Din ve Dünya (2)

122

İslam bir tevhid dinidir.

Tevhidi sadece Allah’ın birliğine inanmak olarak düşünmeyin.

Tevhid yaratılan her şeyin “bir” kaynaktan geldiğinin ve yine “O’na” döneceğinin şuurunu da taşımak demektir.

Yani din de, dünya da ahiret de bir kaynaktan sudur etmiştir.

İşte bu nedenle dünya başlı başına bir kötülük olarak düşünülemez. Bizim ona “tamah” etmemizdir kötü olan ve dünyayı kötüleştiren.

Siz adalet, kul hakkı, doğruluk gibi değerlere dikkat ederseniz dünya da bir cennet olabilir, dünya süsleri de.

Bunun en güzel örneklerinden biri de Hz. Süleyman’dır (A.S.).

Hz. Süleyman (A.S.) kendisine hem bazı üstün yetenekler hem de maddi imkanlar ve iktidar bahşedilen peygamberlerdendir.

Onun bu imkanlara bakışı, dünya varlığının insanı Allah’tan (C.C.) uzaklaştırmak yerine O’na yakınlaşmaya vesile olabileceğinin göstermesi bakımından önemlidir: “Süleyman, “Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim” dedi.” (Sad, 32)

Bu nedenle dünyanın nasıl olduğu bizim onu nasıl algıladığımıza bağlıdır.

Mevzunun bir diğer boyutu olarak, İslam’ın “bir lokma bir hırka”yı mı vazettiği, “kuvvetli müminin zayıf müminden daha üstün ve Allah’a daha sevimli olması”nı sadece iman ve dirayet kuvveti olarak mı anlayacağımız meselesi, günümüz dünyasında kendimizi nasıl konumlandırmamız gerektiği bakımından önemlidir.

Bir düşünelim:

Kendine hayrı olmayanın başkasına hayrı olabilir mi?

Veren el mi alan el mi hayırlıdır?

Eğer dünya konjonktüründe “gücünüz” sağlamsa, “güçlü” biliniyorsanız, size yönelik tehditlerin sayısı azalır mı çoğalır mı?

Allah-ü Teala’nın “kuvvetli olmamıza, kuvvet hazırlamamıza” dair uyarısı (Enfal, 60) tam da bu noktada çok anlamlıdır. Bu illa ki saldırmak anlamına da gelmez. Ancak muhtemel saldırıların da önüne geçilmesine vesiledir. Zira kimse gücünü aşan veya onu ciddi biçimde zorlayacak bir savaşın içinde olmak istemez. Hatta böylelikle zulmün önüne geçme imkanınız da bulunur…

Diğer taraftan devamlı kötülediğiniz ve bu nedenle sağlıklı bakamadığınız bazı imkanlar sizin elinize geçtiğinde, daha önce üzerinde hiç makul düşünmediğiniz için, bu imkanların dengenizi altüst etmesi doğal bir sonuç olmaz mı?

Öyle de olmuyor mu?

“Kapitalizmin” müslümanları da esir almasının bir boyutu burada değil mi?

İşte o nedenle İslam bir düstur olarak “orta yolu” hayatın her alanında muhafaza etmemizi şart koşar. Böylece dünyaya tamah etmeden onu ulvi hedefleriniz için bir vesile kılabilirsiniz.

Aksi halde ya gücün altında ezilirsiniz ya da gücü zulme alet edersiniz…