10.8 C
Kocaeli
Salı, Eylül 23, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1289

Kimlik Terörü

 


28 Mayıs 2008 tarihinde, Fatih Sultan Mehmet’in bir dini grupla ilgili verdiği ahidnamenin 545. yıldönümü ile ilgili toplantıdan sonra Aydınlar Ocağı heyeti tekrar Bosna’ya gitti. 29 Ekim – 2 Kasım tarihleri arasında düzenlenen faaliyetler oldukça yoğun ve başarılı geçti. “Cumhuriyet’in 85. Yıldönümü” konulu bir açık oturum yapıldı. Açıkoturuma Bosna Cumhurbaşkanı Sayın Silayciç Haris de katılarak bir konuşma yaptılar. Açıkoturum bazı TV kanallarında yayımlandı. Bosna ve Travnik Üniversitelerinden birçok öğretim üyesi toplantıda bulundu ve konuşma yaptı. Fatih ve Sarayova eski şehir belediyelerinin kardeş belediye yapılması konusunda oldukça mesafe alındı.   Türk Dünyası ve akraba topluluklarıyla temasları esas alan bu tür ziyaretler devam edecektir. Bu ve benzeri temaslarımız sonunda gördük ki; Türkçe ve bize has İslâm’ı yaşama üslubu, Türkiye’nin güvenlik çemberinin bir bölümü olarak Balkanlar’da çok önem taşımaktadır. Açılan ve açılacak okullarda Türkçe ve İslâmi eğitim-öğretim bu çizgide olmalıdır. Türkçe öğrenimi kadar, Türkçe ile eğitim geliştirilmelidir. Yurt dışında okul açmak sadece ticari amaç açısından düşünülmemelidir. Kimsenin taşeronu da olunmamalıdır. Bosna’da ihraç ürünlerimizin çoğunu göremedik. Ülkeyi dışarıda temsil edenler, klâsik memur görüntüsünü terk etmek zorundadırlar.


Türkiye’yi ziyarete gelen dost, komşu ve akraba topluluğu ülke yetkililerine sözde bir şeyler ispat edebilmek ve hoşgörümüzü ortaya koyabilmek uğruna; çok abartılmış olarak  -sizden şu kadar kişi bizde yaşıyor şeklinde – bazı nüfüs sayılarının verildiği görülmektedir. Bu sayıları verenler, daha dikkatli olmalı ve bilimsel araştırma verilerine dayanmalıdır.  


Türkiye, önünü görmeyen, basiretsiz, dışarının ve onun işbirlikçilerinin dolduruşuna kolayca gelen siyasetçilerle yönetilmektedir. Bunlar, bazı gerçekleri gördükçe; daha önce söylediklerini tekzip edercesine milli çizgiye gelmektedirler. Ancak, yine de milli kimlikle mahalli sıfat ve etniklikleri rakip gibi görmekte ve karıştırmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının ne bir milli kimlik, ne de bize uymayan bir üst kimlik olmadığı anlaşılmalıdır. Bazı tekerleme ve yanlış ezberleri bırakalım. ‘Türk, Kürt, Çerkez, Gürcü…’ alt kimlik değildir. Türk’ü alt kimlik olarak gören bir anlayış Anadolu’yu haça peşkeş çeker ve ona yeni sahip arar. Türklüğün bir milli kimlik olduğunu fark edelim.  Onu etniklik kapsamına sokmayalım. Türklerin, sadece anadili Türkçe olmayanları da kapsadığını öğrenelim. Anadil ile mensubiyet duygusunun örtüşmediğini kavrayalım ki; ülkeyi etnik çatıştırmalardan ve yol ayrımındaki ülke görünümünden uzaklaştıralım. Siyaset ve ülkeye hizmet, ciddi bir iştir. Sorumluluk ve fedakârlık gerektirir. Bizi uğraştırıp oyalayan, Irak’ın kuzeyindeki siyasallaşmayı örtüleyen PKK teröründen daha önemli bir terör çeşidi de, kimlikler üzerinde oynanmaktadır. Şişirilen etnik grup rakamları bu amaca hizmet etmektedir.


TRT 1 televizyonunda her Cumartesi ve Pazar sabahları aynı kişiler ekrana abone yapılmıştır.  Türkiye’yi milli devlet ve üniter yapıdan uzaklaştırıcı, bize uymayan çokkültürlülüğe zorlayan, Anayasanın temel giriş maddelerini dışlayan bir anlayışa devletin televizyonlarında yer verilmemelidir. Hiçbir ciddi devlette devletin kurumları devletini inkâr ettirmez. Bir yerlerden ve bazı kurumlardan rövanş alacağız diye Anayasa suçu işlemeye ortak olunmamalıdır. Kimseye Anadolu’yu sahiplenmede davetiye çıkarılmamalıdır.


Küreselleşmeye milliyetçilerin bakışı ile aşırı sol ideolojiden kendini kurtaramayanların bakışları farklıdır. Yükselen iktisadi milliyetçilik ve millet gerçeği reddedilerek evrenselci ve sınıfçı, sadece anti-kapitalizme sığınılarak küreselleşmenin doğurduğu sorunları ele almanın hiçbir faydası yoktur. Hedef tahtası yapılmak istenen kapitalizm ve liberalizm, bugün ne ölçüde yaşıyor? Devletin ortadan kalktığı, devlet müdahalesinin olmadığı, serbest piyasa düzeni, tabii kanun içinde dengeye varma, pratikte nerede geçerli olmuştur? Liberal ütopya gerçekleşti mi ki; çöksün? Küresel istila ve gelecekte daha büyük imkânlar sağlamak için bugün ortaya çıkarılan küresel iktisadi kriz, yanlış yorumlanmaktadır. Önü açılan milli devletler, üretimden, reel sektörden, sanayileşmekten uzaklaştırılmaktadır. Reel sektörün yerini finans sektörü almakta, bankalar ele geçirilmekte, borç faizi üretime tercih ettirilmektedir. Sorun, kapitalizmin veya liberalizmin çöküp çökmediği değildir. Sorun, tarihin çarkını geriye çevirerek tarihin çöplüğünde klâsik ideolojilerden medet ummak, mezarlıklarda çözüm aramaktır. Dünyayı yeniden keşfeder gibi sömürüye karşı çözüm getirmemiş, ondan sadece faydalanmayı düşünmüş olan K. Marx’tan hâlâ medet ummak sadece bir “nostalji” ve entel tutkusudur.

Liderlerin Algılanması

 


Adnan Menderes


Çocukluğumdaki çevremde Adnan Menderes’ten hep sevgi ve saygı ile bahsedilirdi. O’nun ve DP’nin dine, manevi değerlere önem verdiğine, millete hizmet için samimiyetle çalıştığına inanılırdı.


İsmet İnönü CHP’sinin yönetiminde, dünya savaşı sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntılar yanında, o zamanki dünyadaki faşist diktatörlüklerden etkilenen yönetim tarzı, devleti temsil eden CHP ile millet arasında ciddi bir soğukluk oluşturmuştu.


DP ve Adnan Menderes, ABD ile siyasi yakınlaşması neticesinde temin ettiği dış ekonomik yardımların katkısı ve izlediği serbest piyasaya geçiş politikaları ile millete ciddi anlamda hizmet götürmeye başlamıştı. “Hasolar Memolar” olarak aşağılanan “şapkalılara” kısaca hor görülen köylüye değer verildiğini hissettiren söylem ve eylemler DP’yi ve Menderes’i 10 yıl iktidarda tuttu.


27 Mayıs İhtilalı sonrasında, Yassıada’da yargılanmaları sonucu Adnan Menderes ve iki bakanının idam edilmesi ise, büyük bir adaletsizlik ve vicdansızlık olarak değerlendirilmekteydi. Yassıada Mahkemesinde “bebek davası” “köpek davası” gibi suçlamaların Menderes’i sevenler gözünde hiçbir olumsuz etki yaratmamıştı. Çünkü bunların birer iftira olduğunu düşünüyorlardı.


İhtilalın mazlumu olarak milletin kalbinde yer eden Adnan Menderes’in adı Türkiye’de binlerce çocuğa verildi. Demirel de Menderes rüzgârıyla seçimler kazandı.


Sağcı ve muhafazakâr insanların desteklediği Adnan Menderes’in çapkın bir adam olduğu, 1940 larda Mukaddes adlı bir bayanla, 1950’li yıllarda ise Ayhan Aydan (ilişkileri başladığında orkestra şefi Hasan Ferit Alnar’la evliydi) ve Suzan Sözen (İstanbul Emniyet Müdürünün eşi) ile metres hayatı yaşadığı bu çevrelerde ya bilinmiyordu veya hiç konuşulmazdı.


Özel hayatındaki bu zaaflara karşılık ülkeyi bir şantiyeye çevirmesi ve devlet millet kopukluğunu giderici hizmetleri O’nun unutulmamasına yol açtı.


Bunu yaparken ABD politikalarına tam bir uyum içinde oldu. Hatta Başbakanlık binasında görev yapan ABD’li bir ekibin Başbakan’a gelen bütün evrakı denetlediği bir bağımlı yapının oluşmasına göz yumdu.


Yüceltme veya reddetmeye dayalı siyah beyaz değerlendirmeler, bir kısmımızın O’nun kusurlarını abartıp, hizmetlerini görmemize engel oldu. Diğer kısmımız ise hizmetlerini abartıp, kusurlarını görmezden geldik. Oysaki gerçek gri tonların içinde ifade edilebilirdi.


* * * * * * * * *


Mustafa Kemal


Bu yıl 10 Kasım öncesi Atatürk ile ilgili tartışmalara Can Dündar’ın “Mustafa” isimli belgesel filmi damgasını vurdu. Neden “Mustafa” diye sorulduğunda “en insani, en yalın halini anlatmak istedim” şeklinde cevaplamıştı Can Dündar bir programda.


Oysa bazıları filmde anlatılan Mustafa’nın, Mustafa Kemal’in özelliklerini yansıtmadığını ve Atatürk düşmanlarının ekmeğine yağ sürdüğünü düşünerek eleştiriyordu. Yılmaz Özdil’in ifadesiyle filmde anlatılan Mustafa özetle şöyleydi:


“Sarhoş. Kafayı bulunca ağlayan… Çevresine eziyet eden… İtiraz edeni asan… Arkadaşlarını satan… Goygoycuların dolduruşuna gelen…”


“Milletten bihaber. Hatta milleti küçümseyen… Alay eden. Batı hayranı.”


“Sefa düşkünü. O balo senin… Bu balo benim, gezen. Zampara. Cephede bile karı-kız düşünen…”


“Dinsiz.”


“Kendi heykellerini diktiren… Megaloman. Bencil.”


“Günde 3 paket sigara içen. Usul usul intihar eden… Psikolojik bunalımda… Yalnız. Çaresiz. Basiretsiz.  Zavallı bir adam.”


“Mustafa’daki Mustafa bu.”


Filmi henüz seyretmedim. Ancak abartılmış ta olsa, insani bazı zaafları olmasının ve hatta olmayan kötü özellikler (dinsiz olması gibi) isnat edilmesinin, Atatürk’ün değerini düşürmeye yetmeyeceğini düşünüyorum.


Bana göre Mustafa Kemal’in en önemli iki ilkesi “tam bağımsızlık” ve “hâkimiyet-i milliye” yani “egemenliğin millette olduğunu” ifade eden görüş ve uygulamalarıdır.


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan 85 yıl sonra “borç alanın buyruk da aldığını” görmekten muzdarip olanlar ile “millet hâkimiyeti” yerine, iç ve dış güç odaklarının hâkimiyetini görmenin acılarını paylaşanlar, Atatürk’ün bu ilkelerinin önemini daha kuvvetle anlamaktalar.


Bütün olumsuz şartlara rağmen, insan kaynaklarının yanında, ekonomik kaynaklarımızın da tarumar edildiği bir ortamda bu iki ilke kapsamında başarılanlar muhteşemdir.


Mustafa Kemal’in beşeri zaaflarını abartarak O’nu zavallı bir adam durumunda göstermek de, O’nu “insan ve devlet adamı olarak hiçbir zaafı, hatası, kusuru bulunmayan kutsal bir varlık olarak tanımlamak ta yanlıştır.


O’nun büyüklüğünü anlamak için sadece “Gençliğe Hitabesi”ni bir kere daha okumak bile kâfidir.

Ekonomik Krizin Siyasi Sonuçları

Bilinmektedir ki, Türkiye’de ve dünyada yaşanan büyük ekonomik krizlerin arkasından radikal siyasi gelişmeler olmaktadır.


1929 krizinin ardından bazı ülkelerin sınırlarının değiştiği, büyük devletlerin dünyanın kaynaklarını yeniden paylaştığı siyasi gelişmeler yaşandı.


Büyük ekonomik krizin yaşandığı birçok ülkede ise siyasi iktidarlar değişti. İzlenen politikalarda köklü değişiklikler oldu.


Uluslararası Siyasette Kriz Sonrası Beklenen Gelişmeler:


Yaşanmakta olan ve 1929’dan bu yana gerçekleşen en büyük ekonomik kriz olduğu ifade edilen küresel kriz sonrasında “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını” ifade edenlerin sayısı hiçte az değil. Ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama gibi düşünenlere göre, tek süper güç dönemi kapanıyor ve yirmi yıllık Amerikan egemenliği sona eriyor. Kaynakların dağılımı, alım gücü, askeri güç, hepsinde dengeler değişiyor.”


Bu görüşü abartılı bulan ve ABD’nin hala süper güç konumunu koruduğunu düşünen, askeri, ekonomik, diplomatik ya da kültürel güç olarak ABD öncü rolünü sürdürmeye devam edeceğini savunan analistler de var.


Her halükarda süper gücün ciddi biçimde sarsılmaya başladığı ve yeni dengelerin oluşacağı kesin gibidir.


Obama’nın Başkan seçilmesinin de bu süreci durduramayacağı anlaşılıyor. Mevcut veriler ışığında, Ortadoğu, Güney Asya, Latin Amerika’da ABD’nin ciddi oranda gerileyeceğini söylemek mümkündür.


Türkiye’de Kriz Sonrası Siyasi Gelişmeler:


Yedi sekiz senede bir yaşamaya alıştığımız ekonomik krizlerden sonra olanları hatırlayınız. Çok güçlü sanılan iktidarlar bile, krizle birlikte gelen işsizlik ve yoksulluk dalgasına dayanamamış, ya seçmen yeni arayışlara yönelmiş veya darbeler yaşanmıştı.


2001 krizinden önce, 1999 yılında 57. hükümeti oluşturan 3 parti Türkiye’ye gündem olarak tam hâkimdi. AB hedefi konulmuş, IMF ile yeni anlaşma yapılmıştı. Döviz kurları sabitlenmiş, borsa tarihi zirvelere ulaşmıştı. Ancak 2000 yılı Ocak ayında başlayan sıkıntılar giderek artmış, 2001 Şubat ayına kadar makro-ekonomik göstergeler iyice bozulmuştu. Onüç aylık dönemde, iktidardaki partilere yüzde 55 olan destek, yüzde 20 nin altına inmiş, bu destek te gittikçe azalmış, 3 Kasım seçimlerinde her üç parti de barajın altında kalmıştı.


Böyle dönemlerde geçmiş yıllarda alıştığımız partisine sadık seçmen alışkanlığı bozulmakta, yeni arayış ve umutlar siyasetin belirleyici unsuru olmaktadır.


ABD’de başlayıp dünyaya yayılmakta olan küresel finansal krizin, reel sektörü de içine alarak genişlemeye başladığı bu döneme girerken, Türkiye’nin makro ekonomik verileri zaten bozulmaya başlamıştı. Ağustos ve Eylül aylarında %5,5 ve 6,5 luk üretim gerilemeleri büyük tehlikenin çarpıcı işaretleri.


Ekim ve Kasım aylarında sayısı hızla artan, üretimini durduran fabrikalar, kapanan işyerleri ve toplu işten çıkarmaların, 2009 un ilk yarısında daha da artması beklenmekte.
Halen birçok işyerinde geçen ayların siparişlerini karşılamak için üretim yapılabiliyor. Azalan iç ve dış talebe bağlı olarak önümüzdeki aylarda üretimin daha da azalması ve işyeri kapanmalarının artması sürpriz olmayacak.


Yani işsizlik ve yoksulluğun (ve de yolsuzluk iddialarının) arttığı zorlu bir sürece girdik ve bunun süresini ve şiddetinin ne kadar olacağını şimdiden kestirmek zor.


Dileriz ve ümit etmek isteriz ki, Türkiye bu badireyi de az hasarla atlatır. Beklenen sarsıntı halkımızın büyük sıkıntılara girmesine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığını azaltıcı ve bölünmezliğini tehlikeye sokucu boyutlara gelmez.


IMF ile görüşmeleri devam eden anlaşmanın yapılması, Türk vatandaşlarının yurtdışındaki dövizlerinin getirilmesi için çıkarılan kanun ve alınacak diğer kararlar sarsıntının şiddetini hangi ölçüde azaltır, onu ilerideki haftalarda göreceğiz.


Sarsıntının şiddetinin yüksek olması ve 2009 Mart ayında yapılacak mahalli idareler seçimlerinde AKP’nin alacağı oy oranının düşük olması halinde yeni arayışlar hızlanacaktır. 


Önümüzdeki bir iki yıl içinde yeni bir iktidar görünmesi ihtimali yüksek olabilir mi?


Böyle bir ihtimalin oranını tahmin etmek için, öncelikle krizin şiddeti ve kapsamı önemli. Ayrıca alternatif arayışın iç ve dış destekçileri ile AKP’nin destekleyicisi olan iç ve dış güç odaklarının tavırları ve etkilerini değerlendirmek gerekecek.


Siyaset yapıcıları bu ihtimale göre oyun kurmaya çalışırken, oyuncuların bir kısmı şimdiden yeni oluşması muhtemel güç dengesi içinde nerede yer alacağının arayışına girdi, diğer bir kısmı temkinle beklemeyi tercih ediyor.

Üzmez

 


Bazı insanlar vardır. Toplumda yer kazanırlar. Bu kazandıkları yere muhakkak bedavadan gelmezler. Ya müteşebbislikleri güçlüdür. Ya çeneleri güçlüdür. Ya kalemleri güçlüdür. Ya da yetenekleri güçlüdür.


Bazıları yaşadıkları gibi ölürler. Arkalarında çok iyi bir isim veya çok miktarda düşman bırakırlar. Bazıları ise sonradan davranış değiştirirler. Hüseyin Üzmez bunlardan biri. Uzun süre yazılıp çizilenlere dikkatli yaklaştım. Bu dikkatli yaklaşışım kişisel olarak sadece ona karşı değildir.


Genelde bu tip olayların çoğunda çıkar savaşı ortaya çıkar. Birilerinin işine geldiği için zamanlamalı olarak sansasyon üretirler. Bu olaya da bu açıdan temkinli baktım. Fakat televizyonda ki sözleri midemi bulandırdı.


Bu adam bence tedavi edilmeli. Asla ve asla yaptıkları dini bir motifle yan yana getirilmemeli. Dünya kadar ahlaksız var. Tabii ki dindar olup ta ahlak dışı davrananlar olacak.
Bu adamı Allah ıslah etsin. Kulda(yargı) başkalarına örnek olması bakımından gereken en ağır cezayı versin. Kanun yapıcılar kanunları yaparken aralık bırakmasınlar. Ülkemizin kanun sorunu yok. Kanunlarda bol olan boşluk sorunu var.


Dürüst olmayanlar ceza alsın ki dürüstler de nefes alsın.


Obama


Nedense Barack Obama’yı milletimiz sevdi. Belki de  daha önce siyasi mağdur olduğu için. Fakat kendisinin ve yardımcısının gerek Kıbrıs, gerek Ermeni, gerekse Kürt devleti ile alakalı söylemlerine bakacak olursak hiçte sevilecek tarafı yok. Tepede bir Amerikalı daima Amerikan menfaatlerini önde tutmak zorundadır. İster siyahi, ister beyazi olsun. Bu değişmez. Üstelik Amerikan devlet planları gelen liderlere bağlı olarak esnemez.


Dünyanın şekillenmesini elinde tutan bu devlet, yüzlerce uzmanın elinden geçen bu planları sık sık değiştirmek için yapmaz. Yoksa bu planlar bizim beş yıllık kalkınma planlarımıza benzerdi. Sonunda raflarda küflenip durmaya mahkum olurdu.
Bu bakımdan erkence sevinmeyelim. Bir bakarsınız Obama denen adam Ülkemizin baş belası kesiliverir.


İnsanın sevdiğinden kazık yemesi zor oluyor.


İzmit Adayı


Siyasette Belediye başkan adayları yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bence bir an önce çıkmalı da. Zira seçmen sadece partiye oy vermemeli. Beldeyi yönetecek kişiyi iyi tanımalı. Bu tanıma fırsatını bulabilmeli. Belediyeyi yönetecek parti değildir. Parti Başkan adayını belirleyen vasıtadır. Yönetecek olan yetenekli Başkandır. Başkanla birlikte yetenekli meclis üyeleridir.


Yerel Yönetimler Yasası çıktığında tek isim değiştiren  Belediye  İzmit Belediyesi oldu. Daha geniş alana hükmedecek  bu yeni Belediyeye yeni bir Başkan gereklidir.


Halkı ile didişen değil, uzlaşan Başkan gereklidir.


Hısım akrabasını kayırmayan Başkan gereklidir.


Dükkanının üstündeki kaçak inşaata göz yummayan, herkese karşı adaletli olan,


Kolaylaştıran, zorlaştırmayan, insanlara eziyet çektirmeyen bir Başkan gereklidir.


Yuh olsun dedirtmeyen, helal olsun dedirten Başkan gereklidir.


Tahsili ve deneyimi belediyecilik yapmaya müsait bir Başkan gereklidir.


Velhasıl yeni, taze, başarılı bir isim İzmit Belediyesine yakışacaktır.


İzmit seçmeni!


Beş yıl ellerim kırılsın diyeceğine, bir ay çalış.


İnandığın aday adayı için bir şeyler yap. Kamuoyu oluştur.


Seçmek zorunda kalmamak için aday belirlemede etkili ol.


Bazı ipuçları ile ben size yardımcı olacağım.


Haydi şimdiden iş başına..

Neden “Yaşasın Cumhuriyet”?

0

 


Cumhuriyet’imizin ilanının 85. yıldönümünü geçtiğimiz hafta idrak ettik. Daha nice yıllar idrak edebilmemiz temennisiyle kutlu olsun.


Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundan (hatta kurulmadan seneler öncesinden) bu yana temel niteliklerinin toplumsal ve yönetim bazında yansımalarına dair pek çok tartışmanın söz konusu olduğunu biliyoruz. Bu tartışmaların pek çoğu günümüze de intikal etmiştir.


Tabiidir ki değişim gerek insan gerekse toplum hayatında hemen kabul görebilecek, kolayca hazmedilebilecek bir süreç değildir. Bu sebeple tartışmaların olması doğaldır.


Özellikle Batı tarihinde demokrasi ve cumhuriyet mücadeleleri sert kavgalarla, çatışmalarla birlikte hatırlansa da pek çok tarih uzmanının ifade ettiği gibi Türkiye Cumhuriyeti dünyadaki birçok örneğe kıyasla kanlı toplumsal çatışmalar yaşanmadan kabul görmüştür. Dolayısıyla şiddete dayanan bir değişimi temsil etmemektedir. İşte bu nokta söz konusu tartışmalarda kanaatimce zemin alınacak esas olarak görülmelidir.


Peki, Cumhuriyet bizim için neyi temsil etmektedir? Ne getirmiştir?


Pek çok şey sayabiliriz.


Ancak kanaatimce en önemli şeylerden biri birey olma şuurudur. Zira Cumhuriyet devlet bazında tüm toplumu tek tek bireyler olarak tanımıştır. Herhangi bir topluluğun üyesi olarak değil. Yani özgür iradenin devlet ile birey ilişkisinde esas alınması söz konusudur ki bu aynı zamanda vatandaşlığın temelini de oluşturmaktadır.


Nitekim devlet ile vatandaş arasındaki bu ilişki sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet açısından herhangi bir “etnik ayırım veya tavır”dan bahsedilemez. Bu sebeple farklı etnik kökenden gelen mesela cumhurbaşkanımız ve başbakanımız olmuştur. 


Birey olma şuuru aynı zamanda devlet yönetimi için seçme hakkının kullanılabilmesi anlamına da gelmektedir. Bu husus da Cumhuriyetimizin bize getirdiği kazanımların en önemlilerinden biridir. Zira devlet sathında kendini ifade edebilmenin en temel vasıtalarındandır. Bireyin yönetimde söz sahibi olabilmesi, hatta yönetime girme şansını yakalayabilmesi anlamına gelmektedir ki bu sayede farklı sosyal şartlardan gelen vatandaşlarımız devlet kademelerinde yer alabilmektedirler.


Bu noktada belirtmek gerekir ki sistemin doğru işleyip işlememesi onu işletecek kişilerle alakalıdır. Eğer istismar, kayırma, menfaat gibi sebeplerle doğru işletemiyorsanız burada sorumluluk yine bireylerde aranmalıdır. 


Cumhuriyet bahsettiğimiz birey olma şuurunu toplum pahasına olarak düşünmediği için toplumun temel ahlaki ve kültürel değerlerinin anayasamızda göz ardı edilmediğini de görüyoruz. Bu değerlerin sağlıklı biçimde aktarılabilmesi içindir ki tarihi tecrübemiz de göz önüne alınarak mesela din eğitimini devlet eline almıştır. Atatürk, daha önce bir yazımızda temas ettiğimiz üzere, Kur’an’ın Türkçe meal ve tefsirini yaptırtmak suretiyle halkın kendi diliyle ve bizzat kaynağından dinini öğrenebilmesinin de yolunu açmıştır ki bu birey ve halk dengesinin gözetildiğine dair en güzel örneklerden biridir.


Netice itibariyle bahsettiğimiz bu tek değer bile Cumhuriyet’imizin neden yaşaması gerektiğini anlamamız için yeterlidir. Çünkü bizim Cumhuriyet’imiz birey olma şuuru ile Kur’an’ın bizi uyardığı üzere “güdülme psikolojisinden” toplumları uzak tutmaya, bunu yaparken de bireyi topluma tercih etme aşırılığına kaçmamaya vasıta olan bir yönetim şeklidir. Dolayısıyla bu kazanımlar kaybolduğu takdirde toplum olarak yaşayacağımız kayıpların telafisi de mümkün olmayacaktır…


Hayırlı haftalar.

75 Bin Misafir

0

 


Kocaeli Aydınlar Ocağının, 1985 yılından bugüne birçok İlden ve ülkeden misafirleri olmuştur.


Birçok akademik, bilimsel ve sosyal çalışmalara kaynaklık eden http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/  web sitesinin, 2 yıllık ziyaretçisi 75 Bin kişi. Web sitemizi ziyaret edenler 76 farklı ülke ve Türkiye’nin 69 şehrinden misafirimiz olmuşlar. 150 bin sayfa görüntülenerek kısa sürede ciddi başarı elde edildi..


24. Şeref Yılını kutlayan Kocaeli Aydınlar Ocağı, aynı zamanda web sitemizin 2. yılını doldurmanın heyecanını yaşıyor. 1 Kasım 2006 tarihinde deneme yayınına başlayan sitemize 2 ay gibi kısa sürede imajını oturtan Yunus Özen Bey 1 Ocak 2007 tarihinden günümüze ziyaret istatistiklerini tutuyor.


Kocaeli Aydınlar Ocağı web Sitesinde ağırlıklı olarak duyurularımız, etkinlikler, haberlerimiz ve yazarların makaleleri yer alıyor. Başkanımız Sayın Ahsen Okyar Ocağımızın 24 Yıllık arşivini ve faaliyet raporlarını günümüze kadar bütün ayrıntıları ile muhafaza etmişler. Genel Sekreterimiz Hasan Uzunhasanoğlu Bey ise Yunus Özen Bey ile birlikte 24 yıllık arşivi bizlere sunmuşlardır.  


Web sitemize “Söz Sırası Gençlerde” Programında konuşma yapan gençlerimizin de yazı ve görüşleri yer almakta. Siteye eklenen ilk yazı da Söz Sırası gençlerde Programımızın ilk konuşmacısı Dr. Banu Gürer’in “Aydınların Aydınlık Yüzü” başlıklı yazısı olmuştur. En fazla yazıyı 90 adet yazıyla İlim ve İstişare Kurulu üyemiz Ruhittin Sönmez yazmıştır.


Siteye eklenen ilk haber 3 – 5 Kasım 2006 tarihinde Adana’da gerçekleştirilen Aydınlar Ocağı Dernekleri 28. Büyük Şurası olmuştur. O günden bugüne 161 tane faaliyet haberi sitemizde yer almıştır. Bu arada bende Başkanımızın tavsiyeleri üzerine yazmaya başladım. Aramızda yerel gazete köşe yazarlarının sayısının arttığını görüyoruz. Ayrıca gittiğimiz şuralarda ve İl dışı gezilerinde yazı yazan arkadaşlara olan ilgi de gözden kaçmamakta…


İki yıl gibi kısa sürede Kocaeli Aydınlar Ocağı Web Sitesinin yakaladığı başarıda katkı sunan; Başkanımız Ahsen Okyar Bey’e, başladığı günden itibaren başarı istikrarını değiştirmeyen Yunus Özen Bey ve kıymetli Eşlerine, Ocağımız yöneticilerine, yazı yazan ve istifade eden herkese teşekkürler…

Kriz Başladı, Ne Yapmalıyız?

 


Türkiye’nin izlemekte olduğu ekonomik politikaların sürdürülemez olduğunu uzun süredir savunuyorum. Ancak ABD’de başlayıp yayılan küresel kriz, Türkiye’de beklediğim krizden önce başladı.


Hassas bir denge içinde olan ekonomimizin dışarıda yaşanan bu krizden etkilenmemesi, krizin “Türkiye’yi teğet geçmesi” mümkün değil.  Başbakan dâhil hükümet yetkililerimiz de artık bu gerçeği kabul ediyor.


Yüksek cari açığımızın, dünyada bol olan sermaye ve sıcak paranın girmesiyle kolayca kapatılması sayesinde sağlanan bu hassas dengenin bozulması ve yeni bir denge kurulana kadar ekonomik parametrelerin değişimi söz konusu.


Uzmanlık iddiası olmayan ekonomi meraklısı bir sade vatandaş olarak, Hükümetimizin aldığı ve alacağı tedbirlerle ilgili görüşlerimizi ileride paylaşırız.


Bugün direkt veya dolaylı olarak krizden etkilenecek olan vatandaşlarımıza düşüncelerimi ve Başbakandan, Merkez Bankası Başkanı ve ekonomi yazarlarına kadar bu konuda akıl veren yetkili ve uzmanların beklenti ve tavsiyelerinden aklıma yatanları size özetlemeye çalışacağım.


Döviz geliri olmayanlar, kesinlikle dövizle borçlanmayın. Ticari işlemlerinizi TL ile yapın.


Borçlanmadan kaçının. Kredi kartı borçlanmalarınızı azaltın, var olan borçları kapatmaya çalışın.


Konut fiyatlarının daha da düşmesi bekleniyor. Konut alımı için daha uygun şartların oluşmasını bekleyin.


Dünyada emtia fiyatları çok düştü. Petrol ürünlerinden, bakır, demir vd ürünlere kadar görülen bu değer düşüne ilaveten talepte beklenen daralma sebebiyle imalatçı ve satıcı firmalar büyük kampanyalar yapacaklar. Tüketici özellikle nakit parası ile çok cazip fiyatlarla mal alma imkânına kavuşacak. Fiyatların aşırı düşmesini engelleyecek tek faktör döviz fiyatlarındaki artış olacak.


Devletin fiyatlarını belirlediği ve genel ve yerel bütçelerin en önemli gelirlerini oluşturan (ÖTV , KDV, ÖİV gibi gelir kaynakları olan) elektrik, doğalgaz, telefon (iletişim) ve su fiyatlarında dünya fiyatlarına paralel bir iyileşme yapılmayacak. Sigara ve içkiye zamlar yapılacak. Devletin dolaylı vergiye ihtiyacı artacağı için vergide adaletsizlik artacak.


Enflasyonda ciddi bir artış olması şimdilik beklenmemekte.


Maaşlardaki artışlar kesinlikte enflasyonun altında kalacak.


Tasarrufları olan vatandaşlarımızın risk ve kâr dengesini optimize edebilmek için tasarruflarının yarısını bankaya, yarısını piyasa değeri iyice düşmüş olan sağlam şirket hisselerine yatırması uygun olur. Borsa sade vatandaş için oldukça risklidir. Profesyonel yardım almaları gerekir.


İşverenlerin işçi çıkarmayı en son düşünmesi gerekir. Bir işletmenin en önemli sermayesi onun entelektüel birikimidir (yetişmiş insan gücüdür). Kriz ne kadar derin ve ne kadar şiddetli olursa olsun, belli süre sonra yeni dengeler oluşacaktır. Kriz sürecinde ve kriz sonrasında mevcut entelektüel sermayenizi koruyamazsanız yeni dengeler oluşurken zayıf bir bünyeniz olacaktır. İllaki bazı çalışanların çıkarılması gerekiyorsa, ilerde ikame edilecek personelin, yerini kısa zamanda doldurabileceği, en vasıfsız çalışanlardan başlamak uygun olacaktır.


İşsizliğin genel olarak artacağı ve birçok kişi için maaşların düşeceği öngörülmektedir.


Kiralardaki artışın enflasyonun gerisinde kalacağı hatta birçok konut ve işyeri için kira artışının gerçekleşmediği bir dönem olacağı beklenmekte.


16 Hazirandaki yazımızdan bir alıntı ile durumu özetleyelim: Vatandaş olarak bizlerin gidişatı değiştirme imkânımız yok. O halde, bari gelen afetten en az zararla nasıl çıkarız hesabını yapalım. İlhan Kesici’ nin tavsiyesi mantıklı ama içimizi yakmakta: “Çare ayağını yorganına göre değil, yorganının yarısına göre uzatmakta.”Bu yakıcı uyarı, kısa bir süre içinde yorganımızın (varlıklarımızın) yarısının elden gidebileceği tehlikesine işaret etmekte.


Durum iç açıcı değil, ancak karamsarlığa kapılıp kriz sonrasında hazırlanmamak birçok fırsatın kaçmasına yol açabilir. Özellikle bir işyeri olanlar ve tasarrufu bulunanların bu dönemi kriz sonrası için ciddi bir fırsata dönüştürmesi mümkün olabilir. Bunun nasıl olabileceği ise ayrı bir yazı konusu.

Demokratik Terör!

 


Var mıdır dünyada böyle aptalca bir tanımlama?


Sokaklarda kandırılmış çocuklar boylarından büyük yaramazlıklar yapıyor, araçları ateşe veriyor ve resmiyette milletvekili kimliği olan ancak gerçek kimliği yasa dışı, katil bir çetenin mensubu olan (ki bunu kendileri de inkâr etmiyor) vekiller(!),“bu bir demokratik tepkidir” diyor.


Körpecik çocukları sokaklara döküp, suçsuz insanların malına, canına kalleşçe zarar verdirip, ardından da “bu bir demokratik tepkidir” diyen bir kişinin TBMM çatısı altında olması ne talihsiz bir durumdur?


Bunlara da, her hareketinde kabul etmediği açık olan TC’nin banknotları ile deste deste maaş ödenmesi nasıl mümkün olabiliyor, anlamak mümkün değil.


Bir ülkenin kanunları, kendini yıkmak isteyenleri korursa, kendini nasıl koruyabilecektir?


Bu üniter yapı düşmanı figüranlara dur diyecek (demokratik) tedbirler neden bir an önce alınmıyor aklım ermiyor.


Azgınlıkları günden güne artan bu eşkıya sözcüleri, saldırı dozlarını, çok tehlikeli ifadelerle günden güne artırıyorlar.


Hani yaygın bir deyiş vardır ya, “Birileri düğmeye bastı” diye.


İşte bu bebek katili ve yandaşlarının düğmelerine de birileri o kadar etkili bastı ki, TC
Başbakanını ve onun şahsında da bütün Türkiye’yi tehdit etmeye başladılar.


Bu ne cüret? Bu cüretten öte bir şey.


Bu cürete tahammül ise çok daha büyük cüret!


Devleti teşkil eden sayınlar; Bu adamlara tahammül etme yetkiniz olamaz!


Bu densizlikler karşısında etkisiz kalınıyorsa, kanunlarda epey bir eksiklik var demektir.


Türkiye’mizde birliği, bütünlüğü, barışı sağlayacak kanunların çıkarılması için daha ne bekleniyor?


Zararın bir yerlerinden dönülsün artık!


İpini koparan haddini aşıyor, bütünlüğümüzü tehdit ediyor ve dünyanın kabul ettiği bir terör şebekesinin destekçisi olduğunu açıkça ilan ediyor artık. Bu da yöneticilerimizin basiretini ve ülkemizin itibarını zedeliyor. Bu kışkırtıcılıkların icraatlarına son verecek kanunlar biran evvel çıkarılmazsa başımız çok ağrıyacaktır.


Bizim başımız ağrırsa, Ortadoğu migren olur.


Bu da Ermenilere, Yahudilere ve salyalı batı’ya düğün bayram demektir.


Dün Filistinlilerin yaptıklarını, bugün beyinleri satın alınmış bir avuç Kürt asıllılar (ki bunlar kesinlikle Kürt vatandaşlarımızı temsil etmemektedirler) yapıyorlar. Filistinli Osmanlıya nasıl sırt çevirdiyse, bu cehalet havuzundakiler de aynı şekilde Türkiye’ye sırtını dönmek istiyorlar.


Soruyorum, Filistinli bugün hür mü, mutlu mu? Bu kışkırtıcılar belki Filistin’in ve Filistinlinin bugünkü durumunu görmezden geliyorlar da, bu figüranların ardından gidenlere mana vermek mümkün değil.


Bir avuç Filistinli Yahudi’ye yer sattı,
O satılan yerlerde zalim İsrail doğdu,
Paraları alanlar yerin dibine battı,
Onların torunlarını da İsrail boğdu.

Cumhuriyetin 85. Yılı

 


Cumhuriyetin 85. yıl dönümünde O’nu bize emanet edenleri, başta milli mücadelenin muzaffer komutanı, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere saygı ve rahmetle anıyoruz.


Cumhuriyet; kanla, canla verilen ve mazlum milletlere ışık tutan bir milli mücadelenin tacıdır. Bu milli mücadele, Batılı emperyalistleri kovarken yüzünü doğuya çevirip Sovyet modeli bir devlet kurmayacak kadar da şuurlu ve köklü bir birikime sahipti.  Milli mücadele fikri ile manda fikirleri ve teslimiyetçilik parçalanmış, milli egemenlik ve milli bağımsızlık yolu açılmıştır. Milli mücadele, ne bir sınıf hareketidir; ne de etnik bir mülahazaya dayanır. Türkiye Cumhuriyeti izinle kurulan bir kavimler ittifakı değildir. Milli mücadele de Anadolu’da ayrı milletler ve devletler kurmak için yapılmamıştır; halen de devam etmektedir. Türk Milleti bir bütün olarak  işgalci güçlere direnmiş ve başarmıştır.  Örnek de olmuştur. 85 yıl sonra işgalci güçleri tekrar davet etmemeli, bu konuda başta yöneticiler olmak üzere dikkatli olmalıyız. Milli mücadeleyi yapanlar, bu Devleti kuranlar, TRT ayırımcılık ve bölücülüğün sözcüsü olsun, milli ve üniter yapıdan uzaklaşılsın diye yola çıkmadılar.


Cumhuriyeti kuranlar demokrasi fikrinden hareket etmişlerdir.  Nitekim, milli mücadeleyi TBMM yürütmüştür. Bu bakımdan, günümüzde tartışılan  cumhuriyetçi miyiz, demokrat mıyız ayrımları yanlıştır. Çünkü bunlar birbirini tamamlar ve birbirine rakip değildir. Cumhuriyeti numaralamak da yanlıştır.


Soğuk Savaş, her ne kadar  bitmiş gözükse de; örnek ve hedef bir ülke olması bakımından Türkiye üzerinde sürmektedir.  Bundan dolayı günümüzde bir takım iktisadi, siyasi ve sosyal sorunlarla karşılaşmaktayız.  Türkiye’nin bu sorunları aşacak gücü olduğu bilinmektedir. Yeter ki kararsızlık, basiretsizlik ve vurdumduymazlık gösterilmesin. Dün Balkanlar’da Osmanlıyı çözülmeye götüren süreç, bugün Orta Doğu’da işletilmeye çalışılmaktadır.  Soğuk Harp sonrası işimiz kolay olmamıştır.  Küreselleştirme sürecinin artan tesirleri,  önü açılmış milli devletlerle küresel güç ve blokların mücadelesine sahne olmaktadır. Bu milli devletler milletleşmeden kalabalıklaşmaya, coğrafyalar milli kimliksizleştirilmeye, önü açılmış milli devletler siyasi ve iktisadi bakımdan ufalanmaya, milli direnç kırılmaya, sosyal ve etnik yapılar üzerinde tuzaklar kurulmaya çalışılmaktadır.


Osmanlı bizim milli tarihimizin önemli bir parçasıdır. Farklı dönemleriyle farklı değerlendirilmelidir. Dünün Osmanlı beşeri coğrafyasının unsurları ile ilgilenmek, onların demokrasi ve insan hakları sorunlarına eğilmek bir insanlık görevidir.  28 Mayıs 2008 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından Bosna’da Fransiskeler isimli dini azınlığa  verilen Ahitname’nin yıldönümünde de gördük ki; 1463 Avrupası, Osmanlı sayesinde bugünün 2000’li yıllarının Avrupası’ndan çok çok ileridedir.  İnsan hakları, din ve vicdan hürriyeti, yaşama hakkı ve hoşgörü konusunda halâ Osmanlı’dan alınacak çok dersler vardır. Batının Osmanlı ile teması toprak düzeninin değişmesine, vakıf sisteminin gelmesine ve bir ölçüde feodalitenin dağılmasına  sebep olmuştur. Bu anlamlı törene katılmaktan büyük bir mutluluk duyduk. 


Osmanlı  Batı’daki krallık ve monarşilerden çok farklı bir yapıdır. Padişah, hakan ve halife olmasına rağmen,  yetkileri sınırlıdır.  Yargı ve yasama hakkı yoktur. Şeyhülislamlık dini iktidarı, sadrazamlık siyasi-dünyevi iktidarı şekillendirmiştir.  Osmanlı tabiî ki bir demokrasi ve Batı tipi bir monarşi değildi. Ama kendine özgü değişik bir kuvvetler ayrılığına sahipti.


Günümüzde Osmanlı ismi kullanılarak “Yeni Osmanlıcılık” isimli bir akım yaratılmak istenmektedir. Bu anlayış, milli devleti ve üniter yapıyı hedef almaktadır; kulağa hoş gelse de… Tarihe çok saygı duyarız; ama tarihi geri çeviremeyiz.  Bir nehir çıktığı kaynağa geri dönmemiştir. Denize akan bir akarsu dağa tırmanamaz. Dün milli tarihe Türkiye’de saygılı olmayanların; bugün küresel güçler adına Osmanlıcı kesilmeleri dikkat çekicidir.


Demokrasiler milli devlete ihtiyaç duyurur. Milletleşme ile demokrasi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Demokrasi basit kalabalıkların değil; milletleşmiş, mutabakatları gelişmiş toplumların rejimidir.  Milletleşme de etnik taassubdan (etnosantrizm), etnik ırkçılıktan ve ilkel etniklikten uzaklaşmadır. Anlamlı bir mensubiyet duygusudur. Milli devletsiz, milli güvenliksiz, milli bağımsızlık  ve milli ordu olmadan demokrasi yaşatılamaz ve konuşulamaz. Çok sesli olan demokrasiler, farklı görüşlere yasalar içinde kalmaları şartı ile hoşgörü ile bakarlar. Demokrasiler özgürlüklerle güvenlik arasında anlamlı bir denge kurmak zorundadırlar. Biri diğerine feda edilemez. Demokrasiler, milli menfaatlerden vazgeçme, istikrarsızlık ve karmaşa olarak da anlaşılmamalıdır.

Sosyo-Ekonomik Teröre Karşı Uyarı Paketi

 


Dünya tıpkı 1929 yılı gibi derin ve orta vadeli bir krizle uğraşıyor. ABD, Japonya, Rusya, Çin ve AB ülkeleri krize karşı tedbirler alsa da krizin yönlendiricileri onların da üstünde gözüküyor. Gerekirse devletler batırılacak ama kapitalizm yaşatılacaktır. Paranın ve gücün dünya egemenliğinin sürmesi için İkiz Kulelerden sonra kontrollü ama devasa boyutlarda bir krizle karşı karşıyayız.


Bu tip durumlarda genellikle “Filler dövüşür, çimenler ezilir.Hükümet, etkilenmeyeceğini iddia etse de kriz asıl bizi ve bizim gibi ülkeleri derinden etkileyecektir. Zira ülkemiz, dış ticaretinin %50’sini AB ülkeleri ile yaklaşık %10’unu da Rusya ile gerçekleştirmektedir. Özelleştirmelerle içimize soktuğumuz büyük şirketler battığında tabi ki bundan etkileneceğiz. Sıcak parayla ayakta durmaya çalışan bir ekonomi para trafiği değiştiğinde elbette etkilenecektir.


Biz ne yapabiliriz? Asıl önemli olan bu. Yıllar yılı yerli malı kullanma ve yabancı malları boykot kampanyalarına pek ilgi göstermedik. Küreselleşeceğiz diye düzenli geliri olmayan çiftçi, üniversite öğrencisi hatta işsizin bile 3 – 5 tane kredi kartı oldu. Lüksten asla taviz vermedik. Maaşımızın 2 – 3 katı  cep telefonumuz, ayran içmeye peşin para bulamasak da tatile gitme alışkanlığımız hep varoldu. Tüketerek ve tükenerek yaşamaya ömür dedik, aldandık.


Zararın neresinden dönersek kardır. Yeter ki bunların küresel oyunlar olduğunun bilincine varalım. TÜRKİYE KAMU – SEN AR-GE MERKEZİ vatandaşlarımız için öneri paketi hazırlamıştır. Sosyal sorumluluğumuz gereği vatandaşlarımızı uyarmayı bir görev görüyor, yetkilileri de sosyo-ekonomik hayatta bir an önce tedbir almaya çağırıyoruz:



  • Borçlanarak araba ya da ev almayın, bu ihtiyaçlarınızı erteleyin.
  • Bankacılık işlemlerinde internet ve ATM’leri kullanın. Daha az masraf ödersiniz.
  • Kara gün için biriktirilen altın benzeri yastık altı tasarruflarınızı bozdurmayın.
  • Kredi kartlarınızın sayısını azaltmaya bakın veya düşük faizli borçlanmayla kapatın.
  • Kredi kartıyla zorunlu kalmadıkça alışveriş yapmayın.
  • İnternet, telefon, elektrik ve su gibi fatura giderlerinizi minimuma indirin.
  • Zorunlu olmadıkça ev eşyalarınızı yenilemeyin ve gereksiz tadilat yapmayın.
  • Her ay başında bir bütçe yaparak gelecek ayın harcama planını çıkarın.
  • Kış öncesi kombinizin bakımını, cam ve kapılarınızın izolasyonunu yaptırın.
  • Televizyon, bilgisayar gibi elektrikli gereçlerinizi kapattığınızda fişini de çekin.
  • Çamaşır ve bulaşık makinelerini tam doldurmadan çalıştırmayın.
  • Evinizin tüm bölümlerini düşük ısıda sürekli ısıtırsanız daha az doğalgaz yakarsınız.
  • Çok zorunlu olmadıkça dışarıda yemek yemeyin.
  • Tasarruflu ampul ve düdüklü tencere kullanın.
  • Küçük alışverişler için büyük marketlere gitmeyin.
  • Alışverişe çıktığınızda sadece ihtiyacınız olanları alın. Özellikle liste yaparak gidin.
  • Yürünebilecek yerde araç kullanmayın veya toplu taşıma araçlarını tercih edin.
  • Mümkün olduğu kadar ev halkını da tasarrufa teşvik edin.
  • Lüks ve israfa dayalı yaşantıların TV’lerden ailece seyrine son verin.
  • Komşuyla, akrabayla ve arkadaşla yarış duygunuza ket vurun.

.