Lâfız, Ses ve Mânâ Uyumu

57
  1. – 1 –

“Kur’an nazmı; …herkesin bildiği harflerin, seslerin en
güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve
dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden
seçilerek, Allah’tan başka kimsenin yapamayacağı canlı bir dokuma ile dizilip
dokunmuş, lâfız mânânın, mânâ lafzın aynası halinde sonsuz beyan parıltılarıyla
parlatılmış … Öyle i’câz’ lı (mûcizeli, benzerini yapmakta acze düşürücü) bir
nazımdır ki, hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı ve güzel
bir söz olduğunu duyurur.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

 

     Müşahhas / somut
bir misal / örnek olarak Nâs sûresini ele alalım:

 

     Rahman ve Rahîm
Allah’ın adıyla.

 

     1. De ki:
Sığınırım ben, insanların Rabbine.

     2. İnsanların
padişahına;

     3. İnsanların
Tanrısına;

     4. İnsanlara kötü
şeyler fısıldayan, o sinsi vesvesecinin şerrinden.

     5. O ki insanların
göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.

     6. Gerek
cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a
sığınırım).

 

     Şimdi de, sûreyi
Arapça aslından okuyalım:

 

    
Bismillahirrahmanirrahîm.

 

     1. Kul e’ûzü bi-rabbi’n-nâs.

     2. Meliki’n-nâs.

     3. İlâhi’n-nâs.

     4. Min
şerri’l-vesvâsi’l-hannâs.

     5. Ellezî
yüvesvisü fî sudûri’n-nâs.

     6. Mine’l-cinneti
ve’n-nâs.

 

     “Sûrede öyle bir
ses uyumu var ki güzelliğini anlatmak mümkün değildir. Ancak Arapçaya âşina
olarak (bilerek) aslından okumakla bu güzellik sezilir. Sûrede, cinlerden ve
insanlardan, gizlice insana sokulup fısıltı ile kötü düşünceler aşılayan
kimselerden Allah’a sığınılır. Konu, fısıltı ile düşünceyi aşılama konusudur.

     “ (Sûrenin Arapça
okuyuşunda) kulağınıza bir fısıltı sesi geliyor değil mi? Kelimelerin
sonlarında (s) lerden kulağa bir fısıltı yankılanmaktadır. İşte Kur’an
böyledir. Yalnız kelimelerin anlamı değil, lâfızları da ses tonlarıyla anlatmak
istediği konuyu canlandırırlar. Konu, içeriğine uygun sesler veren kelimelerle
anlatılır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

X

     Kur’an
kelimelerindeki ses ve mânâ uyumuna bir örnek daha:

 

     Mesed / Leheb /
Tebbet sûresi:

 

     “Hz. Peygamber,
kendisine yakın akrabasını uyarma emri gelince Safa Dağı’na çıkıp Kureyş’in
ileri gelenlerini çağırdı. Onları tevhide davet etti. İçlerinden amcası
Ebuleheb: ‘Yuh sana, elin kurusun, bizi bunun için mi çağırdın?’ deyip
gelenleri dağıttı. Asıl adı ‘Abdu’l – Uzza olan bu adama, çabuk kızıp kızardığından
dolayı ‘Ebuleheb: Alev Babası’ lâkabı verilmiştir. İslâmın baş düşmanlarından
biriydi. Peygamber’e eziyet etmekten hoşlanırdı. Karısı Ümmü Cemil, topladığı

– 2 –

dikenleri, Peygamber’in geçeceği yollara atardı. Bu yüzden
kadına ‘Odun Hamalı’ denmiştir. İşte bu sûre, Ebuleheb’le karısı hakkında
inmiştir.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

 

Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.

 

1. Ebuleheb’in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu
ya.

2. Ne malı, ne de kazandığı onu (Allah’ın kahrından)
kurtaramadı.

3. Alevli bir ateşe girecektir (o).

4. Karısı da, odun hamalı olarak.

5. Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır.

 

     Bir de sûreyi
Arapça aslından okuyalım:

 

    
Bismillahirrahmanirrahîm.

 

     1. Tebbet yedâ Ebi
Lehebin ve tebb.

     2. Ma ağna anhü
malühu ve ma keseb.

     3. Seyaslâ naren
zâte Leheb.

     4. Vemreetühu
hammâlete’l-hatab.

     5. Fi cîdiha
hablün min mesed.

 

     “Sûrede fevkalâde
edebî bir uyum vardır: Öfkeden kızaran ‘alevli adam’ ve onun alevini tutuşturan
‘odun hamalı karısı’ alevli bir ateşe girmektedirler. Sûreyi okursanız
kelimelerdeki ‘b’ harflerinden, odunların birbirine çarpmasından duyulan bir
‘tab, tab’ sesi çıktığını duyarsınız. İşte bu, kelimelerdeki musikinin
anlattığı konuya uygunluğu (aliterasyon)dur. Musiki, odunların toplanıp
demetlenmesini canlandırmaktadır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

Önceki İçerikBoğaziçi Üniversitesi Olayının Bana Anlattıkları
Sonraki İçerikTürkçemizi Katledenler
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.