Din mi Bilim mi? (2): Şüphe

97

 

“Din mi Bilim mi?” başlıklı yazımıza dair kıymetli okuyucularımızdan biri şöyle bir soru yöneltmiş: “İşittik ve itaat ettik düsturu ile bilimin şüphe ve sorgusunu nereye koyacağız?”

Bu güzel ve önemli soru için kendisine teşekkür ederim…

Ve kısaca izah edelim:

Öncelikle belirtmek gerekir ki Kur’an-ı Kerim bugün anladığımız manada bir bilim kitabı değildir.

Ancak yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız üzere Kur’an-ı Kerim bilimsel gerçeklikler ifade eden bir kitaptır.

Bunun yanında bilimin de Allah-ü Teala’nın bir “ayeti” olduğunu vurgulamaktadır.

Peki bu ne anlama gelir?

Bunun anlamı Kur’an-ı Kerim’in bilime karşı bir tavrının olmamasıdır.

Bir diğer anlamı ise bilimin bir amaç değil, hayatı anlamlandırmada bir araç olmasıdır.

İlginç olan ve aslında pek vurgu yapılmayan şey odur ki bugünkü bilimin üzerine inşa edildiği temel kavramlardan olan şüphe ve sorgu, Kur’an-ı Kerim’in kendi gerçekliğini ortaya koyarken kullandığı metodlar olarak da dikkati çeker.

Nasıl mı?

Kur’an-ı Kerim, bildirdiğinin doğruluğuna itiraz edenlerin gerekçelerini, bu gerekçelerin sıhhatine dair “şüpheler” ortaya koyarak “sorgulatır”:

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara, 170)

Böylece “körü körüne taklidin” yani şüphe ve sorgulamanın temel düşmanının yol açabileceği tahribata dikkat çeker. Bu tahribatın önüne geçilebilmesi için gerekli olanın “düşünmek” ve “akıl etmek” olduğunu, zaman zaman “düşünmez misiniz?, akıl etmez misiniz?” şeklindeki tenkit sorularıyla pek çok ayette vurgular.

Tabii İslam alemi içerisinde bu ayetlerin sorgulamaya kapı açmadığını ifade edenler de mevcut.

Peki, o halde Kur’an- Kerim’in tevhidi açıklarken kullandığı metoda bir bakalım:

“Yoksa yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler? Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” (Enbiya, 21-22)

Sorulama ve şüphenin bir metod olarak en önemli özelliklerinden biri varılan sonucun yanlış olabileceğine dair ihtimalleri bertaraf etmeye vesile olmasıdır.

Yukarıdaki ayet-i kerime tevhide muhalif ihtimallerin yol açacağı sonuçları sorgulatmıyor mu?

Bizzat Allah-ü Teala kendi varlığını ve birliğini insanlara açıklarken bize ihtimalleri sorgulatıyorsa, insan aklının temel işlevlerinden biri olan sorgulamanın yerilmesi söz konusu olabilir mi?

İşte bahsi geçen düsturun dayandığı ayet-i kerimede ifade edilen “işitilip iman edilen” kaynak böyle bir kaynaktır: “Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nur, 51)

O nedenle de imanın dahi “tahkiki” olanı “taklidi” olanından daha üstün tutulmuştur…

Soruda yer alan iki tavrın İslam açısından konumunu bu doğrultuda anlamak gerektiği kanaatindeyim…