AKP ve İstikrar

102

 

Tek başına iktidar olduğu için 11 yıl boyunca Türkiye’nin istikrarlı yönetimi için AKP garanti olarak görüldü.

Özellikle iş dünyası “istikrar“ın önemini çok iyi biliyordu. Çünkü dış kaynak ve yatırımlar istikrarlı ülkeleri tercih ediyordu. Dışarıdan gelecek para ve yatırımlar ise Türkiye’nin kalkınması ve refahın artışı için hayati önemi haizdi.

İstikrar mevcut durumun belirli bir gelişme çizgisi içinde devam etmesi anlamına geliyor. Belirsizliğin az, sürprizlerin olmadığı bir yönetim demek.

Hele hele demokratik ve gelişmiş ülkelerle değerler ve müesseseler bakımından benzeşme artıyorsa, uluslararası paranın mıknatıs gibi ülkeye çekilmesi demek.

Türkiye’yi yönetenler 11 yıl boyunca bir yandan sırtını sağlam yere dayamanın keyfini, “heyyyt, var mı abimle bana yan bakan!!!” raconu keserek çıkardı. Diğer taraftan dışarıdan oluk gibi akan borç paranın konforunu yaşadılar.

Askeri ve sivil vesayeti yıkan, AB ile entegrasyon yoluna baş koymuş, komşularıyla sıfır sorunu olan, terör meselesini çözmüş bir Türkiye hedefleri bu istikrarın temel ayakları sayılmaktaydı. Bu sebeple AKP hükümetlerine ciddi bir avans verilmişti.

Ancak bütün bunlar demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavramlarının içselleştirilmesi ile sürdürülebilir olabilirdi.

******

NELER OLDU?

Başbakanın “ustalık dönemi“nde beklenmedik olaylara ve inanılmaz kural dışılıklara şahit oluyoruz. Vatandaşların çoğunluğu güçlü başbakan yönetiminden, otoriterliğe doğru koşar adım gitmenin endişesini taşıyor.

Yasama ve Yürütme organlarının tek kişiye bağlı olmasına ilaveten HSYK Kanunu ile kuvvetler ayrılığı ilkesi rafa kaldırıldı. Yasama, Yürütme ve Yargı organları yanında 4. Kuvvet sayılan Medya’nın da bağımsız olmadığı, aynı kişinin talimatına göre çalıştığı, “alo Fatih” tapeleri ile ortaya çıktı.

İnternet yayınlarını zapturapt altına almak için kanun değiştirildi. Şimdi de MİT Kanunu değiştirilmekte.

Türkiye bir “muhaberat devleti” olmaya doğru gidiyor endişesi için haklı sebepler birikmekte.

Bütün bunlar istikrarsızlığı besleyecek gelişmeler…

******

DEMOKRASİ VE HUKUK DEVLETİNE VEDA

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” sırasında elde edilen ses ve görüntü kayıtları sonucu 4 bakan istifa etmek zorunda kaldı. Ayakkabı kutularındaki milyonlar, çelik kasalarda saklanan milyonluk harçlıklar, bir bakanın koordinasyonuyla havuza yüz milyonlar koyan ve millete küfür eden iş adamları, 700 bin TL değerinde (6-7 adet TOKİ konutu değerinde) rüşvet kol saati takan bakanlar milletin hafızasına kazındı.

Başbakan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının ve yargılamaların önünü kesmek için kitlesel atamalar ve yasal düzenlemelerle uğraşıyor. “Ucunun kendisine geleceği” fikrinden hareket ederek yüzlerce savcı, hâkim, binlerce emniyet görevlisinin yerini değiştirdi.

Yetmedi HSYK, İnternet, MİT kanunları ile demokrasi ve hukuk devleti kavramlarından hızla uzaklaşıyor.

Böyle bir Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarı sağlaması mümkün değildir.

******

BAŞBAKANIN DİLİ AYRIŞTIRICI VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ:

Başbakanın konuşmalarından, 17 Aralık’tan sonra vatandaşları “biz ve ötekiler” olarak gördüğü anlaşılıyor.

Mitinglerdeki konuşmaları ayrıştırıcı ve kendini desteklemeyenleri ötekileştirici. Hadi “paralel devlet” dediği eski müttefiklerine dediklerini bir yana bırakalım.

Kabataş‘ta başörtülü bir kadının, çocuğu ile birlikte 80-100 kişilik üstleri çıplak erkekler tarafından darp edildiğini, cinsel tacize uğradığını söylemesi üzerine Başbakan’ın “benim başörtülü hanım kardeşim” dediği kadını savunması doğruydu. (Tabii Gezi olaylarında bebeğini kaybeden hamile kadını da savunması gerekirdi.) Ancak böyle bir olayın olmadığı, Mobese kayıtlarıyla kesinleşti.

Çok şükür ki bizim ülkemizde böyle aşağılık işler yapan insanlar yoktu. Demokratik bir ülkede Başbakan’dan beklenen böyle bir olayın olmamış olmasından mutluluk duyması ve yanıltılarak verdiği yanlış bilgiden dolayı özür dilemesi idi.

Tamam bizim Başbakan özür dilemez. Özürü geçelim ama hala “bizim için müştekinin beyanı esastır” diyerek olayın varlığını savunması insanlarımızı ayrıştırmaktan başka neye hizmet eder?

*****

Siyasi seviye bu kadar düşmemeli

Başbakan Erdoğan’ın üslubunda gittikçe derinleşen bir seviye kaybını da endişe ile karşılıyorum. Daha düne kadar “bir emri var mı?” diye sorduğu, her fırsatta saygılarını sunduğu “Muhterem Hocaefendi“ye karşı söyledikleri, överken de söverken de ölçüyü kaçırdığını göstermekte.

Bir de siyasi rakibi MHP lideri Devlet Bahçeli hakkında sarf ettiği şu cümlelerdeki siyasi seviyeye bakınız:MHP’nin başındaki zat rahatsız olmuş. Dün ‘Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez’ demiştim ya. Ondan sonra bana kalkıyor, başka yerden örnek veriyor. Gazi Mustafa Kemal’i veriyor. Gazi Mustafa Kemal, çoluk sahibi olmuştu da çocuk sahibi olmamıştı. Onu da git iyi öğren. Evlenmemiş de olabilirsin ayrı mesele. Ama sen ailenin kadir kıymetini bilmezsin. Çünkü anne olmak, baba olmak ayrı bir şey… Ben 4 çocuk babası olarak yavrularımın çektiği çileyi biliyorum.”

Bu seviyesizlikten bir vatandaş olarak üzüldüğümü ifade etmekle yetineyim.

Başbakan çocuklarının sayısı ile övüneceğine, çocuklarına muhtelif delillerle isnat edilen suçlar hakkında kamuoyuna hesap vermeli ve adil bir yargılanma ortamını sağlamalıdır.

Mesela “Erdoğanlar’ın kurucusu olduğu TÜRGEV adlı vakfın “örtülü para” işlerinde kullanıldığı basında yazılıyor.” Öncellikle buna açıklık getirebilir. TÜRGEV’e bağışları kimler ve neden yapmış? Mesela “(TÜRGEV’in listesinde “Royal Protocol” olarak görünen) ‘Suudi Arabistan Kralının Sözleşme Dairesi’ neden 100 milyon Amerikan Doları bağış yapmış? Bunun Sevda Tepesi’ne inşaat izni ile bir alakası var mı?” gibi sorulara cevap vererek başlayabilir.

Yine oğlunun yönettiği medya kuruluşlarının satışı için oluşturulan havuza akan yüzmilyonlarca liranın cevabını vermekle devam edebilir…

Urla’daki (kendisinin olmayan) villalara kızı ve eşinin istediği tadilatın sebebini de açıklayıverir.

Herhalde medyada yer alan bu soruların ve diğer iddiaların makul ve mantıklı cevapları vardır. Başbakan öfkeli üslup ve hukuku zorlamak yerine, ciddi bir devlet adamı üslubuyla böyle cevaplar verebilir. Bunu yaparsa ülkede tansiyonun düşmesini ve normalleşmeyi sağlayabilir.

 

 

 

Önceki İçerikAydınların Açmazında Türkiye
Sonraki İçerikKanuni Sultan Süleyman’ın Rodos Üstadı Philippe Villiers de L’Isle-Adam’a Mektubu
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.