Bir de Kadroları Olsaymış

115

 

İktidara geldiklerinin ilk yıllarında bir makalemiz vardı..  Yönetim ve hizmet anlayışlarını beğendiğimizi belirtiyor, ama yönetim kadrolarının olmadığına da işaret ederek başlıktaki ifadeyi kullanıyorduk; Bir De Kadroları Olsaymış!…

Gerçekten bir de kadroları olabilseymiş, performanslarına diyecek kalmazmış. Yok işte hala da yok..

Kadro dediğin şey öyle birkaç ayda, birkaç senede yetişmez ki; o bir birikimdir, o bir vizyondur; o kapasitedir; o kendine güvendir. Dolu insan kendine güvenir. .

Baştan olaya bir bakalım. İktidar erkine kendisi de şaşıran gruplar ne olduklarını neye uğradıklarını anlayamazlar. O bir arkadaş grubudur. İnançlı, içine kapanık, kendince değerlerine sıkı sıkıya bağlı, genelde iyi niyetli ve genelde dış dünyadan çok da haberli olmayan; dış dünyanın içinde bile olsa her şeyi kendi penceresinden değerlendirip, dar çerçevede kalan bir özel gruptur.

Kesinlikle çok sadıktırlar. Bağlı oldukları en tepedekinden başkasını göremezler. Hiyerarşi içinde en tepeye giden yolda bulunanlar belirli bir süre birlikte olunması gereken, amaç uğruna onlara da katlanılması gereken geçici engellerdir.

Şimdi daha somut örneklerle olaya bakalım;

Kendisine güvenerek bir birimin başına getirilmiş bir üst yönetici..  En basit işlerde bile yetki kullanmaz, kullanamaz; açık-gizli o konuda ve her konuda yukarının, en yukarının görüşleri paralelinde -paralelinde bile değil içinde- hareket edecektir.

Kime hangi görevi vereceğini, kimi nasıl ödüllendireceğini, kimi ve kimleri nasıl cezalandıracağını, kendisi nasıl davranacağını hep o üstün istekleri doğrultusunda yapacaktır. Bunların doğru veya yanlış olması önemli değildir. O üsttekinin isteklerine uygun olup olmaması önemlidir.

Bir kurumun başındadır, bir sivil toplum örgütüne girecektir, mutlaka bilgi ve onay almalıdır, hatta o kuruluş içinde alacağı görevler, sorumluklar da, mesela başkanlık, yönetimde görev de onay veya icazetle olmalıdır. Hatta icazet de yoktur, önceden onayla olmalıdır.

Her vesileyle o ÜST’tekine mesaj gönderecektir. Genel Müdürdür, Başkandır, neyse, çağdaş görüntüde randevu sistemiyle çalışmaktadır. Öyle görünmektedir. Özel kalemi randevuları verir, dakika dakika.. Ama bizim ki o incelikte olmadığı için zamanı ayarlayamaz. Önce üste en yakınları alır görüşür ve mutlak çözer, sonra birden 2-3 saat gecikmiş randevularının tamamını birden aynı anda odaya alacaktır. Odasında önceden kalmış yakınlar- çok yakınlar da vardır.

Bu yakınlar aracılığı ile üste en üste mesaj verilecektir.  Gelenler içinde birini gözüne kestirir, şöyle kelli felli.. Kılık kıyafetinden, selam kelamından onlardan olmadığı belli olan birini gözüne kestirir.. Başlar ona bağırıp çağırmaya. Hiç yoktan..

Ve hep şunu söyleyecektir; “Ben Bakanın yaptığı işi nasıl bozarım, sizin işiniz bakanlıktan böyle gelmiş, şimdi ben nasıl bunun tersini yaparım,  bu benim yetkimi aşar.”

Aslında ondan aykırı bir iş isteyen filan da yoktur. Ama dinlemez, bağırır çağırır. İtaatini, bağımlılığını sergiler..

Örnek olay ilginçtir.

Anadolu’dan İstanbul’a kendi isteği ile tayin olan bir Öğretmen, Anadolu Lisesi İngilizce Öğretmeni. Daha sonra eşinin görev yeri tekrar değiştirildiği için İstanbul’da yalnız yaşamak zorunda kalmış ve Anadolu Yakasında ikamet eden Annesi ve Kardeşleri ile yakın olmak ve aynı semtte yaşamak zorunda kalmıştır.

Anadolu Yakasında Ümraniye’de görevlendirme talebinde bulunmaktadır. Öğrencileri İNGİLİZCE’de Türkiye birinciliği almış olan bu öğretmenin ayrılmak istediği Levent’teki okula sıra bekleyen 20 den fazla öğretmen de vardır. Ama Müdür peşin olarak kükremiştir bir kere; Bakanın yaptığı tayini ben değiştiremem der de başka bir şey demez.  Beyefendi bu görevlendirme olmaz ise Öğrencileri Türkiye Birinciliği alan bu öğretmen ayrılmak zorunda kalacaktır, denir; anlatılmaya çalışılır, amma ve lakin;

” LAF ANLAMAZ ORMANCI YIKAR MASAYI …”

Müdür dinlemez,, Onun tek hedefi yukarıya mesaj ulaştırmaktır. Bağırır da bağırır.  BEN BAKANIN YAPTIĞI TAYİNİ DEĞİŞTİREMEM, Sanki ondan BUNU İSTEYEN VARDIR.. Alakası yok.. Ama onun amacı başkadır.. Bu mesaj sessiz izleyici taraftarlar tarafından üste en üste gidecektir. Olay tamamdır. Bunlar iş yapmak için değil, iş yapıyor görünmek için ve itaat sergilemek için çalışırlar.  .

Evet o öğretmen ayrılmıştır. Halen ücretsiz izinlidir, istifa da edebilir.  Milli eğitim de Öğretmen arar, Levent Okuluna 20 öğretmen sıra bekler, Umurunda mı Müdürün.. Laf anlamaz ormancı yıkar masayı…

Şimdi, bir başka itaat ve bağımlılık örneği sergilenecektir..  Bir üst yönetici Tabip-Doktor, Bir Derneğin  Yönetim Kuruluna seçilmiştir. Görev taksimsi sırasında Başkanlık önerilir, aynı anda PARTİ İle görüşerek onay alamadığı için kabul edememiştir.  İşte buna PES doğrusu derler.  Aynı kamu görevlisi parti üyesi olmakta, görev almakta beis görmez ama.

İşte, görevine bu kadar bağlı insanlar, görevine değil daha doğrusu üst makamlarına, sahiplerine bu kadar bağlı insanlar GÖREVLERİNİN GEREĞİNİ DEĞİL, BAĞLI OLDUKLARININ TERCİHLERİNİ DÜŞÜNÜRLER VE ONA GÖRE TAVIR-YÖN ALIRLAR.

Bu anlayış dalga dalga bütün bürokrasi sathına yayılmıştır. En yüksek kademedeki sempatizan görevlilerden en basit memura kadar olay; GÖREVİN POZİSYONUN GEREĞİ olan icraat değil, Üstün o makamın tercihi doğrultusundaki icraattır.  İşte o zaman iş değişmekte iş basitleşmektedir.

İçlerinde elbette pırıl pırıl insanlar vardır. Çok çalışkan çok da dürüst insanlar da vardır. Ama onların bir şeyi noksandır. Bulundukları yere KÜÇÜK KALIRLAR, Vizyonları yoktur. Kapasiteleri yoktur.

Lütfen alın bakın, bütün boylarda istediğiniz pozisyondan seçin seçin; ölçün biçin, KÜÇÜK KALIRLAR…

Bu durum sonunda en tepe yönetimin de işini güçleştirir, her yerde her seviyede eller ayakları dolaşır.  Birde daha tehlikelisi işin içine küçük hesaplar, kişisel menfaatler girer.  Bakınız, irdeleyiniz; bütün sahtekârlıkları yapanlar, kapasitesi düşük insanlardır. Küçük akıllı insanlardır. Mevkii ve Makamları ne olursa olsun, kafalar küçük ise kişisel çıkarlar ön plana gelir.

Bu küçük insanlar zannederler ki;  üst görevlerde, büyük pozisyonlarda bulunanlar hep çıkar sağlayan insanlardır. Küçük kafalar böyle düşünür. Onlara göre bal tutan mutlaka parmağını yalar. Bu zihniyetin silinmesi gerekir.

Bir de bunun tam tersi vardı. Daha çok önceki iktidarlar zamanında görülmüştür. Bunun örneğini de ileride  AKILLI BÜROKRATLAR bölümünde anlatacağız.

Ancak şu kadarını söylemeliyiz. DÖKÜLÜYORLAR…

Bakınız etrafınıza gördüğünüz (100) yetkiliden kaç tanesi Makamının Hakkını verecek çapta ve dirayettedir. Ve mukayese ediniz, gördüklerinizle, eskilerle, efsaneleşmiş isimlerle..  Bırakınız efsaneyi, efsaneleşmeyi, doğru dürüst işlerinin gereğini yapabilecek görgü, kültür ve eğitim düzeyinde değiller.  Ellerinde diplomaları var, eğitim düzeylerini belgeleyen vesikaları var ama onlar, onlar değil ki!…

Ekonomide, Dış Politikada, Yönetimde, Kamu Yönetiminde, İl ve İlçe Yönetiminde çok zayıflar.  Ve bu zayıflık, kendilerine güvenmekten öteye salt büyüklerinin görüş ve istekleri doğrultusunda hareket etme zorunluluğunda olduklarını düşündükleri ve öyle yaptıkları için yetersiz kalıyorlar.

Bu maya tutmamıştır. Maya tutmayınca süt o saf ve temiz ilk şekline de dönmez, dönemez.. . O artık basit bir ÇÖKELEKTİR. Çürük SÜT’tür. Artık ondan başka hiçbir şey olmaz. Olamaz..