Boğaziçi Üniversitesi Olayının Bana Anlattıkları

81

Amacım, bazı kurum ve kişileri
töhmet altına almak değil. Kimseyle alıp veremediğim yok. Cıs yakar dediğimiz,
konuşmaktan korktuğumuz konuları dillendirme cesaretini yeni elde ediyoruz.
Bunlardan biri de sembolik olarak Boğaziçi Üniversitesi.

Bir süre önce sözü edilen
üniversiteye bir rektör atandı. Atamada yasalara aykırılık, bir usulsüzlük yok.
Birtakım çevreler, adeta kıyamet kopardı. Rektörün şahsından yontacakları
çırayla yangın çıkarmak istediler. Gerekçeler, kuzu postuna bürünmüş canavarın
ulumaları gibiydi. Öküzün altında aradıkları doğmadan ölen buzağı için
söyledikleri türküler, İstanbul Boğazı’nın serin sularında kaybolup gitti.

Dert nedir, Boğaziçi neyi anlatır?

Dert; Batı’nın laik, seküler,
kibirli, sömürgen kültürünü üçüncü dünya, özellikle İslam ülkelerine yaymak, bu
ülkeleri kendine tabi kılmak, bilhassa birikmiş tarihi kinini, bir Osmanlı
bakiyesi olan Müslüman Türk milletinin üzerine kusmak. Boğaziçi Üniversitesi,
bu amaçla yüz elli yıl önce kurulan müesseselerin en gözdesi.

Temeli, Robert Kolejidir.  Kolej’e ismini veren Fransız Yahudi’si
Robert’in “Müslümanlar İstanbul’u fethetmek için burada hisar yaptılar, ben de
okul yapacağım.” cümlesi, tarihi kayıtlarda yer alır.

Osmanlı’nın son yüzyılında çok
sayıda yabancı okul açılmıştı. Bunlardan bazıları bugün eğitim ve öğretime,
kuruluş felsefelerine uygun olarak devam etmektedirler. Robert Koleji’nin ilk
köşe taşının indirilişinde konuşma yapan Yunanlı hatibin, Kolej binasını Rumeli
Hisarı ile karşılaştırarak, “Bu bina, o surlardan daha yüksek, onlara
hükmedecek. Gücü manevidir ve ebedidir, o surların yıkılıp gittiğini görecek.” dediğini
kitaplardan okuyoruz.  Yine Amerikan
misyonerlerinden Seward ise sonraki yıllarda Kolej’de yaptığı konuşmada, Rumeli
Hisarı’nı, “Amerika’ın keşfinden kırk yıl önce Hıristiyan ordusunun yenilmesini
ve Müslüman despotizminin kurulmasını sağlayan kuleler” sözüyle betimler.
Anlaşılan odur ki, lise olarak Robert Koleji, onun devamı olarak kurulan
Boğaziçi Üniversitesi, diğer lise ve üniversitelere göre Batılı sömürgeci
güçlerin gözünde ayrıcalıklı konuma sahiptir. Bu ayrıcalık, ona tarihi misyon
yüklenmesindendir. 1971 yılına kadar bütün rektörlerin yabancı olduğunu bilmek,
bu okulun misyonu hakkında bize daha net fikir verebilir.

Aytunç Altındal, “Türkiye’de ve
Dünyada Casuslar” adlı kitabında okulun “Osmanlı’daki, Amerikan, İngiliz, Rum
casuslarının yuvası olduğunu, birçok casusun bu okulda, öğretim üyesi kisvesi
altında görev aldığını” belirtir. Yine devletin istihbaratında çalışanların, bu
okulun öğretim üyesi ve öğrencilerinin casusluk faaliyetlerini kaydettiklerini
biliyoruz.

Şimdi sormak gerekir: Okulun
geleneğini, misyonunu gündeme getirerek gösteri yapanlar, hangi mirasa,
geleneğe sahip çıktıklarını, ne uğruna nefes tükettiklerini biliyorlar mı?

Robert Kolejinin ve Boğaziçi
Üniversitesinin, Türkiye’nin en zeki öğrencilerini, en yüksek puanla aldıkları,
onlara üst düzey eğitim verdikleri bir gerçek. Kumaş kaliteli, terzi iyi; peki
ortaya çıkan elbise ne? Robert veya Boğaziçi mezunu olup bu memleket için bedel
ödemiş, ülkemize yüksek imaj kazandırmış kaç isim var? Yüzde onluk veya
yirmilik istisna, bu sorumu haksız çıkarmaz.

Öğretmenlik yaptığım yıllardan
hatırlıyorum. Robert Koleji’ne ancak elit kesim diyebileceğimiz ailelerin
çocukları gidebilirlerdi. Özel ders ve para gücüyle kazanılabilen okulu bitiren
öğrenciler, üniversite sınavlarına formalite olsun diye girerlerdi. Bunların da
tek tercihi, Boğaziçi Üniversitesidir; değilse, özellikle Amerika’da, olmazsa bir
Batı ülkesinin üniversitesinde okumaktır.

Kendilerine destek olduğum Kolej
öğrencileri ile aramdaki değer farklılığından hep rahatsız oluyordum. Bir
gerçek olan konum farklılığının, insanlarda ne derin algı ve ufuk ayrışmasına
yol açtığını net bir şekilde görebiliyordum. Zevklerdeki, ilgilerdeki, beklentilerdeki,
değerlerdeki, uçurum denecek görüş ve anlayış farklılığı, bana ayrı
cumhuriyetin vatandaşlarıymışız hissi veriyordu. Vatan, bayrak, dil, din
duyarlılığımı; vefa, sadakat, aidiyet, hoşgörü, fedakârlık gibi değerleri bu
zeki öğrencilerde göremiyordum. Yüksek özgüven, bir o kadar ego; ferdiyetçi,
liberal ahlak, en belirgin özellikleriydi.  İstisnalar hariç, her biri bu ülkenin
kaybedilmeye aday Mankurtları gibi geliyordu bana.

Boğaziçi mezunlarının yüzde kaçı
bu toprağın insanı olarak kalabiliyor, bulunduğu seviyeye kendisini getiren
insanlara karşı borcunu ödeyebiliyor? Bir anket yapılsa, en az yüzde yetmişinin
yüksek lisans ve doktorasını yurt dışında yapmak isteyeceği, iş ve meslek
kariyeri için bir Avrupa, özellikle Amerika’da yaşamayı tercih edecekleri
görülecektir. Bu ülkede yetiştiği halde, bu ülkenin insanına, toprağına hizmet
borçlandığı bilincine sahip olmamak da, maalesef, yine bu toprakların insanına
özgü bir patolojik hal.

En zeki gençlerimizin en kaliteli
eğitim verdiğini düşündüğümüz üniversitelerde öğrenci olduktan sonra nasıl
kimlik değiştirdiklerini, ailelerine, içinden çıktıkları topluma
yabancılaştıklarını, onlara tepeden baktıklarını; dış güçlerin piyonu, bölücü
örgütlerin maşası olduklarını gördük. Memleketteki her türlü güzel işe karşı
çıkan “istemezük”çü zihniyet sahipleriyle iş birliği yaparak terör
estirdiklerini de unutmadık.

Bu topraklarda olup bu topraklara,
bu ülkenin insanlarının vergisiyle maaş alıp bu ülkenin insanına, bu insanların
geçmişine ve geleceğine hizmet etmeyen ve etmeyecek olan her türlü ve her
seviyede eğitim kurumu, artık bize gerekli değildir, fazladır. Her seviyedeki
eğitim kurumu bu perspektifle yeniden organize edilmelidir. Beni tanımayanı ben
tanımak zorunda değilim. Herkes, borçlu olduğu yere hizmet etmekte serbesttir,
borçludan alacağımı istemek de benim hakkımdır.  

Sosyolog Nur Vergin apartman
örneğinden yola çıkarak “Apartmanların bodrum katlarında yanan sahur ışıkları
üst katlarda yanmaya başladığında Türk toplumunda sosyal çatışma başladı.” der.
Toplumun alt katmanını oluşturan yoksulların, kimliği inkâr edilenlerin, inancı
sebebiyle değersizleştirilenlerin, her türlü bedeli ödemesine rağmen
susturulanların, “Artık ben de varım.” diyerek haykırmalarıdır bu çatışma ve
çatırdama. Çatırdama devam etmektedir ve etmelidir. Su akacak, yatağını
bulacaktır.

Duman, ateşin varlığının
delilidir. Yeter ki bizi ısıtan ve ışıtan meşale yanmaya devam etsin.