15.5 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1193

Açılım Hukuku ve Sonuçları

0

 

Prof. Dr. Ramazan Demir

 

 Açılım” Hukuku ve Sonuçları… “

 

Mevcut siyasi iktidar tarafından seçilip Çankaya’ya gönderilen Abdullah Gül, T.C. Cumhurbaşkanı olarak devleti temsil eder. Kişisel özelliklerini benimseyip benimsememek farklı bir yaklaşımdır; ancak “kişiselleşen” davranışlar aynı zamanda devleti de bağlar. Bu nedenle devleti temsil eden her kim olursa olsun hareketlerini, bulunduğu makamın ciddiyeti ve sorumluluğunu müdrik olarak ayarlamak zorundadır. Bu bağlamda Abdullah ve Tayip Beylerin çok sevdikleri terim olan “cumhur” un başı olmak önemlidir ve büyük sorumluluktur…

Birileri siyasi iktidarı; “Kürt açılımı” denilen “PKK açılımı” kuyusuna itiverdiler… Bunlardan biri de, muhtemeldir ki, “akıl dane” sıfatlı olduğu söylenen, atadan sabıkalı tarihi geçmişe sahip “köşekapıcı” zatlar ve “beynimin yarısı” diye itibar edilmiş “Kürtçü” teorisyenler olmalıdır… Referans zatlar, terör şefleriyle samimi olarak “hemhal” olurken getirilen mesajlara, cumhurun başı da itibar ederek “…Konjonktür çok müsait… Çok güzel şeyler olacak…” (basından, haberler) kehanetinde bulunmuşlardır.

Kehanette bulunmuş olmaları yetmemiş…

Ardında İçişleri Bakanı Beşir Bey, “biz ..C’i önemsiyoruz” (basından) diye devam etmişler… Adeta referans göstermişler…

Sonra ne oldu, diye sormayınız; tüm olup bitenleri unutmadan hatırlayınız…

 **

Çadır mahkemesi…

Derken, bir formül öne sürüldü: Kandil+Mamur+Teröristler=Habur şenliği (!)…

Sivil itaatsizlik gösterileri…

Basından öğrendik ki Tayyip Bey ve takımı emir buyurmuşlar, gerekli talimatları vermişler, en azından onlar adına gerekli talimatlar verilmiş; ‘Habur’dan giriş yapacak olan teröristleri karşılamak için çadır mahkeme kurulsun…’ diye…

İtirazlar olmuş hukuka bağlı yargıçlardan ve dahi Cim Savcılarından…

Verilmiş emir bir kere, geri dönüş yok!

“Neye mal olursa olsun, bedelini ödemeye hazırız” demiş Tayip Bey…

Ve kurulmuş çadır mahkemesi…

Mahkeme başlamış…

Basın haberlerine göre, muhtemelen aşağıdaki diyalog vuku bulmuş; okuyalım:

Savcı: “Teslim olmaya geldiniz, pişmanlık yasasından yararlanmak için geldiniz, değil mi?”

Terörist: “Hayır, biz A.Öcalan’ın talimatıyla geldik. Pişman değiliz”

Savcı: “Yok, siz pişmanlık yasasından yararlanmak için teslim olmaya geldiniz… Ya da ileride pişman olacaksınız…”

Terörist: “Yok öyle bir şey, biz ‘sayın’ başkanımızın talimatıyla ‘barış’ elçileri olarak buradayız…”

Savcı: “Örgüte de katılmadınız değil mi?”

Terörist: “Örgüte katıldık… Örgüt üyesiyiz… Barış elçileriyiz…”

Ve bu diyalog böyle sürmüş…

Sonra ne mi olmuş?

Habur-Diyarbakır güzergâhı boyunca günlerce süren şenlikli törenler…

Bölücü sloganlar…

Muzaffer ordunun (!) ‘yurda dönüşü’ manzaraları…

Çatal parmak zafer işaretleri… Bu şenlikler sürerken bir şey eksik kalmış; ayaklara serilecek kırmızı halılar… Onlar da ‘sipariş’ edilmiş de dokuması gecikmiş, onun için Habur’da yollara serilmesi eksik kalmış…

Teröristler buna alınmışlar ama!

Bu eksikliği telafi etmek ve kahraman (!) teröristlere moral olsun diye bir mizansen düşünülmüş…

Havai fişek şenlikleri…

“Lorıke… Lorıke… Çafreşşe…” türküleri eşliğinde şölenler yapılmış yurdun dört bir yanında… Yetmemiş… Mizansen aranmış…

**

Meşe ağacının dalları…

Ve bulunmuş; meşhurlardan çok meşhur bir “başkan” eline bir meşe ağacının dalını almış, havada sallamış…

Önce hükümete, sonra bunun-şunun orasına burasına batırıp çıkarmaya başlamış!…

Ve hiç kimseden ses çıkmamış!

Habur’da kurulan çadır mahkemesinin ne savcıları ne de yargıçları bu meşe ağacı söylemlerini duymuşlar; ne de başka kocaman etiketli hukukçular…

Böylece kahraman (!) teröristler, ‘meşe ağacı’ dallarıyla daha da moral bulmuşlar…

**

Guguk Hukuku ve “Suçlu yargıçlar…”

Eskiden terörist yakalanır, savcı-hâkim neredeyse oraya götürülür, yargılanırdı… Devlet olmanın gereği buydu…

Ama Habur’da böyle olmadı; teröristin ayağına savcı ve hâkim götürüldü…

Meğer mevcut siyasi irade yeni yöntemler geliştirmiş!  

Meğer hukuk “guguk” olmuş da yargıcın haberi olmamış…

İşler çok değişmiş!

Yeni “guguk” kuralları oluşmuş…

Şimdi de bu “guguk” hukukunu genişletmek için sadece iktidar partisinin oylarıyla bütün millete uygulanacak “Anayasa”nın bazı temel maddeleri değiştirilmiş; vatandaşa de “gel bu guguk hukukunu tasdik et” diye kerem buyrulmakta; 12 Eylülde “referandum” icat edilmiş…

Vatandaş cevabını vermiş; HAYIR!… Bin kere HAYIR!…

**

“Guguk hukukunun” amacı neymiş biliyor musunuz?

Oy devşirmek!!!???

Nasıl mı?

Eşkıyadan artakalan oyları devşirmek için siyasi iradenin başı, Habur şenliği hakkında önceleri mealen; “..bakınız ne güzel manzaralar..” diyor iken, halkın tepkisine dayanamayarak ve dahi akıl daneleri; “iki ileri bir geri” taktiği vererek birden tornistan yapmış; “Habur’da tutuklamayı hükümet mi yaptı-yapmadı?” diyerek suçu, çadır mahkemesindeki yargıçlara, cim savcılarına yüklüyorlar… Akla geliyor; acaba bu yargıçlar, cim savcıları sakın “er-ge-gene-kon-cu” (!) olmasınlar!!!

Ey yargıçlar, görün işte, icranın başı sizi nasıl suçluyor!!!???

Yarın iktidardan uzaklaşırlarsa tüm suçları size yükleyeceklere benziyor…

Ne dersiniz bu gelişmeye?

Hani iktidarın başındaki zat “açılım” fıkraları anlatıyor ya…

Fakat bir türlü milleti inandıramıyor…

“Ne pahasına olursa olsun açılıma devam” diyor ya…

“Ne pahasına…?”

Bu ifade çok su götürür…

Üniter devletin, milletin birliği, vatanın bütünlüğünün yok olması pahasına da mı?

İşte bunun için mi Anayasa referandumu!!!???

Peki ey vatandaş; kanınla suladığın vatanı bölme zemini hazırlayan bu Anayasa değişikliğine evet mi diyeceksin???

Vatandaşın cevabı: HAYIR… Bin kere HAYIR…

**

Öyle bir noktaya gelindi ki kimsenin Tayip Bey’i dinlediği filan yok…

Ona gerek kalmamış anlaşılan; Terör örgütü kendi kendine açılım yapıyor; baksanıza Destekçisi BDP genel başkanı meydanlarda bağırıyor; “halk özerkliğini ilan etti” diyor…

“İşgalci TC Kürdistan’dan çekil” diye pankart açıyor…

BDP başkanı; Nevroz bağımsızlığın miladıdır. Türkler ve Kürtler bir arada yaşadı, cumhuriyeti birlikte kurdular, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerek. 2 halk, 2 dil var, anayasa buna göre değişmeli.”

Ey vatandaşım, kardeşim, yoldaşım, komşum, köylüm, işçim, esnafım; buna meydan verecek misin?

Bölücüler, “Kürtçüler”, terör örgütü, onların yandaşları böyle diyorlar…

İstekleri bunlardır…

Bu isteklere ortam hazırlayan Anayasa referandumuna “evet” diyecek misin?

Vatandaşın cevabı: HAYIR… Bin kere HAYIR…

**

Açılımlar “aç biilaç” oldu…

Soruyor Güneydoğulu vatandaş Memo; “Bey biz anlamik, bu açılımcılar, aç-aççılar ne diyiler?!”

“Açılım deyiler, biz heç bir şey görmedik, neyi açiler ki?”

Bir Kafkas mağduru Şamil vatandaş bir şey daha soruyor; “ne oldu Ermeni açılımı? Hani kapılar açılidi? Hani Karadağ kurtulidi?”

Diğeri cevap veriyor;

“Bey, bey; ne diyorsun, zaten sınırlar açık!

Hava sahası açık…

Vızır, vızır uçaklar gidip geliyor…

Otobüsler “transit” ambalajıyla dolup İstanbul’a, Van’a, Kayseri’ye gelip boşalıyor…

Daha neyini açacaklar?

Açılmayan ne kaldı ki!!!

Geç beyim geç…

Bunlar kılıfı çoktan hazırladı…”

Kafkaslı Şamil sesini yükseltiyor: “Bilinmeli ki, Ermenistan anayasa mahkemesi protokoller hakkında karar aldı ise, bu kararın anlamı şudur; protokoller bizim ‘soykırım, toprak ve tazminat haklarımızı saklı tutar.’ Eğer TBMM bu protokolleri kabul ederse Ermeni anayasa mahkemesinin kararını onaylamış olur.”

Ermeni açılım, “Kürt” açılımı derken Habur şenliği...

Sonuçta sağduyulu vatandaşın bu tespitini biz aktardık…

Belki duyan olur…

**

Ermeni ihaneti…

Ermeni açılımından söz edilmişken bir hatırlatma yapalım; Selçuklu komutanlar Kafkaslardan “Ani Krallığını” ele geçirdikleri zaman, Ermeni papazlar ve ileri gelenler, kendilerini Bizans zulmünden kurtardıkları için Türklere şükran borçlu oldular. Bizans’tan gördükleri zoru hiçbir kavimde görmediler.

Osmanlı Devletinin himayesinde 850 sene “korumalı” ve “torpilli-makbul millet” olarak yaşadılar. Ne zaman ki Batı emperyalizminin gölgesinde “isyan ve ihanet” hareketlerine başladılar, işte o 850 yıllık kredilerini tükettiler…

Örgütlerin kapatıldığı ve çete elebaşlarının tutuklandığı 24 Nisan günü “kara gün” olarak varsayılmasının ardındaki amaç çok farklıdır.

Bu tarih, ne sürgünün başlangıcıdır ne de sürgüne gidenlerin ölümüdür…

Belki zorunlu göç başka şekilde de uygulanabilirdi…  

Tıpkı 2. Abdülhamit tarafından izin verilen bir “sivil hareket” örneği gibi…

Çete kurmuş Ermenileri zabıta ile cezalandırdığı gibi…

Belki o zaman tehcire gerek kalmayabilirdi…

Tehcirde ölen Ermeniler, sırf “Ermeni” oldukları için değil, ihanet ve isyan ettikleri için, düşmandan yana tavır aldıkları için, orduyu arkadan hançerledikleri için, sivil katliamı yaptıkları için…

Silahlı olarak çatıştıkları için ölmüşlerdir…

Duygu sömürüsü yaparak milletleri daha çok kandırmaya çalışacaklar… Ermenilerin özelliğidir bu…

Ermeni oldukları için ölmediler, dedik…

Fakat 1821 de Mora’da 20 bin Türk öldürüldü!

Sebep neydi?

Sırf Türk oldukları için…

Fakat hiçbir Ermeni sırf Ermeni olduğu için ölmedi…

**

Ermenistan’la protokol komedisi…

ABD ve AB ağababaların kartal pençeleri arasında zorla imzalatılan “protokol” denilen paçavralar artık “evrak mezarlığında” yerini aldı…

Bunun böyle olacağı baştan beri biliniyordu; bilerek “lades…”

Şimdilerde ağababaların istekleri doğrultusunda işler yürütülmeye çalışılıyor. Tayyip Bey ve Abdullah Bey’in Hıristiyanlığın en itibarlı Azizi Pavlos’un heykeli gölgesinde, vaftiz duaları eşliğinde, Türkiye adına “pranga” hükümler taşıyan on bin sayfayı geçen AB’nin müktesebatını imzalarken okumadıkları biliniyor…

Türkiye Cumhuriyeti adına imzaladıkları bu müktesebatın dayandığı “Kopenhgen” ölçütlerinde sadece azınlık dilinin korunması hakkı vardır; eğitim dili hakkı yoktur…

“Anadilde eğitim” isteyen gafillere duyurulur…

**

Demokrasi kime lazım?

“Demokratik açılım” diye milleti uyutmaya çalıştıkları komediye artık Türk milleti “mizah konusu” yaptı. Örneğin “açılım dondurması 32 dişe keman çaldırır…” “Açılım yumruğu makyaj yaptırır…”

“Demokratik simit…”

“Açılımcı Temel-Fadime serpuşu…”

Ve birçok benzer sloganımsı nükteler…

Doğrusunu isterseniz, iyi de oluyor; vatandaş kısa aralıklarla sefalet sıkıntısını mizaha dökerek unutmaya çalışıyor…

Mademki bu “açılım” PKK açılımı değil de “Kürt açılımı” ise, o zaman demezler mi ki “demokrasi”, “demokratikleşme”, “herkese daha çok hürriyet, daha çok demokrasi” ise, neden sadece Güneydoğulu vatandaşlara yönelik algılama, sözel söylemleri yapılıyor?

Demokrasi ne kadar doğudakilere lazımsa batıdakilere de o kadar lazım olduğunu siyasi iktidarın patronları bilmiyor mu?

Bal gibi biliyorlar…

Amaç yine saf ve sade Güneydoğulu vatandaşı avutmak, onların oyunu kapmaktır… Referandumda “Kürt” halkını yine aldatmak…

Peki, ey Güneydoğulu vatandaşım, sen bu kadar saf mısın???!!!

Vatandaşın cevabı: Hayır, begim Hayır… Referanduma da HAYIR…

**

Feodalizme dokunmadan…!

Neden Doğu’nun bazı bölgeleriyle Güneydoğu’da egemen olan feodalizmden hiç bahsedilmiyor?

Şu anda, “açılım” komedi paketinde, hangi konuda feodalizmden bahsediyor?

Hiç…

Kangren olmuş “ağalık”, “reislik”, “aşiretlik”, “şeyhlik”, “müritlik” konularında bir önlem var mı?

Yok…

Siyasi çıkar için vatandaşlarımız kandırılıyor…

Siyasi iradenin egemenliğindeki partide kaç tane feodalizmin temsilcisi mebus var, bilen var mı?

Bunlara rağmen “açılım” olabilir mi?

Sadece oyalama ve kandırmaca…

Bunun farkına varıldığı zaman, Güneydoğulu vatandaşlarımız belki o zaman kendine gelirler, terör örgütüne alet olmazlar, devletine biat eder ve sahip çıkarlar… Tüm bunlar varken ve hiç “feodalizmin açılımı” konuşulmazken, yeni tür feodalizme meydan verecek Anayasa referandumunda vatandaştan “evet” beklenmekte!!!  

Ey halkım sen ne diyeceksin referandumda?

Vatandaşın cevabı: HAYIR… Bin kere HAYIR….

**

Güneydoğuda devlet zafiyeti…

Vatandaşın-askerin eli-kolu bağlı hale getirildi…

Teröristle pazarlık yaparsanız varacağınız sonuç asla “barış” olmaz.

Terör örgütü ve taraftarı siyasi parti bu bölgede “zorla” iktidarını ilan etmiş durumda…

Vatanın bütünlüğü tehlikede…

Aslında halkın 2/3 kadarını devlet koruyamadığı için Güneydoğulu vatandaş sesini çıkarmıyor, sessiz kalıyor… Terör örgütü “esir” almış durumda…

Güveneceği “devlet” orada yalpalamaktadır…

Siyasi irade bu bölgede “devlet zafiyeti” yaratmıştır…

Bölgede hukuk işlemiyor, yasalar işlemiyor, çifte standartlar uygulanıyor…

Objektif olmak mecburiyetinde olan hukuk “taraflı” hale getirilmiştir…

Yargı mensubu “tehdit” altındadır…

Hukuk bağımsız, tarafsız ve objektif değil…

“Er-gene-kon hukuku” diye tabir edilen “uydu hukuku”, “guguk hukuku”, Güneydoğuda “terör hukuku” olarak adlandırılmakta…

Hiçbir şekilde ve durumda yargı objektif değildir…

Örneğin gizli tanık yasal bir işlem değildir.

Terörist nasıl gizli tanık olabilir?

Adama şunu sormazlar mı; ‘sonra, bu adamlar komutanları nerede tanıyorlar?’ diye…

Unutulmamalıdır ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “gizli tanık” ifadelerini geçerli belge-kanıt saymıyor.

Hukukçulardan aldığım bilgiye göre Türk ceza kanunun 58. maddesine de gizli tanık uygulamaları aykırı imiş…

Tüm bunları duyduğuna ve algıladığına göre; ey vatandaşım, ey Güneydoğulu kardeşim, arkadaşım hâlâ Anayasa referandumuna “evet” diyecek misin?

Vatandaşın cevabı: HAYIR… Bin kere HAYIR…

**

PKK-Ermeni “kan kardeşliği…”

Güneydoğuda devletten yana olan “koruculuk” sistemi büyük sıkıntı içindedir. Yıllardan beri “korucular” terörden büyük darbe yediler.

PKK “korucu köyleri”ni basarak katliamlar yapmakta geri durmadı.

Bunlar gizlenmektedir…

Güneydoğuda sivil itaatsizlik başlamıştır…

Muhtemelen BOP ile PKK açılım işbirliği vardır…

1919 Marsilya, 1925 Suriye’de “Kürtçüler” ile Ermeni “Hoybun” tarafından ilan edilen “kan kardeşliği” ittifak kararı, bugün de farklı kimlikle sürmektedir.

Temel hedef bellidir; ortak düşman Türkiye Cumhuriyeti…

PKK ve Ermeni işbirliğinde ılımlı hava korunarak “kan kardeşliği” pekiştirilmektedir… Üstelik Türkiye’nin karşısına yeni bir suçlama hazırlığı da var!

 

Devam eden terörün ardından; vatanına, bayrağına, cumhuriyete bağlı Doğu ve Güneydoğulu kendini “Kürt” sanan kardeşlerimiz, bu yanlış gidişatın içinde yer almaz..! Bu oyunda, onlar yine kandırılarak “piyon” olarak kullanılmaktadır; tıpkı Koçgiri isyanında, Şeyh Sait isyanında, Ağrı isyanlarında ve en son Dersim isyanında kandırıldıkları gibi…

Yörenin kadim halkı “Kürt” kardeşlerimiz, size ‘haklarınızı savunuyoruz’ diyen “Kürtçülük” yapanlara inanmayınız, onların amaçları farklıdır, gittikleri yol yanlıştır…

Emperyalist Batılı güçler, aslında Ermeni emellerinin Doğu Anadolu’da gerçekleşmesini sağlamak için “Kürt” kimliğini öne çıkararak, onlar üzerinden Türkiye düşmanlığı yaratılmaktadır… Bu bir oyundur, dikkat lütfen…

Sanmayınız ki Türkiye parçalanırsa “Büyük Kürdistan” oluşacak!

Asla öyle değil ve olmayacaktır da…

Uzağa gitmeyiniz; sadece 1895-1915 arasında Ermeni isyanı, ihanet ve istekleriyle destekçilerin kararlarını okuyunuz yeterlidir…

Ama nerde?!…

Devleti idare ettiklerini sananlar bu kadar derin gafletin içindeyken, kendini “Kürt” sanan sade vatandaş ne yapsın ki!?

Neyi nerede okusun ki?

Ermeni kozunu kullanan Batı emperyalizmi nasıl ki Osmanlıyı “yok” ettiyse, şimdilerde de “Kürt” kartını kullanarak Türkiye Cumhuriyetini yıkmak istiyor!!!

Derin uykudan uyan ey Türk milleti, uyan…

Gerçekleri gör…

Yarın çok geç olabilir…

Vatanın bütünlüğü, milletin birliği, bayrağın tekliği tehlikede…

Uyan artık uyan!!! Uyanmalısın…

Senin “idam fermanını”, “referandum” kandırmacasıyla sana onaylatmak istemektedir…

İdam edilmek istiyor musun???

Buna “evet” diyecek misin?

Yoksa HAYIR…  HAYIR mı?

 

 

 

Yaşadığımız şehir Kocaeli’ nin geçmişini bilmek için okunması gereken bir eser SÜLEMAN PAŞA

Tarihe ilgi duyan ve okumaya meraklılar için önemli bir eser olduğunu düşündüğüm Kocaeli’nin ilk Osmanlı yöneticisi Süleyman Paşa kitabını bir solukta, elimden bırakmadan okudum. Çok dolu ve doyurucu bir eser. Müellifi Prof. Dr. Enver Konukçu’dur. Bu eseri bize sunan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları yöneticilerine ve müellifine teşekkür ederim.

Eser, Osmanlı Devletinin  kuruluş sürecini, yaşadığımız şehir Kocaeli ve çevresinin Türkler tarafından yurt edilişinin hikayesini gözler önüne sermektedir. Günümüz insanının ve yöneticilerimizin istifade edeceği bilgi ve hikmetleri bizlere sunmaktadır. Bir düşman saldırısı öncesi, topladığı asker ve komutanlarına verdiği şu mesaj ne kadar ufuklu ve yerindedir:

Şu gördüğümüz olağanüstü işler, yaptığımız akıl almaz girişimler, şimdiye dek zaferleri rehber edinen ordumuzun yeni ülkeler almasına sebep olmuştur. Bu fetihler, gerçekte Allah-ü Teâla’nın yardımı ve Cenab-ı Hakkın, peygamberin mucizesinden başka bir şey değildir. Yoksa bu kısa zamanda, bu kadar az bir askerle böyle bir destek ve yardım olmasa, bu kadar çok iş görmek kolay şey değildir. Meydana gelen fetihler, ilây-ı kelimetullah için gerçekleşmiştir.

Sağlam inançlara sahip kişiler, cihâd yolunda gayret edip, başkoymak yolunu seçmek zorundadırlar. Hele şimdi, sonu kötü olan düşmanın toptan harekete geçmesi, asker toplaması bunu gerektirir… Hayat, herkese giydirilen emanet bir elbisedir. Bununla akıllı kişiler öğünmekten ar eyler. Bize gerek olan, iyi hatıralar bırakmaktır. Her kişinin nefesleri sayılı, sonu da bilinmektedir, yaşamaktan sonra ölüm gerçek iken, cihanı yaradan da, hayat ve ölümü yarattı buyurmakla buna işarette bulunmuştur… Doğru yolları gösteren Allah’a sığınarak, Peygamberlerin efendisi olan zatın ruhaniyetine bağlanarak, hasımlarımıza karşı direnmede sabır ve tahammül idesiniz.”

Süleyman Paşa Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin torunu, ikinci padişah Orhan Gazi’nin büyük oğludur. Kardeşi Üçüncü padişah Birinci Murat’tır. Kocaeli bölgesinin Osmanlı Devletine katılmasında Akçakocabey; Düzce, Bolu Bölgesinin fethini sağlayan Konuralp; Gerede – Yeniçağ – Mengen bölgesini feth eden Hızır Beyler onun büyükleri ve fetih arkadaşlarıdır. Ayrıca Gelibolu Bölgesinin fatihidir. Babası Orhan Gazi’nin bilgisi dahilinde Rumeli’de fetihlerde bulunmuştur.

Süleyman Paşa yöneticiliğinde adalet ve yumuşaklıkla hem halkının gönlünü kazanırken, yönetimine aldığı yerlerdeki gayr-i müslim halkın da güvenini kazanmıştır. Kendisinin kahramanlık, yiğitlik, cesaret gibi vasıflarıyla örnek özellikleri vardır. Üç erkek evladından birisi Gelibolu Fetihleri esnasında şehit olmuş. İsmail ve İshak isimli diğer iki oğlu ise amcaları 1. Murat zamanında Rumeli Fetihlerinde Akıncı beyleri olarak  hizmet etmişlerdir. Kızları ise Anadolu’nun itibarlı beyliklerinden evlilikleriyle akrabalık tesis etmişler ve Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesine katkı vermişlerdir.

Süleyman Paşa’nın türbesi Gelibolu – Bolayır ‘da bulunmaktadır. Bir avlanma sonrası atının tökezleyip düşmesi sonucu yaralanıp vefat etmiştir. Atıyla beraber defnedildiği söylenir. Hayvanlara karşı derin sevgisi olan Süleyman Paşa, tökezleyen atını da beraberinde gömdürmüştür. Böylece kendi ruhunda simgeleşen Bozatlılar da hem kendi türbesini koruyacaklar, hem de düşman ayağını buralara sokmayacaklardır.

Süleyman Paşa’nın türbesi Osmanlılar döneminde de ziyaret edilen bir yerdir. Burada ayrıca Namık Kemal’in de mezarı vardır. Özellikle Kocaeli’den Çanakkaleye gidilen ziyaretlerde buranın da programa katılması ve Kocaelilerin kendi bölgelerindeki ilk Türk yöneticilerini tanıyıp bilgilenmeleri gerekir inancındayım.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin tarihi mekanlarla ilgili çalışmaları yanında bu tür kültür eserleriyle de kendi tarihimizi bilip tanımak yönündeki bu tür eserleri kazandırdığı için Sayın Başkan İbrahim Karaosmanoğlu’na ve ekibine teşekkür eder, çalışmalarının devamını dileriz…

Yol Ayrımı

Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, ülkeyi bu noktaya getiren Kürt açılımı maceracılarına da lanet… Terör örgütünü cesaretlendirip açıldıkça şehit veriyor ve neleri tartışır hale geliyoruz.

Her dönemde valilerimiz iktidarların değil; ama Devletin valisi olduklarını unutmamalıdırlar. Zaman zaman bu gerçeği unutan, iktidar partisinin il başkanı gibi davranan, “aferin” alma yarışına giren, Devletin ağırlığını ve itibarını zedeleyenler görülmüştür. Bu yanlışları yapanlardan bazıları ödüllendirilerek TBMM’ne bile girebilmişlerdir. Son günlerde Aydın valisinin keyfi davranışı ve işgüzarlığı hoşgörülecek cinsten değildir. Terör örgütü lehine hatta intikam almaya çağırıcı afişler ortada dolaşırken Kürt açılımı aleyhine Aydın MHP il binasına asılan “Sen açıldıkça analar ağlıyor.” afişi terör, örgütü ve yandaşlarına bile gösterilmeyen hiddet ve şiddetle indirilmiştir.

Yanlışlardan herkes kaçınmalıdır. Maalesef ülkemiz bilhassa son sekiz senedir yangın yerine dönmüştür. Dar bir etnik politika güdülmekte, Anayasaya rağmen etnik ayrımcılık teşvik görmekte ve Türk düşmanlığı marifet sayılmaktadır. Türk düşmanlığını sermaye yapan fikir soytarıları, “neseb-i gayri sahih” yaratıklar türemiş; içeriden ve dışarıdan destek bulmuştur. Türk Milleti çatıştırılmak için sürekli tahrik edilmektedir. Türk düşmanlığı Türkiye’nin Balkanlarda ve Avrasya’da siyasi tesirliliğini baltalamak için kullanılmaktadır. Balkan ve Avrasya ülkelerini dolaştıkça İslâm düşmanlığı anlamını taşıyan, etnik ırkçılıktan kaynaklanan Türk düşmanlığının sebepleri daha iyi anlaşılmaktadır. 12 Eylül’de Anayasa değişiklikleri kabul edilirse, Türk düşmanlığı iyiden iyiye hızlandırılacaktır. Soros Vakfının taşeronu gibi faaliyet gösteren bir Vakfın Kürt Raporu’ndaki teklifler de buna destektir.

Demokrasi ve demokratikleşme lime lime ayrılmış, bizzat siyasi irade tarafından farklılaştırılmış, kimliğin ve milliyetin dışlandığı hangi ülkede başarılı olabilmiş ve uygulanabilmiştir? Demokrasi ile etnik ırkçılığın uzlaştığını varsayarak etnik maceraya dalanlar, Kürt açılımını dillendirenler, ülkeyi etnik çatışmaya zorlamaktadırlar. Farklılıkların abartılması ve kutsallaştırılması, resmen ve yasal olarak kabul görmesi ve birileri ile egemenliği paylaşmak milli ve üniter yapı mı bırakır? Bölünmenin başka bir tarifi var mıdır? Kürtçü ırkçılık ülkeyi birleştirme ve barış projesi midir? Bu ufalanma projesi değil mi ki; ülkeyi yönetenler “Kürt açılımı” diye ortaya düştüler? Dış dayatma varsa; sizin milli iradeyi temsil edip etmediğiniz, iktidar gücünü kullanıp kullanmadığınız sorgulanmaz mı?

Her dönem dışarıdan dayatılan Kürtçülük sorunu Cumhuriyetle mi ortaya çıktı? Cumhuriyet, Osmanlı’nın kozmopolit yapısını esas almadığı, birilerini inkâr ettiği için sorun çıktı diyenler; Kürtçülüğün 1800’lü yıllara dayandığını, önce Katolik sonra Protestanlarca Osmanlı’ya karşı kullanıldığını bilmiyorlar mı? Cumhuriyetimiz 1800’lü yıllarda mı kuruldu? Sevr’de ortaya çıkan şartlar acaba Cumhuriyet sonrasına mı aittir? Doğu Anadolu’da etnik ağırlık taşımayan isyanların çoğu Cumhuriyet sonrası mı gerçekleşti?

Türkiye geleceği belirsiz, tehlikeli bir yola sandıktan çıkmış siyasi iradece sokulma gayreti içindedir. Milli iradeyi temsil eden insanların milli kimliği inkâr edici çabaları büyük çoğunlukla çelişen ve demokrasi ile bağdaşmayan garip bir tutumdur. Ülkemizdeki Kürt ırkçılığı ve onunla ikiz kardeş kabul edilen Ermeni ırkçılığı bizzat Ermeni olmayanlar tarafından hortlatılmış ve bize karşı emperyalizmin yeni bir malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Küreselleştirme ile etnikleştirme, ufalamayı demokratikleştirme şeklinde gösterme çabaları görülmektedir. Küreselleştirme kozmopolitliği savunarak, egemenlik haklarını sınırlandırıcı, kutsal duygu, düşünce ve ideallerin içini boşalttığı ve onları tanınmaz hale getirdiği bir dönemi ve buna uygun iktidarları da ortaya çıkarmaktadır. Bundan dolayı birçok ülkede demokrasi bile emperyal amaçların hizmetinde kullanılan bir vasıta haline getirilmiştir.

Bu gelişmelerin ışığında 12 Eylül’deki halk oylaması Türkiye’nin yarınlarıyla ilgili bir tarihi tercihi ortaya koyacaktır. Konuyu geniş açıdan ele alarak sadece particilik bakışı ile değerlendirmemeliyiz. Bazı gerçekleri haber kirliliğine rağmen dile getirmek, basit ve alışılmış siyaset yapmak değil; aydın sorumluluğunu yerine getirmektir.

Başbakan Buraya, Yumruk Havaya

Sayın Başbakan gençliğinde her kulüpte ve her mevkide futbol oynamış gözüküyor. Kasımpaşa‘daki kahvelerde oynanan her oyundan bilgi ve birikimi var gibi görünüyor. Hem ticaret yapmış hem sosyal faaliyet, hem siyaset demiş hem tarikat..

Akşam 12 Eylül‘le ilgili ağlamatik konuşmasını izlemek bunları düşündürttü bana. Hem Devrimci oldu, hem Ülkücü, hem darbe düşmanı duruş gösterdi hem duygusal.. Sonra takvime baktım; ben 40 yaşındayım, ihtilâl 30. Yani Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu idam edilirken doğan bebek şimdi ya işsiz ve bekâr yada evli ve tek çocuklu.

Peşinden bir gecede 7 şehit haberi daha geldi. İktidarı döneminde teröre yüzlerce şehit verdiğimiz bir Başbakanın asıl onlar için ağlamasını beklerdim. Neticede Hz. Ömer‘e “Dicle’nin kenarındaki bir kuzuyu kurdun kapmasının hesabı” kendi dönemiyle alâkalı sorulacak.

Son günlerde Başbakanımızda ciddi ciddi ülkücülük emareleri görüyorum. ‘Reis‘ gibi konuşuyor. Gerçi 80 öncesinde büyük ihtimalle ‘Akıncılar‘ yani bir köşede saklanıcılar arasındaydı ama olsun o da akıllıcaydı. İhtilâl hızarı 2 tarafı da doğrarken kenarda saklananlara Netekim Paşayürüyün ya kullar‘ startını verdi.

Devrimci ateist zındıkların asılması 80 sonrasında o kesimi üzmüştür desem yalan olur. Irkçı – köpekçi (kurt yerine) Ülkücülerin asılsa da asla ve kat’a şehit olamayacaklarını düşünmekse o iş tamam. Tamam da idam olunan Ülkücülerin hazin mektupları 30 yıldır mapushane arşivlerinde mi bekletiliyordu? “İdam mektubudur, dürülmüştür.

Ya o Nevzat Çelik‘in Necdet Adalı için yazdığı Şafak Türküsü şiiri? 20 – 25 sene önce onu meşhur eden Ahmet Kaya bile vefat edeli 10 yıl geçti. Lâf aramızda, Başbakan’ın en kötü şiir okumalarından biriydi.

Anlaşılan o ki Halkoylaması‘na gidilme gerekçesi Ülkücü – Devrimci kayıpların telâfisi için olacak sanki. Gerçi darbeci (bizzat yapan) paşaların bir ayağı çukurda, öbür ayağı ise çoktan çukur altında. Gerçi 28 Şubatçı’lar sağ ve salim maşallah. Hem de hiçbiri içeriye alınan yarım ordu insan arasında yok. Gerçi-merçi, o kadar kusur kadı (yargı mensubu) kızında bile olur derler.

Benim anlamadığım; Devrimci – Ülkücü mücadelesinin devamı olagelen CHP ve MHP bu hayır’lı işten habersiz görünüyor. Yani cephe arkasında saklananlar cephede savaşanların onuruna referandum madalyası takmak istiyorlar ama cephede bizatihi çarpışanlar “al madalyanı da çek git” şarkısını söylüyorlar.

  • İşbu 50 gün Bakanlar Kurulu kararıyla 1980 yılına taşınmıştır nitekim.
  • Şimdengerü istismarın kralına şahit olacaksanız sayın seyirciler. Az sonra!
  • Makyavelli yaşasa o da ‘evet’çi olurdu.
  • Sen aklıma, fikrime mukayyet ol Allah’ım.

Aile Seti -3

0

Çocuk Eğitimi
Anne -babanın çocuklarına karşı görevleri
Anne- babaların çocuklara karşı en önemli görevi çocukları sevmek, fakat şımartmamaktır.
Peygamberimiz (sav) ayrım yapmaksızın tüm çocukları çok severdi.
Onlara değer verirdi.

Torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin namazda secdede iken peygamberimizin sırtına binerlerdi.

Onlar sırtından inene kadar peygamberimiz secdeyi uzatırdı.

Bütün bunlara rağmen peygamberimiz çocukları şımartmazdı.

Siz hiç İslam tarihinde Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in şımarıklığından bahseden bir yazı yada anekdot okudunuz mu?

Demek ki çocuklara karşı ilk görevimiz onları şımartmadan sevmektir.

Bundan sonra dikkat edilmesi gereken hususları maddeler halinde sıralayalım.

1-Çocuğun yalancı olmaması için

Şakadanda olsa çocukların yanında yalan söylemeyiniz.

2-Birbirinize ve çocuklara karşı yerine getiremeyeceğiniz vaatlerde bulunmayınız.

Çocuk bu durumu unutmaz siz yaşlanınca aynı durumu size yapar.

3-Çocuktur anlamaz deyipti müstehcen sözler çocukların yanında konuşmayınız, büyüyünce anlar ve size olan güveni sarsılır.

4-İmkânlarınız müsait olsa bile çocuklarınızın her isteğini almayınız, yapmayınız, aksi takdirde şımarık ve geçimsiz bir insan olur

5-Çocuklara karşı nazik olun şakadan da olsa aldatmayınız.

6-Çocuklarınızı sevdiğinizi hissettirin onlara zaman ayırınız, onlarla ilgileniniz

Bu çocuklar için çok önemlidir bunu sakın ihmal etmeyiniz.

Çocuğunuzdan bir anekdot

Baba 1 saat ta kaç para kazanıyorsun?

Akşamleyin baba yorgun argın eve gelince çocuk baba saatte kaç para kazanıyorsun diye sorar.

Baba önce bu soruya bir anlam veremez yorgunda olduğu için çocuğu azarlar.

Çocuk küserek gider odasına kapanır.

Bir müddet sonra baba çocuğun gönlünü almak için yanına gider.

Çocuk tekrar sorar: Baba bir saatte kaç para kazanıyorsun?

Baba 5 lira diye cevap verir.

Baba çocuğa sorar barışmak için kaç para istiyorsun?

Çocuk 2 lira ver yeter der.

Baba 2 lirayı verince,

Çocuk cebindeki 3 lirayı da katarak elindeki 5 lirayı babasına uzatır.

Babacığım der işte ücreti, bir saatini de bana ayır der.

Çocuklar sadece paraya değil, sevgi ve ilgiye de muhtaçtırlar

7-Çocuklar bir şey anlatırken onları önemli kişileri dinler gibi dinleyiniz.

8-Çocuklara karşı aşırı sert ve aşırı yumuşak olmayınız, sizden korkup arkadaşlarına sığınmasın, huzuru sokakta aramasın. 

Sizi ciddiye almamazlıkta yapmasın.

9-Çocukları sevin, ama şımartmayın

Peygamberimiz her zaman torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sevmiştir fakat hiçbir zaman onları şımartmamıştır.

Siz hiç Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin in şımarıklığını okudunuz yâda duydunuz mu?

10– Çocuklara karşı sevgi ve ilgide adaletli olunuz ki, birbirlerini kıskanmasınlar.

11– Anneler kız çocuklarına yemek – temizlik ve ütü yapmasını öğretmelidirler.

Bu onların eğitimi kadar önemlidir.

Çocukların her işini anne yâda babaları yapmamalıdır.

Belli bir yaştan sonra çocuklar kendiişlerini kendileri yapmalıdır.

İşlerine ödevlerine yardımcı olmak ayrıdır, onları hazıra alıştırmak ayrıdır.

13-Çocuklara mutlaka kuran okumayı ve ilmihal bilgilerini de öğretmek gerekir.

14-Çocukları baba ve Allah ile korkutmayınız.

Çocuklar korktuklarından uzak, sevdiklerine yakın olmak isterler

Allah-baba ve öcü

Çocuklar yaramazlık yaptıkları zaman anneler çocuklarını korkutmak için genellikle bu üç silaha başvururular.

1-Çocuk oynarken yaramazlık mı yaptı evi biraz dağıttı mı anne hemen: Babanız akşam gelsin görürüsünüz o zaman.

2 – Çocuk konuşurken ağzından çirkin bir söz mü çıktı. Çoğu zaman büyüklerde aynı yanlışları yapıyorlar.

Anne o zaman Allah kötü söz söyleyen çocukları taş keser, cehenneme atar yakar.

3- Küçük çocuk uyumak istemiyor mu elbette o da sizin gibi dizinin sonunu merak ediyor ama sabahleyin de okula gidecek uyuması gerekir.

Anne: çabuk yatağına öcüler gelir seni yer ham yapar.

Bu şekilde çocukları korkutmanın sonunda çocuklar Allahtan-babadan-öcüden aynı derecede nefret eder.

Buda yanlış bir eğitim ve terbiye metodudur.

Eşimiz ve çocuklarımız bize Allah (cc)ın emanetidirler.

Emanete ihanet etmeyelim.

Kalpleriniz iman,

Evleriniz huzurla dolsun.

Çocuklarımızda vatana millete hayırlı olsun. AMİN

 

Kocaeli Aydınlar Ocağı Mensuplarının Ankara Seyahati – 3

0

Bundan önceki iki yazımda 16.06.2010 Çarşamba günü Ankara’ya yapılan seyahat ile alakalı gezi ve intibalarımızı anlatmaya çalışmış ve gezi programının ana gayesinin teşkil eden Kınacızade Konağı’nda verilecek akşam yemeği için konağa saat 19.00 sıralarında giriş yaptığımızı ifade ederek yazımızın ikinci bölümünü de tamamlamıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz.

16.06.2010 Çarşamba günü seyahati ile ilgili olarak yapılan programa göre Kınacızade Konağı’na gelindi. Zira seyahat programına göre burada Kocaeli Aydınlar Ocağı üyeleri aktif siyaset yapan bazı gönül dostları ile bazı kurumlarda görev yapan üst kademe yöneticileri için yemekli bir toplantı tertip etmişti.

Gaye, tamamen Aydınlar Ocağı’na gönül vermiş ve ocağın birçok toplantılarına yoğun iş programlarına rağmen zaman ayırmak suretiyle katılan gönül dostlarını bir araya getirmek ve onlarla beraber olabilmektir.

Toplantı için düşünülen Kınacızade Konağı, Ankara Kalesi içerisinde hakikaten ismiyle müsemma tarihi bir konaktır. Giriş merdivenlerinden başlamak üzere hiçbir şekilde bozulmadan orijinal haliyle günümüze kadar ayakta kalabilmeyi başarmış sayılı konaklardan birisidir. Konak üç katlı olup arka tarafında müştemilat ve ortasında bahçesi bulunmaktadır. Yaz aylarında misafirler umumiyetle bu bahçede ağırlanmaktadır. Konağın bütün odaları birçok tarihi eserlerle doludur. Hatta bazı odalarında 100-150 yıl öncesine ait paha biçilmez kumaşlardan yapılmış ve altın ve gümüş işlemeli kadın ve erkek elbiseleri bulunmaktadır.

Konak’ın odalarından birisi günümüzde yaşamakta olan Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık Beyefendiye, biriside TRT’nin ilk kuruluş yıllarında spikerlik yapan Jülide Gülizar’a tahsis edilmiş olup bu odalarda kendilerine ait bazı eşyalar bulunmaktadır.

Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın Kınacızade Konağı’nda tertip etmiş olduğu akşam yemeğine davet edilen Ankara’daki dostlarından;

Eski Bakanlardan Ali Coşkun,

İstanbul Milletvekili Dr. Alaattin Büyükkaya,

İstanbul Milletvekili Halide İncekara,

İstanbul Bağımsız Milletvekili Ahmet Tan,

DİYANET-SEN Genel Başkanı Mehmet Bayraktutar,     

Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın Ankara Temsilcisi Haydar Çiftçi, Ankara’da görev yapan bir kısım üst kadro bürokratları yapılan davete icabet ederek yemeğe gelmişlerdir.

Bu toplantıya Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek ile Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül Beyefendilerde önce iştirak edeceklerini bildirmiş olmalarına rağmen, o gün için Sayın Cemil Çiçek’in Meclisteki yoğun çalışmaları ve nöbeti sebebiyle, Sayın Vecdi Gönül’ünde İzmir’de katılmasında zaruret bulunan bir toplantı vesilesiyle yemeğe katılamamışlardır. Ancak her iki muhterem zevat Ocak Başkanı ve aynı zamanda davet sahibi Ahsen Okyar’ı ayrı ayrı aramak suretiyle bizzat özür beyanında bulunma inceliğini göstermişlerdir.

Kınacızade Konağında akşam yemeği, misafirlerin konağa intikal etmelerine müteakip saat 19.30 sıralarında başlamıştır. İkram edilen nefis yemekler yenildikten sonra toplantıya ev sahipliği yapan ve aynı zamanda toplantıyı yöneten Ocak Başkanı Ahsen Okyar, toplantıya iştirak edenlerden bazılarına duygu ve düşüncelerini anlatmaları bakımından söz vermiştir.

Bu cümleden olarak, Eski Bakanlardan Sayın Ali Coşkun; Aydınlar Ocağı Derneği’nin ilk kuruluş yıllarından itibaren üyesi ve gönüllü bir neferi olduğunu, bu Ocağın Türk Kültür hayatında çok önemli yeri bulunduğunu, Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın ise göz dolduran çalışmaları ile gönlünde ayrı bir yerinin olduğunu ifade ettiği konuşmasını yapmış olduğu çok hoş espriler ile tamamlamıştır.

İstanbul Milletvekili Sayın Dr. Alaattin Büyükkaya’da Aydınlar Ocağı Kocaeli üyelerinin kadim dostları olduğunu, çalışmalarını çok yakından takip ettiğini ifade ederek yoğun geçen Bütçe Plan Komisyonu çalışmalarından bahsetmiştir.

İstanbul Milletvekili Halide İncekara’da ezcümle, “ikinci dönem Milletvekilliği yapıyorum. Devleti yeterince tanımıyoruz. Bazı kurumların ne yaptığının ve ürettiği hizmetler için ne türlü faaliyetler yaptığını bilmemiz önemli. Ankara’ya ilk gelişimde tasavvur ettiğim Ankara ile şu anda idrak ettiğim Ankara çok farklı..

Herkesin konuştuğu genel politik konuların dışında Türkiye’nin asıl gündemi olan maddelere de dikkat çekmeliyiz. Öğretmen yetiştirirken sayıya odaklanıyoruz, kaliteyi sorgulamıyoruz. Memurların sayısı ve özlük hakları hep gündemde, verimliliklerini tartışmıyoruz. Okullarda cinsel taciz vakalarındaki oranları araştırmak ve gerekli tedbirlerin alınması STK’ların da gündeminde olmalı. Bu meseleler en az Kıbrıs meselesi kadar önemli..” ifadelerinde bulunmuştur.

Toplantıyı yöneten Ahsen Okyar hemen hemen Ankara’dan toplantıya iştirak eden  misafirlerin tamamına yakınına söz vermiş olup, söz alanlarda samimi duygu ve düşünceleri ile birlikte toplantıya davet edilmelerinden mütevellit memnuniyetlerini ifade etmişlerdir.

Bu arada kendisine söz verilenlerden Kocaeli Aydınlar Ocağı İlim ve İstişare Kurulu üyesi Av. Ruhittin Sönmez’in konuşması calibi dikkat görüldüğü ve konuşmasının bütünlüğünün bozulmaması için biraz  fazla yer vermek istiyorum.

Av. Ruhittin Sönmez toplantıda Ak Parti Milletvekillerinin de bulunduğunu dikkate alarak sözlerine şöyle başladı. ” Etkili insanların 7 Alışkanlığı kitabının yazarı Stephen Covey’in kullandığı bir kavram vardır. “Duygusal Banka Hesabı.” Birbiriyle iletişime geçen iki insan arasında hemen birer duygusal banka hesabı açılır. Muhatabımızın hoşuna gidecek tavır, üslup, davranış, yardımlar onun duygusal banka hesabına yatırım yapmamıza (para yatırmamıza), O’nun hoşuna gitmeyecek, kıracak, üzecek davranış ve tavırlarımız da duygusal banka hesabımızdan para çekmemize yol açar. Eğer bu banka hesabında önceden ve devamlı ve ciddi yatırımlar yapmışsanız, gün gelir de O’nu kırıcı, üzücü bir fiilinizle banka hesabınızdan yüklüce bir miktarı çekseniz bile ilişkinin sarsılmasına sebep olmayacaktır. Eğer banka hesabınıza bir milyon lira yatırmışsanız, oradan 50 bin TL. çekmek durumu pek değiştirmez. Ancak hesabınızdaki para zaten 50 bin TL veya daha az ise bu durumda tam bir çöküntü yaşanır.

Siyasi partilerin ve özellikle iktidar partisinin halkla münasebetlerinde de geçerli bir metefordur bu. Burada bulunan siyasetçi dostlarımızı, bizim duygu ve değerlerimizi yaşayan ve bu değerleri siyasete taşıyacak insanlar olarak tanıdık. Duygusal banka hesabımızda Sizlere ciddi krediler açtık. Bu tür toplantılarda bir araya gelerek bu hesaplara karşılıklı yatırımlar yapmaya özen gösteriyoruz.

Ülkemizin önemli meselelerinde zaman zaman yapılan hatalar ile bu hesaptan krediler çekilmesine rağmen Size olan hislerimizi muhafaza etmeyi başardık.

Kıbrıs konusunda, özelleştirmede, Ermeni açılımında ve Kürt açılımında, ayrılıkçıları şımarttınız, Milletin gönlünü kırdınız. Duygusal banka hesabından öyle yüklü bir meblağ çektiniz ki hesabınız sıfırı tüketti, eksiye geçti.

Bu söylediklerim benim şahsi görüşüm değil, Ak Parti içinde fiilen çalışan arkadaşlarımızın da paylaştığı endişelerdir. Dost olmanın gereği hakikatı bütün çıplaklığıyla ifade etmektir. Lütfen duygusal banka hesabınıza yatırım yapın. Yoksa iflas kaçınılmaz olacak.” diyerek sözlerini tamamladı.

Yapılan bu konuşmalardan sonra, Ankara’dan yemeğe iştirak eden bütün misafirlere, Aydınlar Ocağı’nın özel olarak yaptırmış olduğu stres kupaları ile İzmit’ten getirilen Pişmaniyeler hediye olarak takdim edildi. Bu arada Kocaeli Aydınlar Ocağının yıllardan beri Ankara Temsilciliğini yapmakta olan Sayın Haydar Çiftçi’ye beş yıllık Temsilcilik Beratı eski Bakanlarımız Ali Çoşkun ve Ahmet Tan tarafından verildi.

Geçenin sürprizi ise yüzlerce bestesi bulunan Genel Müdür Bestekar dostumuzun çalmış olduğu ud eşliğinde, Dr. M. Şefik Postalcıoğlu ve Av. Ruhittin Sönmez  üçlüsünün vermiş olduğu mini konser oldu. Verilen bu mini konserde birbirinden güzel şarkılar seslendirilerek, dinleyenlerin hoşça bir vakit geçirmelerine vesile olundu.

Mini konserden sonra gecenin sonuna gelinmiş oldu.  Son çaylarda içildikten sonra misafirler ile tek tek vedalaşıldı. Davet sahibi olarak en sona kalan Ocak üyeleri de Konakta çalışan, her türlü hizmetin verilmesi için canla başla gayret eden bütün personeline teşekkür edilerek saat:22:00’de arabaya binilerek İzmit’e müteveccihen hareket edildi. Ankara Temsilcimiz Haydar Çiftçi tarafından uğurlanan heyetimiz güzel bir yolculuktan sonra Allahın izni ile 17.06.2010  Perşembe günü saat:02:00’de İzmit’e avdet etti.

Seyahat ile ilgili notlara son vermeden önce, önemine binaen şu hususu da ifade edeyim ki, yapılan bu seyahatin bütün masrafları her zaman olduğu gibi üyelerin kendileri tarafından karşılanmıştır.

Bu arada bizi İzmit’ten alıp sağ salim Ankara’ya götürüp, getiren Midibüsün değerli kaptanı Hasan Gülmez’e teşekkürü bir borç biliriz.

Kocaeli Aydınlar Ocağı üyeleri ile nice seyahatler yapma dileğiyle bütün okuyuculara hayırlı günler niyaz ederim.

Herkesin Derdi: MHP

 

Türkiye’de bir çok siyasi parti var. Bu partiler değişik kesimlere sesleniyor. Bu durum çok partili demokratik hayatın da bir gereği. Buraya kadar her şey normal.

Anormallikler ise bu noktadan itibaren başlıyor. Başbakandan tutunda siyasetin her rengi ve medyanın tamamı MHP ile uğraşıyor. Sanki başka işleri yok!

Başbakan Erdoğan ise hangi akla hizmettir bilemem ama MHP’yi ısrarla terör örgütünün Meclis’teki siyasi kanadı ile özdeşleştirmeye çalışıyor. Buna çocuklar bile malum yeri ile güler.

Erdoğan’ın amacının Türk Milletinin karşısına başka  milletler çıkarmak olduğunu artık biliyoruz. Çünkü Türklükle problemi var. Sahip olduğu ideoloji onu etkiliyor ve çok milletli bir “Yeni Osmanlı” hayal ediyor. Bu sebeple Türküm diyemeyenlerin ya da Türk olmayanların başını şefkatle okşuyor.

Türk Devletinin bölücü terör karşısında sıkıntılar yaşamasının temel nedenlerinden biri budur. İhanete kucak açmak hangi devlete fayda getirmiş bilmiyorum. Habur’u bir yol kazası olarak niteleyen İçişleri Bakanı halen koltukta oturmaya devam ediyorda! Varın gerisini siz tamamlayın…

Başbakanın kendine hedef aldığı ve zaman zaman ahlaki olmayan bir üslupla eleştirdiği MHP, önemli bir partimi ki üzerinde bu kadar duruluyor?

Sen %47 oy almışsın, anketler seni yine önde gösteriyor, belediyelerin çoğunda 16 yıl Ankara’da ise 8 yıldır iktidardasın, bürokraside hakimsin, Cumhurbaşkanını “Çankaya Noteri” haline getirmişsin, en önemlisi semirmişsin ve gidiyorsun mahalli seçimde %16 oy alabilmiş bir MHP ile uğraşıyorsun!

Nerede senin demokratik imparator olarak gücün? Yoksa bu muhteşem güç MHP’ye yetmiyor mu?

Sadece Başbakan olsa anlayacağım ama MHP ile iktidarın bütün elemanları uğraştığı gibi medyanın tamamı ve bunlara ilaveten akademisyenlerin çoğunluğu yetmedi muhalefet partileri, TÜSİAD gibi sivil toplum kuruluşları, bürokratlar vesair bil cümle adam uğraşıyor. Peki neden?Uğraşılacak bir şey kalmadı da kala kala bir MHP’mi kaldı?

Etrafınıza şöyle bir baktığınızda ülkemizin bütün kurumlarının devşirilen hainler eliyle işgal edildiğini görürsünüz. Şimdi bunlar 12 Eylül’de yapılacak olan referandumda Türk Milletine “evet” dedirtmek için türlü kılıklarda ikna kampanyaları yürütmeye hazırlanıyor ve karşılarındaki en büyük engel olarak bir türlü laf dinletemedikleri ve söz geçiremedikleri MHP’yi görüyorlar.

Ancak hepsi biliyorlar ki; ne karar alırlarsa alsınlar veya MHP’ye hangi kulpu takarlarsa taksınlar Türkiye hakkında son sözü daima MHP söyleyecektir. Böyle olacağını bildikleri için solcusu, sağcısı, İslamcısı, eski ülkücüsü, PKK’lısı, BDP’lisi, liberali, medyası, takunyalısı ve bil cümlesi birleşerek MHP ile halkımızın arasını soğutmaya çalışıyor.

Bunu yapanlara bir şey hatırlatayım: Türk Milletinin Allah katında önemli bir itibarı vardır. Yüce Rabbimin de bir hesabının olacağını asla unutmayın…

“Evet”çi Saadet Partisi’nin son kurultayını izlediniz. Erdoğan’ın yetiştiği siyasi ocağın düştüğü durumu gördünüz. Bunların hiçbiri bu güne kadar Allah rızası için siyaset yapmamış. Kongre bize bunu bir kez daha gösterdi. Erbakan’ın, Asiltürk’ün, Kazan’ın hiddetini görünce ürperdim. Hele Erbakan’ın kızını,oğlunu ve damadını partide göreve getirmek isteyişi karşısında dondum kaldım. Ama bunlar değimliydi “sen ne mutlu Türküm diyene dersen birileri de çıkıp ne mutlu kürdüm diyene der” diyenler. Heyhat ! Erbakan ve çırağı Erdoğan değil mi bizi bu günlere taşıyan ve Türk Milletini çok parçalı hale getirmek için kendini yırtan ve ötekileştirmekten beslenen?Bunlar birlik, beraberlik, kardeşlik, bütünlük diyen bir MHP’ye nasıl tahammül eder?

Ya Galip Erdem’in dediği gibi ülkücülükten geçinenlere misal eski ülkücülere ne demeli? Ya Türk Milletini aşurenin içindeki bir nohut parçası gibi gördüğünü söyleyenlere ne demeli?

Zaman Gazetesi efendilerinin sesine göre yayın yaparak “evet” diyor. Ancak bu gazetenin bir çok yazarı Taraf Gazetesine geçmiş durumda. Şimdi bu durumu birisi bize bir izah etsin. Acaba kim kimi irşad ediyor yada aynı kaba şey ettiklerini gizlemenin bir gereğimi kalmadı? Ama ikiside keskin bir MHP muhalifi. Demek MHP onları ortak bir hedefte buluşturabiliyor… Bunlar böylede yandaş ve Doğan Medyaları farklımı zannediyorsunuz? Asla hepsinin ortak hedefi MHP’yi halkın gözünden düşürmek.

Peki bunların hepsi bir olup ta niçin MHP ile böyle uğraşıyorlar? İşte bu sorunun cevabını MHP lideri Devlet Bahçeli “hayır” kampanyasını başlattıkları gün verdi.

Bahçeli ; Osmanlı Türk Devletini de bu gün yürütülen kampanyalara ve politikalara benzer uygulamalarla yıktıklarını ve Türk Milletini ve devletini o gün için koruyacak bir güç olmadığını ancak bu gün  Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletini her türlü badireden koruyacak geçmişten gelen büyük bir bilgi ve birikime sahip ve aynı zamanda gücünü Türk Milletinden alan bir Milliyetçi Hareket Partisinin var olduğunu ve yıkım projesinin önünde MHP’nin tek engel olarak görüldüğünü anlattı.

İşin püf noktası budur. Birbirine benzemez olanların MHP’yi öncelikli hedef olarak görmelerinin sebebi budur. İhanet çukuruna düşmüş olanların ortak hesabı budur…

Türk Milletinin her ferdi, desteklesin veya desteklemesin, aleyhte propagandaya kapılmadan ve sloganlara esir olmadan MHP ne diyor diye araştırmalı ve MHP’nin görüşlerinin ve duruşunun farkında olmalıdır. Bu kadar Türk düşmanının ortak hedefi haline gelmiş ve milletimizi toptan kucaklayan bir parti elbet ne diyor diye merak edilir?

Merak etmezseniz iktidar koltuklarında oturan gizli bölücülerin, devlet ve millet düşmanlarının kurduğu tuzaklara yem olursunuz, olur biter. Onun için niye herkesin derdi MHP diye biraz kafa yormak ve MHP’nin kapısının Erdoğan’a niçin kapalı olduğunu düşünmek lazım…

Nüfus ve Evlenme Boşanma İstatistikleri Alarm Veriyor

NÜFUS ARTIŞ HIZI VE BÖLGELERARASI FARK: Türkiye nüfusu şehirleşmenin artışı ve yıllardır sürdürülen nüfus planlama faaliyetleri sonucu daha yavaş artar hale geldi. Nüfus artış hızı kısa sürede binde 48’den, 2009 yılında binde 14,5 a geriledi. Düşüş hızı Fransa, Almanya ve Yunanistan’ın 30 yılda yaşadığından daha hızlı.

TÜİK bu oranın 2025 yılında binde 7,4 e düşeceği ve 2025 yılında nüfusumuzun 83,5 milyon olacağı hesaplamış. Bu süreç devam ettiği taktirde nüfusumuzun önce duracağı ve daha sonra da gerilemeye başlayacağını söyleyebiliriz. Yani 100 milyonluk Türkiye gerçekleşmeyecek bir hayal gibi görünüyor. 2047 yılından itibaren nüfus 90 milyon bile olamadan gerilemeye başlayacak.

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem (15-49 yaş grubu) boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade etmektedir. Toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,37 çocuk iken 2008 yılında 2,10 çocuktur. Yani, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2’dir.

2001 yılında 1.321.890 doğum olayı gerçekleşirken, 2008 yılında 1.262.333 doğum olayı gerçekleşmiştir. 2001 yılında bin nüfus başına 20,3 doğum düşerken, 2008 yılında bin nüfus başına 17,8 doğum düşmektedir.

“Marmara ve Ege’de nüfus dengesi eksiye düşmeye başladı. Nüfus artışında Güneydoğu Anadolu birinci, Doğu Anadolu ikinci sırada.

Bölgesel bazda incelendiğinde, 2008 yılında kaba doğum hızının en yüksek olduğu bölge binde 27,4 ile Güneydoğu Anadolu, en düşük olduğu bölge ise binde 11,6 ile Batı Marmara Bölgesi’dir.

Bu gelişmelerin yaratacağı sosyal ve siyasi olayları “Yaşlanan Türkiye’yi Bekleyen Gelişmeler” başlıklı yazımızda incelemiştik.

NÜFUS HAREKETLİLİĞİ: Gelişmiş bölgelerde doğurganlık azalırken Doğu ve G. Doğu Bölgelerimiz gibi gelişmemiş bölgelerimizde nüfus artış hızı yüksektir. Bu durum köylerden ilçe merkezlerine, ilçelerden il merkezlerine, geri kalmış bölgelerden gelişmiş bölgelere bir iç göç yaşanmasına sebep olmaktadır. Yaşanan ekonomik kriz sonrası 600 binden fazla yetişkin kişinin (tabii ki yakınlarıyla birlikte) köylerine döndüğü anlaşılmakta ise de genel trendin bahsettiğimiz tarz iç göçün devam edeceği yönünde olduğunu söyleyebiliriz.

ŞEHİRLEŞME ÇOK HIZLI ARTIYOR: 31 Aralık 2009 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 72.561.312 kişidir. Ülke nüfusunun % 75,5’i şehirlidir yani il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır. 1950 yılında bu oranlar tam tersi vaziyette idi. (Yani şehirli nüfus yüzde 25 idi.) 2000 yılında ise şehirli ve köylü nüfus oranları yüzde 65- 35 idi. 10 yılda köylü nüfusumuzun yüzde 10 dan fazlası daha şehirli oldu.

Terör ve bazılarının “Kürt Meselesi” olarak adlandırmaktan büyük haz duyduğu problemin çözümüne karar verirken de bu verilerin dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü G.Doğu’da terör örgütünün hâkim olduğu merkezlerde yaşayan Kürt vatandaşlarımızın “çözüm” için düşündükleri ile büyük şehirlerde yaşayan Kürt vatandaşlarımızın “çözümden” anladığı çok farklıdır.

2009 yılında 81 ilden; 67’sinin nüfusu bir önceki yıla göre artarken, 14 ilin nüfusu azalmıştır. Nüfus artış hızı en düşük olan ilk üç il; Tunceli (binde -40), Ardahan (binde -37) ve Kars (binde -18,1)’dır. Nüfus artış hızı en yüksek olan ilk üç  il  ise sırasıyla; Çankırı (binde 49,4), Bilecik (binde 45) ve Isparta  (binde 32,2)’dır.

EVLENME BOŞANMA İSTATİSTİKLERİ: Evlenmelerin geçen yılın aynı dönemine göre en çok düştüğü bölgeler G.Doğu Anadolu Bölgesi (%22,5), Kuzey Doğu Anadolu (%21,2), Akdeniz (%15,9) ve Doğu Karadeniz (%13,6). Vahim olan bu bölgelerde boşanma oranlarının da artmakta oluşu.

Kuzey Doğu Anadolu Bölgesinde Kars, Ardahan ve Bayburt’ta göçler sebebiyle nüfus hızla azalmakta olduğu için bu bölgedeki evlenmelerin düşmesi anlaşılabilir, fakat boşanmaların da azalması gerekirdi.

Bu olumsuz gelişmenin etkilemediği tek bölgemiz (Zonguldak, Karabük, Bartın, Kastamonu, Çankırı, Sinop, Samsun, Tokat, Çorum, Amasya’dan oluşan) Batı Karadeniz. Bu bölgede boşanmalar azalmış, evlenmeler de artmıştır.

Özetle

1- Türkiye’de şehirleşme çok hızlı artmakta. Türkiye’nin hiçbir meselesi bu vakıayı göz ardı edilerek çözülemez.

2- İç göç sebebiyle kültürler arası uyuşmazlık sebebiyle ihtilafların artması ihtimali artarken, iç göç farklı kesimlerin tanışma ve kaynaşma fırsatını da sunmakta.  

3- Nüfus artış hızının azalması ve nüfus artışındaki bölgelerarası dengesizlik çok ciddi bir tehdit oluşturmakta.

4- Evlenmelerin azalıp, boşanmaların artmakta olması Türkiye’nin en büyük sigortası olan aile yapısının ciddi bir erozyona uğramakta olduğunu göstermekte. Resmi evlilik dışı ilişkilerin artmasının da bir işareti olan bu durum, nüfus artış hızını daha da düşürecek, ayrıca çok çeşitli sosyal, psikolojik ve hukuki problemlere yol açacaktır.

 

Türkiye’nin Ekseni (2)

0

Türkiye; İran ve İsrail konusunda uygulamaya koyduğu politikayla, eksen kayması  tartışmaları içine girdi. Eksen kaymasının ne olduğunu tam olarak tanımlayan çıkmadı. Bu kavramla yapılan tartışmaya bakılırsa, Türkiye Batılı müttefiklerinin takip ettiği politikalar dışında bir politika izlemektedir. Onlardan bağımsız davranmaktadır. Türkiye’nin NATO, ABD ve AB ülkeleri ile birlikte davranması gerekirmiş, denilmektedir. Eksen kaymasından bahsedenler, Türkiye’nin sözü  edilen ülkelerle dış politika alanında ters düşmemesi gerektiğini ima ediyorlar. Eksen kaymasına kanıt olarak Türkiye’nin son zamanlardaki İsrail ve İran politikasını örnek gösteriyorlar.

İran konusunda malum olduğu üzere, ABD öncülüğünde İran’a yeni yaptırımları  öngören Birleşmiş Milletler kararına, Türkiye;  Brezilya ile birlikte ret oyu verdi. Bu duruşu ile ABD ve Batılı müttefikleriyle ters düştü. Aynı zamanda daha önceleri çokça tartışılan Avrasyacılık politikalarının iki önemli aktörü olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile de uyuşmazlık içine girdi. Sadece, Brezilya ile ortak bir tavır almış oldu.

Uluslar arası  politikalar konusunda ileri sürülen büyük güçlerin kamplaşması  ve bu kamplaşmalara göre stratejik davranma ile ilgili beklentilerin hiç birisinin geçerli olmadığı da İran’a uygulanan ambargo konusunda ortaya çıktı.  Çünkü Avrasyacılık,  AB-ABD çekişmesi çerçevesinde politik dil kullanan birçok senarist yazarın beklentileri de yalanlanmış oldu. Hiç tahmin edilmediği  şekilde sadece Brezilya ve Türkiye ambargoya karşı çıktı. Türkiye’nin ambargoya karşı çıkmasının iki önemli gerekçesi var. Birincisi ambargo öncesinde İran’la yapmış olduğu anlaşmaya bağlı olduğunu göstermektir. İkincisi ise bölge ülkeleri hakkında izlediği geleneksel politikanın gereklerini yerine getirmektir.

Türkiye’nin İsrail politikası da Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı  saldırı ile ciddi bir açmazla karşı karşıya kaldı. Ortak askeri tatbikatlar iptal edildi. Diplomatik suçlamalar ağır bir şekilde yapıldı ve halen de devam etmektedir. Uluslar arası diplomatik tartışmalar, Türkiye ve İsrail uyuşmazlığı tartışmalarına kilitlendi. İsrail, Küresel aktörlerce tanınan bir resmi deniz korsanı  havası ile yaptıklarından pişmanlık duymadığını hala ileri sürmektedir. Sonuçta Türkiye İsrail’e karşı Filistinlilerden yana açık bir tavır almış bulunmaktadır.

Öte taraftan Türkiye’nin NATO’ya girdiğinden bu yana Batılı müttefikleri ile ters düşmesi ve onlardan bağımsız davranması, bu iki olayla sınırlı değildir. Mesela Türkiye Kıbrıs politikaları konusunda Batılı müttefikleriyle her zaman ters düşmüştür. Saddam Hüseyin dönemi Irak politikaları konusunda da çoğu kere ters düşmüştür. Hatırlanacağı gibi, Türkiye birinci Körfez savaşına da karşı çıktı. Batılı müttefiklerine beklenen desteği vermedi. Sadece Çekiç Güç denilen ABD kuvvetlerine savaş sonrasında lojistik destek verdi. İkinci Körfez savaşında ise, malum olduğu gibi, müttefik orduların Türkiye üzerinden Irak’a saldırmalarına izin vermedi. Bu durumda Türkiye’nin Filistin-İsrail uyuşmazlığı ve İran’a ambargo konması konularındaki politikası sanıldığı gibi bir eksen kayması değildir. Bölgenin büyük bir devletinden beklenen politikalar uygun politikalardır.

Türkiye, Filistin meselesi konusunda öteden beri takip ettiği politikadan farklı  bir politika geliştirmiş değildir. İsrail ile resmi ilişkilerini her zaman devam ettirmiştir. Ortaya çıkan son kriz İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve yaptığı sivil katliamlara karşı gösterdiği tepkilerle alakalıdır. Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı saldırı kabul edilemez ve savunulamaz. Yardıma saldırı, çok özel bir durumdur. Türkiye haklı olarak İsrail’in katliamlarına ve kendi vatandaşlarına yapılan saldırılara karşı gelmiştir. Bu karşı gelmeleri Türk dış politikasının eksen kayması olarak değerlendirmek, insanlık, ahlak ve insan hakları adına utanç vericidir. Ortada insani bir felaket vardır. Bu cinayeti işleyen bir İsrail devleti vardır. Bu terörist devletin hakettiği şekilde yargılanmasını sağlamak insani bir ödevdir. Türkiye bu amaçla uluslar arası kamuoyunu İsrail saldırganlığına karşı bilinçlendiriyorsa, bu her şeyden önce insan hakları ile ilgili bir konudur. Dış politikanın politik manevraları ve konjonktürleri ile ilgili bir konu değildir. Meksika Körfezindeki çevre felaketi ne ise, İsrail’in Filistinlilere ve masum Türk vatandaşlarına yaptığı saldırı da odur. Öncelikle konuyu bu şekilde değerlendirmek gerekir.

İran konusunda Türkiye’nin aldığı tutum, geleneksel Türk dış politikası ile uyuşan bir politikadır. Kendi bölgesinde istikrar ve barış isteyen bir ülke, komşularının haklarını uluslar arası güçlere karşı korumak zorundadır. Irak konusunda takip ettiği politikanın bir benzerini de İran konusunda sürdürmektedir. Kaldı ki İran’la Türkiye Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana biri birlerine saldırmayan iki dost ülkedir. Birleşmiş milletlerin aldığı ambargo kararından önce, zenginleştirilmiş uranyumun değişimi konusunda İran’dan gerekli taahhütleri almıştır. Bu konuda uluslar arası kuruluşlar adına önemli bir rolü de üstlenmiştir. Aldığı sorumluluğun bir gereği olarak, ambargoya karşı gelmesi gerekirdi.

Ancak eksen kayması  tartışmalarına bakıldığında sanki tartışmanın altında başka amaçlar varmış gibi bir intiba uyanmaktadır. Mesela Türkiye’nin ekseninin Batı’dan Doğu’ya kaydığını iddia edenlerin tutumuna baktığımızda farklı bir manzara ile karşılaşmaktayız. Bu kesime mensup olan yazarlar, daha önceki yazılarında hükümeti, gayrı milli, Amerikancı ve AB’ci olmakla suçlayan gruplardır.  Bir taraftan hükümeti Batılı müttefiklerimizin uydusu ve taşeronu olmakla suçlarken, diğer taraftan Batılı müttefiklerimizden bağımsız hareket etme durumunda kalan hükümeti, bu sefer eksen kayması ile suçlamaktadırlar. Bu da eksen kayması tartışmasının reel politika ile alakalı olmadığını, iktidar çekişmeleriyle alakalı olduğunu göstermektedir.       

MHP’yi bırak, AKP’ye bak!

Başbakan Erdoğan’ın rahatsızlığı nüksetmiş dün yine.

Yok canım, o çok speküle edilen rahatsızlığı değil, MHP rahatsızlığı nükseden.

Demiş ki; “MHP tabanından demokratikleşmeye ‘EVET’  diyecekler var referandumda “

Kimmiş bunlar?

– 12 Eylül mağdurları.

Sayın Başbakan’a ben buradan sesleniyorum.

12 Eylül mağdurlarından biri de benim. Tüm mukaddes değerlerim üzerine and içerim ki, bu referanduma sunulan Anayasa değişikliklerinden bir tanesi benim kaybolan gençliğimi geri getirecek düzenleme olsun, bir tanesi benim 12 Eylül’le hesaplaşmama vesile olsun, her şeyi bir tarafa bırakıp, medya, meydan çıkıp “EVET” için çalışırım.

Kenan Evren’i yargılamak mıdır sizin amacınız?

MHP Meclis Gurubu’nun bu maddeyle ilgili olarak, ‘Zaman aşımına bakılmaksızın’ şeklinde bir ibare eklenmesi talebini, neden reddettiniz o zaman?

Zira maksadınız asla yargılamak değil.

Maksadınız zehirin içine, zemzem katmak.

İhtilalci Komutanları yargılamaksa maksadınız, “bu bir post modern darbedir diyen Yaşar Büyükanıt’ı, önünüzde hiçbir hukuki engel olmadığı halde neden yargılamadığınızı izah ediniz.

28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten Çevik Bir’i yargılamak bir yana, hem Hükümetinize, hem de damadınızın şirketine neden danışman yaptığınızı açıklayın bize.

Bizlerin üzerinden, Türkiye’yi bölme planı olan o ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı’na ait kirlenmiş ellerinizi çekiniz.

Basında, medyada boy gösteren, daha önce Ülkücüler tarafından da dışlanan, geçmişi şaibeli, “kuyumcu soyguncuları” nın demeçleri, sizi hayli cesaretlendirmiş anlaşılan.

Ama samimi olarak söylüyorum ki; MHP tabanından size değil destek, “zırnık” çıkmaz.

Burada bir ters künde bekliyorsanız eğer, AKP tabanından bekleyiniz.

AKP’ye oy vermiş samimi, vatanını seven, ülkesinin bölünmez bütünlüğüne inanmış ciddi sayıdaki AKP seçmeni, bu referandumun, Türkiye’yi bölme planlarından biri olduğunu o kadar iyi biliyor ki…

Partide görevli olsalar bile, referandum için sandığa gittiklerinde, ‘Türkiye’nin bölünmesine’ asla izin vermeyip ‘HAYIR’ oyu kullanacaklar.

Teşkilatlarınıza bir sorun bakın, bunların sayılarının hiç de az olmadığını göreceksiniz.

Bu referandumun sonucunun AKP’nin geleceğinin de belirleyeceğini bilen, AKP’ye geçmişte oy vermemiş olan kimseden de size ikbal görünmüyor Sayın Başbakan.

O referandum nezdinde de, Anayasa Değişikliği değil, siz oylanacaksınız.

Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü oylanacak.

Türkiye’nin kaynaklarının yandaşlarınıza peşkeş çekilmesi oylanacak.

Sekiz yılda tek kuruş vergi vermeden, hiç üretim yapmadan zengin olan ortaklarınız oylanacak.

Fakirlik, fukaralık, işsizlik, rezillik oylanacak.

Davos’ta ‘one minute’ dedikten sonra, dönüp İsrail’den Heron uçaklarını aldığınız oylanacak.

Milletin yüzüne baka baka onları nasıl kandırdığınız oylanacak.

Bütün bunları sizde biliyorsunuz Sayın Başbakan.

Bunları bildiğiniz gibi, çıkacak olan sonucu da biliyorsunuz.

Telaşınızı, endişenizi anlıyorum Sayın Başbakan.