki yarısı annelere yarımşar verilecektir. Bu karar üzerine annelerden biri, çılgına döner ve “Çocuk benim değil, onundur; çocuğu ona verin.” der. Çocuğun gerçek annesi anlaşılmıştır. Çocuk, fedakarlık yapan anneye verilir.

Öykücükte üç kişi var: Çocuğun gerçek annesi ve annesi olmadığı halde ona sahip olmak isteyen iki kadın ile adaleti gerçekleştirmek isteyen Hz. Süleyman. Hz. Süleyman hukuku tesis ettirmek ve gerçeği ortaya çıkarmak istiyor, bir yandan da bölücü görünüyor. Kadınlardan biri, bir hasetçinin kurbanı olarak gerçek evladından mahrum edilmek isteniyor. Diğer kadın ise şimdiye kadar bir çocuk sahibi olamamanın hem intikamını masum bir insandan alıyor hem de beleşten bir çocuğa sahip olmak istiyor. Bu kadın böyle davranmakla haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme sebep oluyor. Bunun altında yatan duygu, içini bir kurt gibi kemiren hasetlik. Hasetlik, hem 

Ülkemiz, zor dönemden geçiyor. (Gerçi, bu ülkede zor dönem hiç bitmedi.) Sapla saman birbirine karışmış durumda. Bir yanda emeksiz yemek yiyip beleşten ülkeye sahip olmak isteyen fesatçı tipler, bir yanda zulme uğramış, gerçek vatan evlatları bir yanda da Hz. Süleymanlar. Süleyman iyi niyetli, hakkı ortaya çıkarıp sahibine teslim etmek istiyor. Bunun için acı reçete kullanıyor. Yoksa gerçek ortaya çıkmayacak, kavga devam edecek. Bu reçete acı. Bölücü diye suçlanmak, kaçınılmaz sonuç. Bu reçeteye rağmen gerçek anne anlaşılmazsa çocuk bölünmekle kalacak, iki yarım çocuk kimseye yaramayacak. Süleyman, bölücülükten kurtulamayacak. Gerçek annenin, çocuğun bölünme anına kadar sabırlı olması gerekecek. Bir anne için çok zor bir süreç. Anne, fedakarlığının sonucunu görememe kaygısını her an yüreğinde hissedecek. Hele, haksız yere çocuğundan mahrum olma ihtimaline tahammül edemeyecek. Bir fesatçının kurbanı olmayı hazmedemeyecek. Bir fesatçıyla karşılaştırılmasının mantığını bile bir türlü anlayamayacak. Diğer yandan haksız kazanç peşindeki anne, beslendiği fesat duygusu sebebiyle “Bende yoksa onda da olmasın.” diyecek. “Onda var, Allah bir gün bana da verir.” diyerek tevekkül etseydi belki bir gün onun da çocuğu olacak, aynı zamanda bir zulme sebep olmayacaktı. Teslimiyetçi, sabırlı halinden dolayı ona yardım edenler de olabilecekti. Şimdi bu fesatçı haliyle hem çocuktan hem yardımdan mahrum oldu.

Özellikle, zor dönemlerde sapla samanı ayırmak, feraset sahibi olmak gerekiyor. İki kadın ve Hz. Süleyman tipleri kaos ortamındaki ülkemiz gerçeklerine ne kadar denk düşüyor. Varlığını ortalığı karıştırarak gösterenler ve mutluluğu huzurda arayan mağdurlar!… Herkes şapkasını alıp önüne koymak zorunda. İnsan tiplerini doğru tespit etmek, herkesin görevi. Adalet, önce vicdanlarda, gönüllerde tecelli etmeli. Karşılığını bulamayan adalet, adalet değildir.

Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız, layık olduklarımızdır. İşe kendimizden başlamalıyız. Yoksa, suçla ayağa kalk, dendiğinde hepimiz kalkmak zorunda kalırız.