Büyük Doğu ve Serdengeçti Dergilerini okuyunca ister istemez size edebiyat da sanat da, memleket meselelerine çözüm bulmak, kafa yormak da bulaşıyor. Roman, hikaye ve şiir görünce akan sular duruyor ister istemez. Yıl 1959 Serdengeçti hem eser yayınlıyor, hem okunacak kitap listeleri veriliyordu. Dikkatle takip ediyordum. Serdengeçti Yayınları’ndan hemen ödemeli kitap istedim ortaokul son sınıf öğrenciyim(1959); Necip Fazıl Kısakürek’in Bir Adam Yaratmak(tiyatro) ve Sonsuzluk Kervanı(şiir) ile Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Yağmur Başladı adlı şiir kitabı. Bu eserler gençlik rüyamızın ideal kapılarını da açtı.
1960’lı yılların hem milli, hem mistik, hem romantik bir şairi Bekir Sıtkı Erdoğan İstanbul Gayrettepe Site Koleji’nden edebiyat öğretmenim oldu daha sonra. Sözkonusu yıllarda moda olan Ümit Yaşar Oğuzcan, Turhan Oğuzbaş ve Şemsi Belli gibi şairlerimiz de bu çerçevede eserleriyle maratonu hep önde götürdüler. Bekir Sıtkı Erdoğan’ın bir ayrıcalığı yerel ögeleri ağır basmasıydı ve bunu öyle bir anlatırdı ki içinizden fışkıran bir ses, bir nefes gibiydi. Kimliğinizle örtüşürdü üstelik.
VATAN GÖREVİ HİÇ BİTER Mİ?
Televizyon Türkiye’ye geç girdiği için İstanbul Radyosu Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Marya;
“Bu insanlar, bu yıldızlar, bu gök, bu yer/ Birer birer kaybolmaya mahkum, birer birer/ Biz ki, bu sapsarı hasret içinde susuz/ Biz ki çoktan kaybolmuşuz/ Nasıl ağlıyor musun Marya?/ Sil gözlerini, haydi sil yavrum/ Bizim yokluğumuzdan ne çıkar!/Aşkımız var ya!..”,
sonra Binbir Gece(Hancı);
“Gurbetten gelmişim yorgunum hancı!/ Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş../Aman karanlığı görmesin gözüm/ Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.”,
ardından Kışlada Bahar;
“Bahar geldi koyun kuzu koklaştı/ İki aşık senelerdir bekleşti/ Kara gözlüm düğün dernek yaklaştı/ Vatan borcu biter bitmez ordayım!.” şiirlerini her hafta Tarık Gürcan, Rıdvan Çongur, Julide Gülizar ve Yılmaz Tok’un sesinden dinletir, bestelerini çalardı. Daha sonra şiirler Yeşilçam’a da konu oldu.
Bir gün Astsubay Saadettin Kaplan(şair ve yazar) komutan Bekir Sıtkı Erdoğan’a yaklaşarak sorar “Efendim, hiç vatan borçu biter mi ki böyle yazdınız?” Evet bu soru üzerine Bekir Sıtkı Erdoğan düşünmeye başlar “Vatan borcu gerçekten biter mi ki?” Bittabi bitmez. Yıllar sonra Kışlada Bahar şiirine bir ekleme yapar;
Bu borç bize şeref, bitmez hiç bir an,
Kesme Nihai’den ümidi aman;
Tezkere yoldaymış sevgilim inan,
İlk adımı atar atmaz ordayım!.
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ilk dersinde sanki karşımda Anadolu duruyor gibi etkilendim. Her kelimesi özenle seçilmiş, kültür yüklü, yerel medeniyet fişekleri gibiydi. Üstelik sakıncalı dergi Serdengeçti’den de şiirlerini takip ediyordum.
TÜRK VE İSLAM RUHUNUN ULVİ KAYNAŞMASI
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Heybeliada Deniz Lisesi’nde Binbaşı olduğunu öğrendim. Kara Harp Okulu’nu bitirdikten sonra (1948) 10 yıl piyade subayı olarak hizmet veriyor, Ankara’ya ataması yapılınca kaçak olarak DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitiriyor. Yasak ama o bitiriyor! Mezuniyetten sonra da öğretmen subay olarak Türk Deniz Kuvvetleri’ne katılıyor ve İstanbul Heybeliada’ya geliyor. Bu hizmetini sürdürürken Alman Lisesi ve Site Koleji gibi bazı okullara da edebiyat öğretmeni olarak ders veriyor. İşte hocam ile de böylece tanışmış oluyorum. Bir sene sonra Vefa lisesi’ne geçince Bekir Sıtkı Erdoğan ile hiç bağım kopmadı. Bir gün baktım “Vefa Lisesi VI Fen B Beyazıt İstanbul” adresime Öğretmen Binbaşı Bekir Sıtkı Erdoğan’dan Ramazan Bayramı tebriği gelmişti; “Gözlerinden başarı dilekleriyle öperek” diyerekten. Doğuda askerim(1969) Deniz Lisesi Komutanlığı antetli bir zarftan “Mehmet Çiftçigüzeli Top. Atğm. 29. Tümen Topçu Alayı Uçaksavar Bataryası” na bir başka bayram kutlaması. İmza; Bekir Sıtkı Erdoğan. Bütün duygusallığım birbiri üzerine doluştu. O günden bugüne bütün hocalarımı hiç ihmal etmedim. Ayrıca eşimle birlikte hep ev ziyaretlerine, el öpmelere ve dualarını almaya gittim.
Yeni bir eseri yayınlanmıştı(1965). Adı Dostlar Başına..Mor kapak üzerinde bir hediye şeker kutusu gibi kordela ile bağlanmış bir kompozisyon içeriyordu. Kapak dahil kitabın bazı bölümlerine Bekir Sıtkı Bey kendi kaleminden çıkan grafik çalışmalarını da yerleştirmişti. Cağaloğlu’nda İbrahim Minnetoğlu’nun (Hilal Yayınevi’nden Vagon Penceresi’den adıyla yayınlanmış eserin sahibi) Kitapevi’nden Dostlar Başına’yı aldım. Heybeliada’daki evine ziyarete giderek hem kutladım ve eserini imzalattım; “Karakterinde Türk ve İslam Ruhunun ulvi kaynaşmasını görerek iftihar ettiğim, çok değerli öğrencim Mehmet Çiftçigüzeli’ne candan sevgi ve başarı dileklerimle..09 Ekim 1966 Heybeliada” diye bana yol salık veren ifadeleriyle imzaladı. Titredim ve sorumluluğumu hatırladım. Medyünu şükranım.
TORUNUN İSMİ Mİ, MAZİNİN ŞİİRİ Mİ?
“Bir ömür dediğin, bir gün kadar az,
Dünya halidir bu, hiç belli olmaz!”
diyen Bekir Sıtkı Erdoğan(1926 Karaman) bugün 87 yaşında. Eşi Zeliha ve oğlu Yahya Bey’i geçen sene peşpeşe kaybetti. Kızı Sahil Hanım İstanbul’da. Biri erkek üç torunu var Bekir Sıtkı Bey’in. “Artık yaşlandım, torunlarımın dahi adlarını unutuyorum” dedi ve ekledi;
“-Yahya Kemal’in, Akif’in şiirlerini unutmuyorum ama!” Hayretime teaccüp olmuştu ki ardından Mehmet Akif’in Ressam Haklı’sını okumaya başladı;
“Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası,
Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası;
Mutlaka eski tesavir ile ziynetlensin,
Diye, ressam aratır hayli zaman bir zengin!
Biri peyda olarak, “ben yaparım” der kolunu,
Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu;
Sıvar amma ne sıvar! Sahibi der “Usta bu ne?”
Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!”
İnanın eğer siz Bekir Sıtkı Erdoğan’dan bir şiir dinlemediniz ise başta şiir bazı güzelliklerin farkında değilsiniz demektir.
LİSELERARASI KÜLTÜR PLATFORMU
Bekir Sıtkı Bey “iki manevi oğlum var, biri Halil Gökkaya ve..” ötekisi Faruk Gökbulut dediği genç arkadaşım ile birlikteErenköy Ethemefendi Fırın Sokaktaki evine gittik. Bu yaşta birine nasıl bir hediye götürülürdü? İşin içinden çıkamayınca mevsimlik meyveler almaya karar verdik. Ukraynalı bakıcısı açtı kapıyı. Sandalye üzerinde namaz kılıyordu.
Birbirimize sarıldık, elini öptük, gözlerinden ameliyat olmuştu, az da olsa akıntısı vardı. Elindeki mendille silmeye çalıştı. Lise günlerimize döndük. Ben o’na sınıfta okuduğu Marya şiirini anlattım, okuldan kaçan ve kumar oynayan öğrencilerin yatılı pansiyonunu nasıl bastığını belirttim, her Çarşamba günü başta Aşık Veysel olmak üzere bir sanatçıyı okulumuza getirdiğini hatırlattım, daha da önemlisi o yıllarda İstanbul’daki mevcut liselerin edebiyat ve kültür kolu başkanlarından oluşan bir platforma ön ayak olduğunu, bu işle beni görevlendirdiğini ve ilk toplantının Çengelköy Askeri Lisesi’nde yaptığımızı bildirdim. Epeyi bir nostalji yaptık. “Seni şimdi daha iyi hatırlıyorum oğlum Mehmet “demez mi?
Sohbet ettiğimiz salonda her taraf hatıraları olan resim ve eşyalarla dolu.Bekir Sıtkı Erdoğan özetle dedi ki:
-Dünyaya geldik, kursumuzu ikmal ettik, gideceğiz. Eşim ve oğlum gibi. Dönüşü yok çünkü. Ancak teknoloji öyle bir ilerledi ki bilgisasayar ve cep telefonları vs süper gelişmeler. Hele eski günleri bilenler için.Konya Askeri Lisesi’nde öğrencilik yıllarımda kantinde kötü bir radyo vardı, sesinin çıkıp çıkmadığı anlaşılmazdı. Kulağımızı dayayarak bir şeyler duymaya çalışırdık. O günlerden bu günlere geldik. İşte bütün bunlar Allah’ın verdiği akılla oluyor. Yaratıcımızın bir yansıması olarak kulları da bir şeyler yaratarak ortaya çıkarıyorlar. İnsan aklını ortaya koyabilmeli. Hayvandan farkı bu. Bir anektod aktarayım;
Adamın biri, kasabada eşinin ördüğü külah ve çorapları satıyor. Bunu da örnek olarak başına ve ayağına giyerek gösteriyor. Biraz sonra bütün çorap ve külahların çevredeki maymunlar tarafından çalınarak onların başında ve ayağında görünce oradan geçen bir atlıya şikayet ediyor. “Eve nasıl ekmek götüreceğim?” Atlı “Şimdi sen başındaki külah ve ayağındaki çorapları çıkar ve yere at” deyince bütün maymunlar da aynısı yapıyor. Adam da sermayesine yeniden kavuşuyor. İnsan beden, akıl ve duygudan oluşur, icad eder; taklid etmez, hayvanlar eder. İnsan canlı anlamındaki Allah’ın “hay” isminin yansımasıdır. Hayvan kelimesi ise çoğuludur. İnsanlardaki akıl da, duygularının frenidir. Herşey insanda Allah’ın isimlerinin bir yansıması şeklinde tecelli eder.
MİLENYUMA GİRERKEN YENİ BİR KALIP
Bekir Sıtkı Bey’in Babası da kayınpederi de ayrıca din adamıymış. Evde pastırma ve et sucuğu yapıp satarken müşterilerine etin içinde ne olduğunu hatırlatarak tartıp verirlermiş. “İşte insan ve ahlak”diyor. Askerlerinden biri izinden geç dönünce hediye olarak bir teneke peynir getirmiş. Genç Subay Erdoğan bunu kabul etmiş ve yemekhanede askerlere “sahanlarınızı çıkarın, arkadaşınız taze peynir getirmiş, afiyetle yiyip, teşekkür edin!” demiş ve erata buyur etmiş. Ancak izin tecavüzünden askerin ifadesini alarak gerekli işlemi de yapmış! Hatıralarını dinledik. Sonra “Allahıma şükürler olsun helal kazanç yetiyor. Üç evim oldu, biri kirada. Şiir ve güftelerimden para kazandım, diğer okullara ücretli derse gittim. Çok talebem oldu.” dedi. Gerçekten öyle Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yiğit Uğur da, Ali Kırca da, Savaş Ay da talebesi.
-Ali Kırca Deniz Lisesi’nde yasak ve aykırı fikirlere sahipti. Bunu yazı, söylem ve eylemlerine de yansıtıyordu ama büyük bir kabiliyetti. Yazılı kağıtlarını sakladım, iyi not verdim,çünkü hak ediyordu, bunları yukarılara duyurmadım. Ancak Ali Kırca Harp Okulu’nda deşifre olunca devlet gereğini yaptı. İşinde başarılı biri Ali Kırca.
Evde ikibuçuk saat kadar kaldık. Hep hocam konuştu, hatıralarını da anlattı, edebiyat ziyafeti çekti;
-Geçenlerde Alman Lisesi’nin bir toplantısında, müzik hocası Ali Bey eserimi seslendirdi. Ne zaman beste yaptın dedim. “Bu zaten bestelenmiş, siz aruzla yazıyor ve kalıbına itina gösteriyorsunuz. Bu bizatihi bestedir.”deyince sevindim. Dikkat edin Peygamberimiz “Kur’an’ı güzel sesliler okusun” der. Bu aynı zamanda müzik ve melodi demektir. Dinimiz bunu önemser. Milenyuma girerken heyecanlıydım ve yeni bir aruz kalıbı ortaya koydum. Anadolu kelimesi mevcut hiç bir aruz kalıbına uymuyordu. Mütefailün ile birleştirdim. Sorunu çözdüm.
ÇAĞIN ŞİİR Mİ, ÇAĞLARLA ÇAĞDAŞ ŞİİR Mİ?
Bu olayı şöyle anlattı: ” Nazım Hikmet’in (makinalaşmak istiyorum/ trrrrum/ trrrrum/trrrrum/trrrrum/ trak, tiki tak tak/ makinalaşmak istiyorum) diye bir şiiri var. Beni eleştirmelerine rağmen buradan yola çıkarak 2000 yılına girerken yeni bir aruz kalıbınıhayata geçirdim:
Makinalar çalışır tika tika tik tak!.
Amacımız asrın hızına ulaşmak,
Makinalar çalışır tika tika tik tak,
Amacımız asrın hızını da aşmak!
biçimine getirdim. Anadolu Mütefailün’ün içine girdi. Çağın şiiri olmaz, çağlarla çağdaş şiir olur. Şiirimizi unutturmamalı, sahip çıkmalıyız. Kültür paylaşılır, para değil. Şiir hazmı malesef yok artık. Ruhdaşlık en güzel olanıdır.” Bu anlatılanlar bir medeniyet tasavvuruydu bizler için, neyin, niçin olması sorusunun cevabıydı.
Bekir Sıtkı Erdoğan’a göre şiir kuraldır. Duygular da müzik ile eğitilebilinir. Aruz açık heceyi kabul etmez.
“Hocam her zaman gelin” diye hatırlattı, bizi sıkıp sıkmadığını sordu ve dedi ki;
-Topraklarımızda her şey var. Deniz, bereketli topraklar, güzel mevsimler hiç bir ülkede aynısı yok. Allah bezenerek böyle bir Anadolu ortaya koymuş. Ancak dışarıya gidenlere üzülüyorum. Kardeşim hekim olarak Amerika’da, ötekisi Almanya’da! Bir yığın örnekleri mevcut. Peki neden? Olmamalı. Ben şairim ve dolayısıylahayalperestim. Milletvekilliğini kabul etmedim, oysa daha fazla emekli maaşı bile alacaktım. Akıllı birini bulun milletvekili yapın dedim, ama yapmadılar.
DİVAN-I NİHAİ HAZIRLANIYOR
Bekir Sıtkı Erdoğan özellikle şiir vemüziğimizin yaşatılması gereği üzerinde bir hayli durdu, önemini anlattı. Bazı şiirlerinin ilahi formatında bestelendiğini, cami ve mevlidlerde okunduğunu söyledi. Sevinçliydi.
Şimdi tek nüshası kendinde olan bir divan hazırlıyor, 87 yaşında bir şair gibi değil de, delikanlı bir öğrenci gibi. Divan-ı Nihai. Bize “nihai” nin anlamını soruyor, aktarıyoruz, sonra kendisi de ekliyor “Nihai hem işi bitmiş, miadını doldurmuş demek, hem de en son anlamındadır. Benimki böyle bir şey işte.” Divan’ın oluşturduğu edebi örnekleri okuyor hepsi birbirinden daha nefis dizeler. “Hocam bir de okuduğunuz şiirleri muhtevi bir band, bir cd falan doldursanız! Bu kadar güzellikte okuyan çok az edebiyatçımız kaldı” diyorum, Faruk Gökbulut görüşüme arka çıkıyor, evde bir stüdyo bile kurulabileceğini hatırlatıyor. Hoca, ticari endişeleri olabileceği gerekçesiyle böyle bir görüşe sıcak bakmıyor.
BİR SANATÇI NEDEN ÜZÜLÜR?
Memleketi Karaman’da adına yapılmış bir okulu var. Bir şiiri de burada mermer üzerine oyularak yazılmış. Cumhuriyet’imizin 50. ve 75. Yılı dolayısıyla açılan marş yarışmasına ısrarlara dayanamayarak girmiş. Her ikisinde de birinci olmuş. Ancak bu dizelerde “Atatürk” ismi geçtiği için bu şiirler ambargoya uğramış ve okunmadığından dolayı şikayetçi Bekir Sıtkı Erdoğan;
-Atatürk bu ülkeye Allah’ın bir lütfu. İstiklal Savaşımızın kahramanlarından biri. Neden tavır alınıyor, anlamakta güçlük çekiyorum. O günün tarihini ve şartlarını iyi bilmek gerek. Her iki şiirimde Atatürk ismi geçtiği için unutturulmak isteniyor. Allahtan güftesini yazdığım Deniz Harp Okulu Marşı benim de teselli oluyorum, gururlanıyorum.
Bekir Sıtkı Erdoğan’a Faruk Gökbulut Nevşehir’de tanıştığı Şair Mehmet Nacar’ın imzalayıp gönderdiği “Sürgün Aşklar” kitabını verdi; “Kilisli bir şair efendim. Size saygılarını da gönderdi, ellerinizden öpüyor.” Hoca ilk fırsatta okuyacağını söyledi.
Hocam Bekir Sıtkı Erdoğan ikindi namazı vaktinin dara girdiğini hatırlatarak “Sizi namazdan sonra uğurlayayım, müsaade ederseniz” diyor. Öyle yapıyoruz.