17 senedir sembol haline gelen Edirnekapı Şehitliği’nde Şehitleri
Anma Toplantıları düzenliyoruz. İlgi büyük olmakla beraber, bazılarında
artan duyarsızlık dikkat çekiyor. Yaşayanların şehitlerin değerini
bilmesi ve ona göre davranması gerekir. Bölücü terörle mücadelede iç
ihanet odaklarına karşı mücadele veren bu aziz varlıkların
Çanakkale’de, Kıbrıs’da, Milli Mücadelede, Balkan ve Kafkas
cephelerinde ve diğer yerlerde şehit düşenlerden hiçbir farkı yoktur.
Bu aziz varlıklar, Diyarbakır Belediye Başkanına Devlete savaş açma ortamı sağlansın diye şehit olmadılar.
Bu aziz varlıklar, yakınları, akrabaları ve onlara son görev için
cami avlularını dolduran vatandaşlar horlansın, itilsin, kakılsın ve
tahrikçi muamelesi görsün diye şehit olmadılar.
Bunlar “Ne mutlu Türküm diyene” ifadesini içlerine sindiremeyenlere,
Türkiye ile hesaplaşma, rövanş alma peşinde olanlara destek vermek için
ölümü seçmediler. Milli gurur ve haysiyetimiz zedelensin, buna fırsat
verilsin ve yabancılara hayır diyemeyen bir Türkiye için şehit
olmadılar.
Dıştan kumandalı, tavizci, teslimiyetçi politikalar için ölmediler.
Türkiye, Brüksel veya Washington’dan yönetilsin diye şehit
düşmediler. Bankaların, sanayi kuruluşlarının, sermaye piyasasının
yabancılara peşkeş çekilmesi ve Türkiye’nin açık arttırmaya çıkarılması
için şehit düşmediler.
Zinanın serbest bırakılması, Cuma Hutbelerinden bazı ayetlerin
çıkarılması, Müslümanların devşirilerek tanınmaz hale getirilmesi için
ölmediler.
Sözde Ermeni soykırımı iddialarına çanak tutulması, bu iddiada
olanlara dolaylı destek verilmesi için şehit düşmediler. Başbakanlığa,
Bakanlıklara, Dolmabahçe Sarayı’na terör örgütü uzantılarının kabul
edilmesi ve ağırlanması için ölmediler.
Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının özelleştirme adı altında yabancılaştırılması için şehit düşmediler.
Dışarıdan dayatılan, ısmarlama, Atatürksüz ve Türksüz bir anayasa hazırlanması için canlarını vermediler.
Anayasa, temel yasadır. Ona göre diğer kanunlar şekillenir.
Anayasasız ülkeler anayasa yapar. Yapılan anayasalar basit birer
kitapçık değildir. Bir milletin belirli tarihi birikiminin,
özelliklerinin, kuruluş amacının, milli hassasiyetlerinin ortaya
çıkmasıdır. Anayasalara tabii ki evrensel değerlerden atıflarda
bulunulabilir. Ancak, bir anayasa belirli bir toplumun ihtiyaçlarına
cevap vermek, o toplumda fonksiyon yerine getirmek durumundadır. Bu
bakımdan milli özellikler ve milli hukuk dışlanarak sadece evrensel
hukuka göre anayasa yapmak sosyal gerçeklerle ve ihtiyaçlarla çelişir.
Küresel güç veya AB istedi diye anayasa yapılmaz. Bu, bu kadar basit
bir iş değildir. Kimse kendini tarih önünde basitleştirmesin.
Aslında, 1982 Anayasası o kadar değişikliğe uğradı ki; artık onu
1982 tarihiyle yorumlamak bile yanlış olur. Ancak, Türkiye’de bir metod
yanlışı yapılmaktadır. Silbaştancılık hem zaman, hem de kaynak israfına
yol açmaktadır. Bu defa işin içine bir de art niyet girmiştir.
Türkiye’ye yeni yön vermek isteyenler, milli ve üniter devlet
düşmanları, Türke karşı ırkçılık yapanlar yeni Anayasaya
sığınmışlardır. Onlara göre, anayasa sivil ve renksiz olmalıdır. Sanki
Türkiye, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleriyle demokrasiye geçebilmiştir.
Yanlış buradadır. Silbaştancılık yerine ihtiyaçlara göre Anayasaya
şekil vermek, onu anlaşılır ve uygulanabilir kılmak bizi bazı metod
yanlışlarından uzaklaştırabilir. Bu bakımdan, anayasa hazırlama işi
sadece hukukçuların işi değildir. Konunun sosyal ve kültürel arka plânı
inkâr edilebilir mi? Ancak, bizde meslek taassubu olduğu için yıllardır
yasa ve Anayasa konuşulunca hep hukukçular akla gelir. Sosyal
bilimciler arasındaki işbirliği göz ardı edilir. Bu yanlış bizi devamlı
tepki anayasalarına götürmüştür. Bugün 1982 Anayasası hedef tahtası
haline geldiği için 1961 Anayasası öne çıkarılmaktadır.
Gerekli düzenlemelere evet; maksatlı, Cumhuriyet, milli devlet ve
Türk düşmanlığından kaynaklanan art niyetli tezgâhlara da hayır
diyoruz! Sık sık istikrardan bahsedenleri de uyarıyoruz!