14.4 C
Kocaeli
Cumartesi, Ekim 4, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1109

Kocaeli’yi hak ettiği yere getirelim

Gazetemizin manşetinde bugün ilimizden toplanan vergiler ile ilgili ayrıntılı bilgi var. Kocaeli İstanbul’dan sonra, en çok vergi toplanan il. Buna karşılık ise devletten en az hizmet alan illerin başında geliyor.

Kocaeli devlete 17 verip 1 alıyor. Görüldüğü gibi hakkımızı bir türlü Kocaeli olarak alamıyoruz. Geçtiğimiz günlerde yine gazetemizde CNBS dergisinin yaptığı araştırma yer almıştı. Bu araştırma ile ilgili hem gazetemiz manşetinde hem de bu köşede ‘Kocaeli bunu hak etmiyor’ diye yazı yazmıştık. İsteyen okurlarımız www.gebzegazetesi.com sitesine girip. Ayrıntılı bir şekilde okuyabilir. Burada ayrıntılı bir şekilde anlattığımız gibi Kocaeli bunları hak etmiyor, hakkını alamıyor.
Eğitimde Kötü Durumdayız
SBS ve LYS sınav sonuçları da açıklandı. Kocaeli burada da dökülüyor. Eğitim çok önemli. Kocaeli’nin neden hak ettiği yere gelmediği eğitimdeki acı tablodan görülüyor. Kocaeli mutlaka hak ettiği yere gelmeli. Bir başka acı gerçek daha var Kültür ve Turizm Kocaeli İl Müdürlüğü, Türkiye turizm gelirlerinden sadece yüzde 1 pay alıyor. Bir başka ifade ile Türkiye’ye gelen yüz turistten biri Kocaeli’yi geçip görüyor. Kültür ve Turizm değerlerimizden ne bizim, ne de turistlerin haberi var. Kocaeli’nin geneline bakmaya gerek yok, sadece Gebze’ye baksak kültür ve turizmde, açık hava müzesi konumunda olan Osman Hamdi Bey Müzesi, Anibal Anıt Mezarı, Fatih’in Otağı, Ballıkayalar Vadisi, Çoban Mustafapaşa Külliyesi ve Eskihisar Kalesiyle, Gebze Türkiye’nin açık hava müzesinde çok az sayıdaki bölgelerinden birisi.
Vergi de Türkiye’de İkinciyiz
Vergi gelirimize baktığımızda en az hizmet alıyoruz. Bir çok  sorun ve sıkıntı var. Yılın ilk 6 ayının vergi rakamları açıklandı. Sanayinin başkenti Kocaeli 2011 yılının ilk 6 ayında İstanbul’dan sonra en çok vergi tahsil edilen ikinci İl olmayı başardı. İstanbul’da 74 milyar 493 milyon 968 bin liralık vergi tahakkukuna karşılık 54 milyar 594 milyon 38 bin liralık tahsilat yapılırken, ilimizde 17 milyar 539 bin 195 liralık vergi tahakkuk ettirildi, bunun 15 milyar 100 milyon 758 bin lirası tahsil edildi. Kocaeli bu rakamlarla 79 İli gerisinde bırakırken, Türkiye’yi doyurmaya devam etti.
El Birliği İle Çalışmalıyız
Sonuç olarak daha öncede belirttiğimiz gibi Kocaeli bu acı gerçekleri kesinlikle hak etmiyor. Kocaeli hak ettiği yere çıkarabilmek için üzerimizi büyük görev düşüyor. El birliği ile hareket geçip Kocaeli’yi hak etiği yere getirmeliyiz.

 

Satranç İle İlgili Anılar

Tarih boyunca satranç oyununun pek çok meraklısı olmuştur. Tanınmış şahsiyetlerin arasında,  Endülüs hükümdarı  Sultan Yusuf’da vardır.

Yusuf henüz veliaht iken, ağabeyi Endülüs hükümdarı VI.  Muhammed tarafından gözaltında tutulmak üzere, bir kaleye hapsedilmiştir. Yusuf satranç oyununu çok sever. Tesadüfen kale komutanı da usta bir satranççıdır. İki meraklı günlerini satranç oynayarak geçirirler. On yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Oyuna düşkünlükleri aralarındaki dostluğu da pekiştirip güçlendirmiştir.

Bir gün oyunun kritik bir anında, saraydan bir atlı gelir. Atlı komutana bir ferman uzatır. Komutan fermanı okuyunca bayılacak gibi olur. Yüzü sararır, elleri titrer. Veliaht Yusuf durumu anlar. Komutana “Anladım. Ağabeyim başımı istiyor. Sen elbette görevini yapacaksın, gelenekte başı kesilen şehzade çoktur. Sen emri yerine getireceksin. Ancak şu oyunu bir bitirelim ” der. Oyuna devam ederler.

Endülüs hükümdarı VI. Muhammed ömrünün son günlerindedir. Hastadır. Doktorlar çaresizdirler. Veliaht Yusuf’un yerine oğlunun tahta çıkmasını istediğinden kale komutanına ferman göndermiştir.

Kale komutanı ve Yusuf oyunun sonuna yaklaşmışlardır. Bu sırada saraydan yeni bir atlı sür’atle gelir. Veliaht Yusuf’un önünde saygı ile eğilerek etek öper ve yeni haberi verir: “Ağabeyiniz Sultan Muhammed, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Tahtınız hazırdır. Halkınız sizi bekliyor. Saltanatınız hayırlı olsun” der.

Satranç partisi, Veliaht Yusuf’un hem hayatını hem de tahtını kurtarmıştır.

Voltaire (1694 – 1778) küçükken gittiği Cizvit (Katolik Tarikatı) okulunda öğrendiği satranç oyununa çok düşkündü. Ancak Voltaire yazılarındaki sert ve etkin eleştirilerinden dolayı sık sık sürgüne uğrardı. Yapılan baskılardan bıktığı için Paris’ten uzakta olmak arzusuyla, 1763 yılında Ferney’de satın aldığı şatoda yaşamaya başlamıştır.

Mensup olduğu Cizvit tarikatından kovulmuş olan papaz Per Adams bir gece yarısı şatoya sığınır.

Sabahleyin, Voltaire, papaza satranç oynamayı biliyor musun diye sorar. Papaz biraz bilirim der. Ancak papaz olağanüstü bir satranç ustasıdır. Oynadıkları bütün oyunlarda Voltaire’i yener.

Voltaire’in dostlarına yazdığı mektuplarında, Per Adams’la ilgili satırlar vardır. “Satrançtan çok zevk alıyorum. Beni dinçleştiriyor, kanımı kaynatıyor. Fakat bu papazı bir türlü yenemiyorum. Her seferinde beni perişan ediyor. İnanılmaz ustalıklar gösteriyor. Artık O’nun öğrencisi olmaktan zevk duyuyorum…”  gibi cümlelere sıkça rastlanmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman devrinin önemli alimlerinden Şeyhülislâm Ebussuud Efendi (1490 – 1573) ki bu görevde vefatına kadar 28 yıl kalmıştır. Satranç oyununun, sükûnetle oynandığını ve namaz farzlarını aksatmaya neden olmadığını tespit ettiğinden, oynanmasında sakınca olmadığına hükmetmiştir. Ayrıca akılcı ve statüsü yüksek bir oyun olduğunu söyleyerek bu oyunu oynayanların tanıklıklarının geçerli olacağını da tebliğ etmiştir.

Meşhur tarihçi Cevdet Paşa’da satranç oynamayı bilenleri elit insan sayarmış. Tavsiye mektuplarında önerdiği kişi eğer satranç oynamayı biliyorsa, bunu mutlaka belirtir “Âlâ satranç oynamayı bilir, çok akıllı ve zeki kişidir” diye not koyardı.

Satranç oyununda çağdaş ve demokratik örneklere de rastlanmaktadır. Örneğin oyunun en güçsüz ve gösterişsiz taşı olan piyadenin (piyon) karşısındaki son yatay karelerden birine ulaşması onu vezirliğe yükseltir. Diğer bir anlatımla başarının, sabrın, azmin, ustalığın ve çabanın, en sıradan kişiyi bile en üst makamlara ulaştırabileceğinin göstergesidir.

 

Demokrasi Şemsiyesi Altinda Islanan Ordu

Türk milletinin habersiz olduğu bir çok şey  inanılmaz bir hızla ülkemizde yaşanmaya devam ediyor. Acaba dünyanın her hangi bir yerinde buna benzer bir örnek daha varmıdır? Cevap: elbette yoktur. Bu kadar içten ve dıştan taarruza uğrayan bir millet daha yeryüzünde yaşamamıştır. Ama  neden böyle oluyor?

Nihayet Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmedik bir şekilde, Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları istifa etti. Nihayet diyorum çünkü bu çoktandır konuşulan bir şeydi.

Nedense uzun zamandır komutanların üzerinde; Balyoz, Ergenekon ve benzer davalardan dolayı “silah arkadaşlarının arkasında durmuyorlar” baskısı oluşturulmuştu.

Bu Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in veda mesajına da “Şu anda 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, ast subay ve uzman jandarma çavuş hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka,adalete ve vicdani değerlere uygun yapıldığını kabul etmek bir çok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir. Bu durum, bir çok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen yasal çerçevede  bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır.” diye yansıdı.

İstifalar sonrası, televizyonların olayın bir “emeklilik” talebinden ibaret olduğuna dair Türk milletini yönlendirme  çabası da görülmeye değer dikkat çekici bir durumdu. İş sulandırılarak, önemi Türk milletinden gizlenmeye çalışıldı ve medyanın aynı gayreti, ağız birliği etmek suretiyle devam ediyor.

Bu vakıa; tarihte ses getirmiş olanlardan hiç bir eksiği olmayan ve Türk milleti için, gidişatı etkileyecek  ve çok önem içeren bir olaydır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamalarının satır aralarında da bu belirtilmiştir.

Ancak istifa edenler ve olayın tüm muhatapları ; bütün detayları Türk millet ile açıkça paylaşmak zorundadır. Tarihi etkileyecek böyle bir olay karanlıkta bırakılamaz. Bu sebeple hiç bir gizli yanı kalmamalıdır. Bir  mazaret üretilmeden ve her hangi bir şeyin arkasına saklanmadan olup biten Türk milletine anlatılmalıdır. Aksi halde bu istifalar ve arkasından oluşturulacak hava, yapılan işten Türk milleti adına beklenilen faydadan ziyade, Türk ordusu yıpratılmak suretiyle milletimize daha da fazla zarar  getirebilir. Zaten bizim bilmediğimiz her şeyi Türk milletinin rakipleri ve düşmanları çok iyi bilmektedir. Onların bildiğini Türk milletinin de bilmek  en doğal hakkıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin; siyaset, yargı, bürokrasi, ordu, sermaye, üniversite, medya vb. gibi tüm kurumları bir değişim ve dönüşüm içindedir. Bazıları bu değişim ve dönüşümü bir devrim olarak bile nitelemektedir. Ancak gelişmelere bakarsak bu değişim ve dönüşümün Türk milleti aleyhine sonuçlar içerdiği çok açıktır.

Türkiye’de yaşananlar ya da benim tanımlamama gore “Türk milletinin başına gelenler ” hiç te hayra alamet şeyler değildir.

Gazeteci Ertuğrul Özkök, bir yazısında IMF eski başkanının başına gelenler ile Türkiye’de yaşanan olayları karşılaştırdığında Ergenekon ve Balyoz gibi davaların hiç te bize gösterildiği şekilde olmadığını düşündüğünü yazdı.

Yine gazeteci ve televizyoncu Yiğit Bulut’a sorarsanız; Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ve tutuklamalar olmasaymış,Türkiye’de iç savaş çıkarmış.

Gel de bunlara inan ve bir kanaat oluştur. Ancak Mete Han’dan bu yana Türk milletinin bağrından çıkardığı şanlı Türk ordusunun ,bir numaralı ismi, hem de altına imzasını koyarak bir şeyler söylüyorsa buna inanmak gerekir diye düşünüyorum.

Türkiye’nin, 2001 ekonomik krizi dahil son 10 yılda başına gelenlere şöyle bir bakın. Her türlü anayasal kurumu dönüştürüldü. Reform adı altında bir çok yasa çıkartılarak bu günkü uygulamalara hukuksal dayanak oluşturuldu. Sermaye el değiştirdi. Halk fakirleşti. İşsiz ordusu çoğalarak tarihi rekorlar kırdı. Muhalefet edecek her türlü güç korkutularak sindirildi. Ordunun namahremi olan kozmik odalara bile girildi.

Müslüman Türk halkı ise bu süreçte dini argümanlar kullanılmak suretiyle hep yanıltıldı. Bunları yapanların arkasındaki gücün, ülkeyi ele geçirmek ya da şimdilik bölmek gibi bir amacı bulunuyor. Bu nedenle böyle bir planı uygulamaya koyanların hiç bir zaman bir din devleti kurmak veya şeriat getirmek gibi bir dertleri yoktu. Onlar sadece amaçlarını tahakkuk ettirmek için İslam’I kullandılar. Din devleti veya şeriat getirmek müslüman Türk halkının önüne konulan sahte bir hedefti. Gerçek niyetin tahakkuku için son hedefin ise Türk ordusu olduğu, yaşananlardan çok iyi anlaşılıyor.

Bunları anlamamak için saf, aptal, geri zekalı ya da Türk milletine ve devletine düşman olmak lazımdır. Onun için değil Necdet Özel’i kimi genelkurmay başkanı ve de kuvvet komutanı yaparsanız yapın, Türk ordusuna yapılacak operasyonları durduramazsınız. Çünkü bu planı yapanların ve uygulayanların hedefi top yekün Türk ordusudur. Amaç; nihai hedefin gerçekleştirilmesi için Türk milletini savunmasız ve çaresiz bırakmaktır. 2007’den bu yana Türk ordusuna yapılan fiili, hukuki ve medyanın da içine dahil olduğu psikolojik saldırılara bakınca ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Türk ordusunu hallederek bu ülkeye el koyacaklarını ya da Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerindeki Türk milletinin hükümranlık haklarını değişim ve dönüşüm adı altında yaptıkları ile sıfırlayacaklarını hesap edenlere Türk milletinin kendisininde bir ordu olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum.

Bu sebeple Türk milleti kendisini ve devletini sonsuza dek var etmek için direnecektir. Kimse bizi penbe tablolarla ve her şey iyi olacak masalı ile aldatmaya kalkmasın. Belki Türkiye’nin önü açık ama ya Türk milletinin?

Yusuf Has Hacip’den Birkaç Nasihat

Türk Edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Kutadgu Biliğ de Yusuf  Has Hacib yöneticilerimize rehber olabilecek şu tespitleri aktarmaktadır. Türk Devletlerinin iyi yönetilme dönemlerinin hikmetleri gördüğümden siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.

Bey ve Yardımcısı;

Yardımcı çok olursa, bey zahmet çekmez; onun her işi yoluna girer ve nizam bozulmaz.

Huzur istersen, o zahmet ile birlikte gelir; sevinç istersen o kaygı ile birlikte bulunur.

Halk içinde kim nüfuz sahibi olursa, onun dili ve sözü tatlı olmalı, kendisi tevazu göstermelidir.

Sana beylik ve büyüklük erişirse, bu devlet içinde saç ve sakalının ağarması için, kendini küçük tut ve mütevazi ol.

Beyliğin temeli doğruluk üzerine kurulmuştur; doğruluk yolu beyliğin esasıdır.

Ey Hükümdar kendini değil halkını düşün.

Ey Hükümdar şu üç işe seçkin kimseleri ara ve bu işleri onlara ver.

Bunlardan biri kadıdır (hakim), halka faydalı olabilmesi için, onun çok temiz ve takva sahibi olması lazımdır.

İkincisi hükümdara vekalet edecek olan kimsedir, yönetici halkın huzur bulması ve saadetle yaşaması için, bunun dürüst ve güvenilir bir kimse olması şarttır.

Üçüncüsü Vezirdir; (Başkan-Bakan) bunun çok seçkin bir kimse olması lazımdır; halka ne gelirse ondan gelir.

HARAMA EL UZATMA, KENDİNİ GÖZET; ey hükümdar, iyi bilki, haram gönülü karartır.

Kendi menfaatini arama, halkın menfaatini düşün; senin menfaatin halkın menfaati içindir.

Halka huzur ve rahat sağlayacak bir nizam kur; sana hayır-dua etsinler.

Zenginlerin yükü orta hallilere yüklenmemeli; yoksa bu orta halliler bozulur ve büsbütün sarsılır.

Orta halli kimselerin yükünü fakirlere yüklememeli; yoksa, fakir açlıktan kırılır ve mahvolur.

Fakirler orta halli olursa, orta halliler zenginleşir, orta halliler zenginleşirse, memleket zengin olur.

Halkın ve hükümdarın üç hakkı:

Tebaanın (Halkın) senin üzerinde üç hakkı vardır; bu hakları öde ve onları zorluğa düşürme.

Bunlardan biri memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru (paranın değerinin korunması).

İkincisi halkı adil kanunlar ile idare et; birini diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru (mafya ve anarşiye meydan vermemek)

Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici haydutların hepsini ortadan kaldır.

………………..

 

YUSUF HASHACİB tarafından 1200 yıl önce yazılan ve hala yöneticide olması gereken özellikleri anlatan bu tavsiyelere uyulduğu zaman;

Huzur ve mutluluk olmaz mı? olur.

Refah ve zenginlik gelmez mi? gelir.

Güven ve istikrar sürmez mi? sürer.

Yöneticilerimizin bu ve benzeri hikmetleri bilmesi ve yaşaması düşüncesiyle.

 

Dualarımız Neden Kabul Olmuyor -2

 

Öncelikle, Ramazan-ı  Şerif’in
Âlem-i İslam’a, tüm insanlığa huzur, barış ve adalet getirmesini temenni ediyorum.
“Rabbimiz sen bize dünyada ve ahirette iyilik ver.
Bizi Cehennem ateşinden koru.”
Geçen haftaki İbrahim Ethem Efendi’nin buyurduklarına maddeler halinde devam edersek ;

7 –  Ölüm haktır diyorsunuz, gereğini yapmıyorsunuz.
Çevrenizden, eşinizden, dostunuzdan gidenleri görüyorsunuz.
Fakat ibret alıp ölüme hazırlık yapmıyorsunuz.
Ölüm hiç size gelmeyecekmiş gibi davranıyorsunuz.
Ölene üzülmek, sahibine taziyede bulunmak elbette insani bir durumdur.
Ama akıllı insanlara düşen bunların yanında ona da hazırlık yapmaktır.
24 saatin ne kadarını Ahiret ne kadarını da dünya için kullanıyorsunuz .
Hz Ali (r.a.) nin meşhur bir sözü vardır :
“İnsanoğlu gaflet uykusundadır, ölünce uyanır ama iş işten geçmiş olur.
Asıl olan ölmeden uyanmaktır.”
Cenab-ı Hak cümlemize ölmeden gaflet uykusundan uyanmayı nasip etsin!

8  – Başkalarının ayıplarıyla meşgul oluyor, kendi hatalarınızı görmüyorsunuz.
Mevlana (k.s.) başkalarının ayıplarını görme hususunda gece karanlığı gibi,  iyiliklerini görme hususunda da güneş ışığı gibi olunuz buyuruyor.
Birde başkalarının ayıplarını değil de kendi kusurlarımızı görüp düzeltmeye (herkes kendi kusurunu düzeltmeye çalışsa) hem kırgınlıklar ve küskünlükler olmayacak hem de hatalarımızdan kurtulmuş olacağız.
İnsanların başkalarının kusurlarını düzeltmeye çalışmaları, aralarındaki ayrılıkların daha da derinleşmesine sebep oluyor. Kırgınlık ve küskünlüklerin artmasından başka bir işe de yaramıyor maalesef…
Bu durum  aslında zaman ve emek israfı demektir.

9 –  Allah’ın verdiği rızıkları yiyor, şükretmiyorsunuz.!
Şükür, çatlayana kadar yedikten sonra, Elhamdülillah  Yarabbi sen olmayanlara da ver demek değildir.
Şükür olanların olmayanlara vermesidir. O’nun mekânında yaşıyor, O’nun mekânında günah işliyorsunuz. Allah’ın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Nimeti verene, iyilik yapana teşekkür gereklidir. Bizler gibi medeni insanlara nankörlük yakışmaz.
Günahta işleyecekseniz!  Allah’ın arzını terk ediniz.  O’nun nimetlerini yemeyiniz.
Ondan sonra istediğiniz kadar günah işleyiniz. İnsanlık iyiliğe teşekkür etmekle başlar.
İyiliğe teşekkür etmeyenler Allah’a da şükretmezler . İnsanoğlu bir nefeste Allah’a iki şükür borçludur. 
Nefes alamazsa patlar ölür, aldığı nefesi veremezse çatlar ölür.

10    –  Cenazeyi defnediyor ibret almıyorsunuz.!

Definden sonra yine günleriniz gaflet ve delalet içerisinde geçiyor.
Günahlarla yaşamayı alışkanlık haline getiriyorsunuz.

Peygamberimiz(sav) şöyle buyuruyor:

“Nice insanlar vardır ki kazanmak için kir pas içerisinde kalırlar, rahat yuvalarından mahrum olurlar.
Fakat bu insanların yedikleri haram.
İçtikleri haram.
Vücutları haram ile beslenir.
Sonra ellerini kaldırarak
Ya Rab Ya Rab!
Diye dua ederler”
Ya Rab Ya Rab demekle dualar kabul olmaz ki !
İbrahim Ethem Hazretleri böyle buyuruyor.
Bilemiyorum yeterince açıklayıcı oldu mu?
Şu anki dua anlayışımız ,
Bektaşi’nin abdestsiz namaz kılmasından farklı değildir.
Kabul olabilir dualar yapabilmek dileğiyle…

 

Makinaların Yükselişi

0

 

Çocukluğumuz Arnold Schwarzenegger’in başrol oynağıdı Terminatör filmleri ile geçti denilebilir. Makinalar insanların yerini alacak mı?

Akıllı makinalar kontrolü ele geçirebilir mi? Bunları bilmiyorum.

Ama Tayvanlı Teknoloji üreticisi Foxconn CEO’su Terry Gou üç yıl içinde işçilerin yerine 1 milyon robot kullanacaklarını söylüyor. Ben Terry’nin yalancısıyım.

FoxConn

Foxconn ismini ilk defa duymuş olabilirsiniz. Aslında onu tanıyorsunuz. Başta Apple, Sony, Nokia olmak üzere pek çok teknoloji firması için Çin’de üretim yapan dev tesislerin sahibi olan firma.

Kullandığınız Iphone, Ipad, Android Tablet gibi pek çok zamazingo Foxconn fabrikalarında ortaya çıkıyor.

Şirket şu anda 1 milyonu Çin’de olmak üzere 1.2 milyon insan çalıştırıyor.

Foxconn teknoloji firması olduğu için hali hazırda 10.000 robot kullanıyor. Bu sayı önümüzdeki sene 300.000 ve sonraki sene 1 milyon olacak.

Robotlar fabrikada boya püskürtmek, kaynak yapmak, montaj gibi işleri yapacaklar.

Firma, geçtiğimiz yıllarda, ağır çalışma koşullarından dolayı yaşanan işçi intiharları ile gündeme gelmişti.

İşçilerin çalışma koşullarını düzelteceği yerde fabrika yöneticileri “Sen misin koşullardan şikayet eden?  Keyfin bilir.” dedi. Robotları sahaya sürdü.

Robotlar verimlidirler, yorulmazlar, sigara ve alkol kullanmazlar, işe geç gelmezler, iş  koşullarından şikayetçi olmazlar, sendikaya üye olmazlar , hata yapmazlar.

Galiba  işcisin sen, işci kal bile demeye fırsat kalmadı. İnsanların yaptığı pek çok mekanik işi kademeli olarak robot cihazlar devralıyorlar.

Peki insan ne iş yapacak?

 

Kayıp Coğrafyalarımızdan Haberler – II

0

MOENA LA TURCHİA

İtalya’nın kuzeyinde, Avusturya sınırında bir kasaba. II.Viyana Kuşatması’nda esir düşen bir Osmanlı yeniçerisi bu köyde tedavi edilmiş, sonra köy halkını Dükalığın adaletsiz vergilerine karşı ayaklandırmış ve köy halkının sevgilisi olmuş. Kasaba halkı da onun geleneklerini 325 senedir yaşatır olmuş. Başlık parası dâhil Türk örf ve adetlerini benimsemişler. Türkçe bilmiyorlar ama Küçük Türkiye’de doğduk diyorlar. Ve her yıl Türk kıyafetlerini giyip, kasabanın simgesi olan ay yıldızlı bayraklarını alıp festival düzenliyorlar. Bir de bizi bekliyorlar.

MOENA LA TURCHİA

FAYMONVİLLE

Belçika’nın Arden bölgesinde yaşayan, ay yıldızı sembol olarak tanıyan ve Haçlı Seferlerinde Türklere karşı savaşmayı reddettikleri için bu ismi aldıkları kabul edilen bir köy dolusu insan. Futbol kulüplerinin ismi Turkania. Her yıl yaptıkları ay yıldızlı festivale Avrupa Türkleri de ilgi gösteriyor. Türkiye Cumhuriyetiyle de temas kurmak istediler ama ilgi görmediler. Fehriye Erdal’a karşı Faymonville.

FAYMONVILLE

TURKEİJEWEG / TURKEYE

16.yy’da 1.500 Osmanlı forsası

İspanya’ya karşı Hollanda’ya destek vermek için bu köye yerleşiyor.

Bir asra yakın bu görevi bihakkın ifa ediyorlar ve Kral adlarını o köye hatıra olarak veriyor.

Köy, ülkenin Zeeland bölgesindeki Sluis kasabasına bağlı. Hane sayısı ise 50. Köyde en çok tanınan kişi merhum Barış Manço. Köyü ilk keşfeden de o.

KOKOS (COCOS) ADALARI

Hint Okyanusu’nda, Endonezya açıklarında bir İslâm adası. Aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu üyesi. Keyling Adası olarak da bilinir.

Daniel Defoe’nin meşhur eseri Robinson Kruze’nin burada geçtiği kabul edilir.

Jurassic Park filmi de bu adada çekilmişti.

Halkı Müslüman Malay’lardan müteşekkildir.

Bayrağı Türkmenistan bayrağının simetriği. Başkenti Bantam.

Yüzölçümü 14 km2. Nüfusu bin kişi.

KOKOS (COCOS) ADALARI

SİNT ANNA TER MUİDEN

Türkiye Köyü’ne 15 dakika uzaklıkta, Sluis’in 1 km. batısında bir kasaba. Muiden’liler zor durumdaki bir Osmanlı gemisine yardım edince padişah da onları ödüllendirmek için İstanbul’a davet etmiş.

Sultanın hediyesi olan gümüş hilâl kasabanın armasında.

Kasaba meydanında da hilâlli – tulumbalı bir çeşme mevcut.

SİNT ANNA TER MUİDEN

O gün bu gündür kasaba halkına ‘Türkler’ deniliyor. Ve Türkiye’den ilgi bekliyorlar.

Hani Çok Güzel Şeyler Olacaktı

0

Türkiye’de yaşayan ve hayatla bağlarını koparmayan herkes; “çok iyi şeyler olacak” cümlesini hatırlar.

Nasıl hatırlamayalım ki; karanlık kış günleri yerini aydınlık günlere terk ediyordu. Havaya, suya ve nihayet toprağa Cemre düştüğü günlerdi. Herkes, şenlikli ve bol yeşil bir bahar bekliyordu. Bütün tohumları çiçek açma sancısı tutmuştu. En önemlisi; 30 yıldır canımıza tak eden PKK belasından kurtulacağımızı müjdeleyen yalanların bile kutsandığı bir zamandı.

Hala hatırlamayanlar, internette arama motorlarından birine cümleyi yazıp sorgulasınlar. Bu öngörünün: Büyük bir geleceği görme ifadesi, tespitte sıfır hata… şeklindeki tanımlamaya ek olarak; Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL’ün, 10 Mart 2009 tarihinde, Ekonomik İş Birliği EİT’in 10. zirve toplantısına giderken, gazetecilere, (Kürt sorunuyla ilgili olarak) “önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak” dediğine dair bolca habere rastlarsınız.

Cumhurbaşkanı o tarihte Manisa bağlarından birine girmiş olsa ve incelemesini tamamladıktan sonra bağ sahibine; “çok iyi şeyler olacak” dese, siz bu cümleden ne anlardınız?

Kış mevsimi bol yağışlı geçmiş, bağın bakımı yerinde, dallar tomurcuklanmış ve bahar başlıyor. Müsaadenizle; ‘bol mahsul alacağınızı ve iyi para kazanacağınızı’ kastettiğini anlayalım artık…

Cumhurbaşkanının bu sözleri her ne kadar hükümetin, ‘Demokratik Açılım Projesini’ kamuoyuna açıklamaya hazırlandığı günlere denk gelse de,  sözlerinin tamamından; somut birtakım verileri görerek böyle bir cümle kurduğunu ve sorunun sona ereceği, eskisi gibi bir ve beraber olacağımızı müjdelediğini anlarsınız…

Bu müjdeli haberin yarattığı sevinçle önümüze serilen “demokratik açılım” seccadesine binip “Simbat” gibi, sevgi ve kardeşlik ülkesine çıktığımız yolculuk, tam iki sene sonra DTK eş başkanı Aysel Tuğluk’un; “kötü şeyler olacak” sözüyle sarsıntı geçirdi. 13 tomurcuğumuzun,  açmadan solduğu gün, Aysel Tuğluk’un, DTK’nın “demokratik özerklik” bildirisini okumasıyla bizim bağa don düştü! Milletin yas tuttuğu gün, onlar, kutlama yaparak kanımıza ekmek doğradılar.

Bahar bekliyorduk, yaz geldi geçti. Şimdi hazandayız, hüzünlüyüz, can evimize ateş düşürenlere, seyredenlere,  ‘sabır’ tavsiye edenlere öfkeliyiz.

Cumhurbaşkanı bu yolculuğunda, gazetecilere başka şeyler de söyledi. Söylediklerinin tamamını hatırladığımızda, nasıl bir projeye bakarak “önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak” dediği daha net anlaşılır. Cumhurbaşkanımız açıklamasında;

Kürt sorunuyla ilgili önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak. Barak Obama’nın seçilmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Yeni fırsatlar doğdu. Esas sorumluluk ABD’dedir. Herkese büyük sorumluluklar düşüyor. Türkiye ve İran’da dâhil olmak üzere tüm Ortadoğu ülkeleri de görevini yerine getirmeli. Gerçek anlamda yeni bir dünya düzeni kurma imkânı doğdu. Yeni bir çağ açılabilir. Ortadoğu’da kalıcı anlamda bir güvenlik sağlanabilir. Bunun için İsrail’in güvenliği konusunun halledilmesi şart.

Sayın Cumhurbaşkanı bu açıklamalarını, ABD Dış İşleri Bakanı Bayan Clinton’ın Türkiye ziyaretinde yaptığı ikili görüşme ertesinde ve Barak Obama’nın Türkiye ziyareti öncesinde yapıyor.

Yani ABD-İsrail İmparatorluğunun yenidünya düzeni hakkındaki yeni proje ve politikalarına vakıf olduğu zamanda.

Bu politika ve projelere göre Türkiye’deki PKK (Kürt) sorununda çok iyi şeyler olması; ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarlarının korunması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması şartına bağlanıyor.

Bunun için İran ve Türkiye ile birlikte bütün Ortadoğu ülkelerinin üstlerine düşeni yapması gerekiyor.

ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarları güvence altına alınmadı. İsrail’in güvenliği tam olarak sağlanmadı.

Ortadoğu ülkeleri henüz üstüne düşeni tam yapamadı. Suriye, Libya, Yemen’de direnişler devam ediyor ve en önemlisi İran; “Nuh diyor, Peygamber demiyor!” Bir tek Türkiye’nin çırpınmasıyla da bu iş olmuyor. Demek oluyor ki, biz, PKK (Kürt) sorunu konusunda Türkiye’de çok iyi şeyler olması için daha çok bekleyeceğiz. Daha çok evladımız şehit düşecek, daha çok ayrışacağız. İçimizdeki maşalar, devleti daha çok tehdit edecekler ve biz daha çok “fesuphanallah” deyip daha çook “ya sabır” çekeceğiz.

Bu acınacak halimiz bana şu fıkrayı hatırlattı: Adam önünde yürüyen hasmını görüp sinirlenir ve ensesine bir tokat aşk etmek ister ama yeterli cesareti yoktur. Yanından geçen züğürt bir delikanlıyı görür ve “şu adamın ensesine bir tokat at, sana bir akçe vereceğim” der. Delikanlı işin ucunda parayı görünce hemen kabul eder ve adamın ensesine- yaratana sığınıp- bir tokat patlatır. Tokadı yiyen, hışımla geri döner ve tam karşılık vereceği esnada delikanlı; “çok affedersiniz, sizi, arkadaşım Hasan sandım, ne kadar da benziyorsunuz” diyerek işi tatlıya bağlar. Hasmının ensesinde şaklayan tokatla yüreği yağ bağlayan zengin, bir tokat daha atarsan sana beş akçe daha veririm deyince,  bizim züğürt delikanlı, ben bu sefer ne derim diye düşünerekten bir tokat daha atar ki, yer gök inler. Can havliyle geri dönen mağdur; ulan bu sefer ne diyeceksin diye sorunca, delikanlı; valla ne diyebilirim ki, sende bu ense, bey amcada bu kese, bende bu züğürtlük oldukça sen daha çook dayak yersin!

Siz ne düşünüyorsunuz? Çok güzel şeyler olmasını sabırla ve umutla beklerken; daha çook şehit verip daha çook dayak yer miyiz?

Sahi bizim geleceğimiz, ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarlarının tesisine ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına mı bağlı? Öyleyse İsrail’le niye kavga ettik? Büyük Kürdistan İsrail’in güvenliğinin olmazsa olmaz koşulu mu? Bunun için Türkiye’deki Türklerin ve Kürtlerin daha çok ayrıştırılması gerekmez mi?

 

Türkiye Normalleşiyor mu?

Olmazlar oluyor, hiç yaşanmamışlar yaşanıyor. TSK’da olan son gelişmeler hakkında sorulan sorular, (istifa eden Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in veda mesajında da) dile getirilen endişeler ve iktidar kanadından verilen cevaplardan bazılarını özetleyelim:

Ø  Yüksek Askeri Şura öncesi Genelkurmay Başkanı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları istifa etti. Tarihimizde ilk defa olan bir olay bu.

Ø  Türkiye normalleşiyor. Türkiye demokratikleşiyor, ileri demokrasi ile tanışıyor. Eskiden olsa böyle bir durumda muhtıra veya darbe ile hükümet düşürülürdü.

 

Ø  Şu anda 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere 250 general/amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuşun hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunuyor. Komutanlar buna tepki verdi.

Ø  Suç işleyen cezasını çekmesin mi? Türkiye artık eski Türkiye değil. Kimse dokunulamaz değil.

 

Ø  Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek mümkün değildir.

Ø  Yargı bağımsızdır. Yürütmenin yargıya müdahalesini mi bekliyorsunuz?

 

Ø  Ege Ordu Komutanı Orgeneral Nusret Taşdeler, Tümgeneral Mustafa Bakıcı ve Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu ve eski 1’inci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın da arasında bulunduğu 17’si muvazzaf subay, 2’si sivil memur 22 kişi hakkında hazırlanan iddianame, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce oybirliği ile kabul edildi. İddianameyi hazırlayan özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız, 7’si muvazzaf general ve amiral olan 22 sanık hakkında yakalama emri çıkartılmasını istedi.

Tam Yüksek Askeri Şura öncesi alınan bu kararlar, yargının TSK’nın şekillendirilmesinde araç olarak kullanılması değil midir?

Ø  Atamalardan sonra tutuklansalar daha mı iyi olurdu?

 

Ø  Haklarında henüz hiçbir kesin yargı kararı olmamasına rağmen, tutuklu bulunan 14 general/amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tahdit edilmesinin yanı sıra, mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura’da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmıştır.

Ø  Ne yapalım yasalar böyle.

 

Ø  Bu durum birçok defalar yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen, soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır.

Ø  Kanunlar kişiye özel uygulanmaz.

 

Ø  Soruşturma ve uzun süreli tutuklamaların bir amacının da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sürekli gündemde tutularak, kamuoyunda bir suç teşkilatı olduğu izleniminin yaratılmaya çalışıldığı, bunu fırsat bilen yanlı medyanın da her türlü yalan haber, iftira ve suçlamalarla yüce ulusumuzu kendi silahlı kuvvetlerine karşı tavır almaya teşvik ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Ø  TSK içindeki komutanlar da -diğer bürokratlar gibi- hata yapıyorlarsa cezasını çekmelidir.

Dikkat ediniz. İktidar kanadının verdiği cevaplar genel kuralların çerçevesinde kalan, özel durumları açıklamayan cümlelerden oluşmakta.

Tezlerinin özeti şöyle: Eski Türkiye değişiyor. Eskiden her şey kötüydü, şimdi daha özgürlükçü, daha demokratik, daha çok milli iradenin yansıması olan gelişmeler yaşıyoruz. Bundan mutlu olmamız gerekiyor.

Oysaki özel durumda istenen sanıkların korunması, yargılanmaması değil. Darbelerin ve darbecilerin meşru gösterilmesi de istenmiyor. Talep, özgür ve demokratik ülkelerde geçerli olan, evrensel hukuk kuralları çerçevesi dışına çıkmamaktan ibaret.

Dile getirilen endişelerin arka planında şu düşünce var: (Yasama ve yürütmeden sonra) yargıya da hâkim hale gelen iktidarın, yargı gücünü kullanarak TSK’yı şekillendirmeye çalışması. Liyakat yerine sadakatin esas alınması.

Bunun yapılması aşamasında da TSK’nın itibarının azaltılması ve moralinin bozulması suretiyle caydırıcılık vasfını kaybetmesidir.

Geçmişte askerin darbelerle, muhtıralarla, andıçlarla siyasetin belirleyicisi olması normal değildi. Demokratik ülkelerdeki uygulamadan farklı olarak “rejimi koruma” görevini üstlenmesi de, demokratik ölçülerle normal kabul edilemezdi. Ancak şu hususları da ifade edelim:

Bir yanda terörle boğuşuyoruz. Ülkemizi bölmek isteyen güçler var. Bir bölgemizde özerklik ilan edilmiş. Çevremizdeki ülkelerde önemli çatışmalar devam ediyor. Komşu bir ülkenin (Ermenistan) Cumhurbaşkanı topraklarımızda gözü olduğunu ifade etmeye cesaret edebilmekte. Böyle bir coğrafyada ve zaman diliminde olan bir ülkede,

Ø  Bu kadar çok komutanın yargılanması normal değil. (İster yargılananlar suça bulaşmış olsun, isterse haksız ve hukuksuz bir yargılama söz konusu olsun. Her iki hal de normal değil.)

Ø  Bu kadar uzun tutukluluk süreleri normal değil.

Ø  TSK mensuplarını yargılayan mahkemelerde tahliye kararlarını veren hâkimlerin başka görevlere tayini normal değil.

Ø  Terör örgütü mensuplarının her türlü şımarıklığı anlayışla karşılanırken, çoğunlukla hayatının bir döneminde terörle mücadele etmiş komutanların -hem de tutuklu- yargılanmaları normal değil.

Ø  TSK’nın terör örgütü gibi gösterilmesi; her PKK saldırısında teröristleri mazur göstermeye çalışırken, TSK mensuplarının hatalarının tartışmaya açılması normal değil.

Ø  “Tartışmalı tutuklamaların” YAŞ kararlarının belirleyicisi olması normal değil.

Ø  YAŞ öncesi Ege Ordu Komutanı ve generaller hakkında yakalama emri çıkarılması normal değil.

Bu nasıl “normalleşmedir” anlamak mümkün değil.

“Türkiye normalleşiyor” diyenlerin, “Kürt meselesinin” vardığı bu aşamada özerklik ilanından, terör örgütü liderinin affı ve siyasi haklarının iadesi, “Kürtlerin” toprak talebi, vergi verip vermemesi gibi (toplumun sinir uçlarını uyaran) konuların gündeme getirilmesine verdikleri cevap da aynıydı: “Türkiye normalleşiyor.” Herhalde bu benzerlik de tesadüf değil.

Bir terör örgütünün ilan ettiği özerklik ne kadar “demokratik” olabilir ise, bu gelişmelerin götürdüğü Türkiye ancak o kadar “normal” olabilir.

NOT: Mübarek Ramazan ayının, Müslümanların normalleştiği ve dünyaya normal (olması gereken) olumlu katkılarını yapabilir hale geldiği bir dönemin başlangıcı olmasını diliyorum.

 

Bir Türk Aydınının Ardından

Türk kendi özyurdunda bile garip olduğu için ölümü de bir garibin ölümü gibi oluyor.

Bilmem tanıyormusunuz ama bütün ömrünü Türklüğe hizmet ederek geçirmiş bir Türk aydını olan Necdet Sevinç sonsuzluğa göç etti. Niçin “bilmem tanıyormusunuz” diye sordun derseniz, çünkü birçoğunuzun onu tanımadığını biliyorum.

Arkasından çok anlamlı yazılar yazıldı ve sözler söylendi. Ben Necdet Sevinç’i kaybedişimize başka bir açıdan bakmak istiyorum.

Necdet Sevinç; fikrini ve kalemini satmamış gerçek bir Türk aydını idi.

Türkiye’de bu tip bir aydın olunca; hayatınız çile içinde ve büyük ihtimalle hapis yüzü görmüş bir şekilde; maddi ve manevi mağduriyetlerle geçiyor demektir.

Hadi bunlara katlandık diyelim. Göreceğiniz en büyük ceza ise fikirlerinizin milletinizle buluşmasının engellenmesi olacaktır. Zaten yaşadığınız dönemde üç beş tane mücadeleci Türk aydını olur. Buna bir de sesinizin toplumca duyulması engellenince, karalar bağlamış gibi olursunuz. İşte Necdet Sevinç’in başına da bu gelmiştir. Çok değerli çalışmaları yeterince Türk milleti ile buluşamamıştır.

Halbuki Necdet Sevinç; misyonerlik, Osmanlı – Türk Devletinin yükselişi ve çöküşü, milli mücadele ve o dönemdeki etnik ihanet ve daha bir çok konu ile aklımızı ve gözümüzü açmayı başarmış bir Türk aydınıdır. Ama malum odaklar ve Türkiye’li bile olamayan medya; ne kadar kürtçü, bölücü, ermenici, AB’ci, ABD’ci, rusçu, almancı, yahudici, çinçi, arapçı bir çok haysiyetsiz adamı cilalarken, Necdet Sevinç gibi bir adamı hem de Türk milleti ve devleti  sırat köprüsünden geçerken, perde arkasında bırakmayı başarmıştır.

Necdet Sevinç ve onun gibilerinin hak ettiği değeri bulamadıkları ikinci taraf ise Türk milliyetçiliği cenahıdır. Necdet Sevinç’in; cenazesine katılmak veya arkasından methiyeler düzmek ona ve onun gibilere sahip çıkıldığı anlamına gelmez.

Maalesef Türk milliyetçileri; ne yapıp ne yapmadığının farkında değildir. Ne yazık ki; Türk Milletinin, ruhsal genetiğindeki iflah olmaz hastalıklar günümüzün Türk milliyetçilerini sarıp sarmalamıştır. Şöyle bir aynaya bakma zamanı çoktan gelip de geçmektedir. Organize olamayan ve içinde çıkan aydın vasfını taşıyan değerlerini koruyup kollamayan vefasız bir fikir hareketi; varlığını devam ettiremez.

Bu nedenle Türk milliyetçileri; bir an önce dünyevi ve nefsi arızalardan arınmalı, organize olmalı ve değerlerini sağlıklarında iyi yaşatmalı ve korumalıdır. Sadece çile vaad etmekle bu işler yürümez. Sonra yükü taşıyacak adam kalmaz. Bunu yapamazlarsa tarih onları da diğerlerinde olduğu gibi yargılayacak ve hükmünü verecektir.

Şahsiyetli bir Türk aydını olan Necdet Sevinç’in arkasından bana göre en anlamlı değerlendirmeyi yapanlardan biri de Yeniçağ Gazetesinden Yavuz Selim Demirağ idi. “Sağlığında kadrini, kıymetini bilmeyenlerin tabutu önünde fotoğraf karesine girebilme gayretleri mideme ok gibi saplandı. İmamın çağrısına “Helal Olsun” diye tiz sesleriyle cevap verenlerle aynı safta olmayı yediremedim kendime. Bırakınız hastane ziyaretini, birkaç dakikalık telefonla hatır sormayı, bir bayram tebriğini bile Necdet Sevinç’e çok gören riya yüklü bedenlere omuzlarım değsin istemedim…” diye çok gerçekçi bir tasvirde bulundu. Türk Milleti de zaten bu durumu çok net görüyor. Fikriyatın güçlülüğüne rağmen uygulamadaki samimiyetsizlik, vefasızlık ve ilkesizlik, Türk milliyetçilerinin ülke üzerindeki etkisini her geçen gün azaltıyor. Kızabilirsiniz ama Necdet Sevinç’in ölümü bana bir kez daha bunları düşündürttü.

Eğer Necdet Sevinç, fikirlerini bu toplumun tümüne arzu edilen şekilde nakledebilseydi; Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan ermeni gençliğine “Karabağı biz aldık Ağrı’yı size bıraktık” diye seslenemez veya seslense bile Türk milleti ayağa kalkar, Sarkisyan’a diz çöktürürdü. Neredeyse anamıza küfretseler arkamızı dönüp yürüyecek hale gelmezdik.

Adana’da kendini asarak intihar eden kaynak ustasının merdiven korkuluklarına bağladığı ipte sallanan cesedinin kaldırılışını, plastik sandalye taşıyarak yanlarında getirdikleri kola ve içi soğuk su dolu termoslarla aval aval sanki bir eğlence varmışçasına seyreden halk, Necdet Sevinç ve onun gibi Türk aydınlarının çerçevesini çizdiği Türk halkı asla olamaz. Biliyorum ki; onlar Necdet Sevinç’i ve onun gibi Türk aydınlarını hiç okumadılar ve dinlemediler. Aksi olsaydı bu hal içinde olmazlardı. Onun için Necdet Sevinç ve onun gibilerinin değeri Türk milleti açısından çok büyüktür.

Türk toplumunda Necdet Sevinç ve onun gibiler gerektiği gibi etkili olsaydı veya biz onları etkili hale getirebilseydik bunlar böyle olmazdı. Gidin sorun bakalım her yüz kişiden kaçı Necdet Sevinç’i tanıyor? Bu sorunun cevabı emin olun ki, hepimizi çok üzer.

Necdet Sevinç ve onun gibiler belki millet ve devlet varlığı açısından çok önemli değildir. Ancak, Necdet Sevinç gibi düşünenlerin durumu Türk milleti ile devletinin gittiği nokta açısından çok önemlidir.

Necdet Sevinç’e bu düşüncelerin altında bir kez daha rahmet, ailesine ve onun gibi düşünüp ve yaşayanlara başsağlığı diliyor ve kendini Türk milletine sevdalı olarak görenleri de öz eleştiri yapmaya davet ediyorum.