Sokaklarımızın Eski Satıcıları (Bölüm2)

116

 

Sokaklarımıza zaman zaman uğrayan seyyar esnaflar da vardı. Bu esnaflar belli aralıklarla mahalleye uğrar, ancak bazıları da  işleri gereği hemen tüm günü burada geçirirlerdi.

Bunlardan kalaycılar genelde iki kişi olurlardı. Biri uygun bir arsada kazdığı küçük bir çukurda ateş yakarken, diğeri evleri dolaşır kalaylanacak kapları toplardı. O dönemde alüminyum, çelik veya teflon gibi malzemelerden üretilmiş kap kacaklar yoktu. Hemen bütün evlerde bakır kaplar kullanılırdı. Bu kapların mutlaka belli aralıklarla kalaylanmaları zorunluydu. Aksi halde zehirlenmelere yol açarlardı.

Hatırladığım kadarıyla en çok şaşırdığım şey, kalaylama işlemi bittikten sonra, değişik evlerden topladıkları kap kacakları, sahiplerine hiç karıştırmadan teslim etmeleriydi.

Bir diğer kişide sırtındaki çuval ve elinde taşıdığı torbasıyla geldiğini yüksek sesle bağırarak haber veren ayakkabı tamircisi ve boyacısıydı.

Kendine sokağın ortalarına denk düşen bir yer bulur, oraya tezgahını kurardı. Ayakkabıları tamir eder, boyar ve kenara dizerdi. O tarihte, ayakkabı kıt ve pahalı olduğundan eskiyen ayakkabıların topukları, burunları, tabanları tamir edilirdi. Ayrıca ayakkabıların çabuk aşınmalarını önlemek için, topuk ve burunlarına özel yapılmış madeni plakalar takılırdı.

Özellikle hanımlar için zaman zaman bohçacı kadın evlere uğrar, getirdiği çeşit çeşit kumaşları, dantelleri, el örgülerini, el işlerini, masa ve yatak örtülerini gösterir, fiyatlarının ne kadar uygun olduğunu anlatır, mallarını satmaya çalışırdı.

Sokağa seyrekçe gelenlerden biri de bileyici ustalarıydı. Beraberinde taşıdıkları, biley taşını ayak pedalıyla döndüren düzenekli ahşap aletlerini düzgün bir zemine yerleştirirler  ve “-bileyici geldi bileyici” diye seslenerek, müşteri beklerlerdi. Bu insanlar yalnız bıçakları değil, makasları da ustalıkla bileyleyebilirlerdi. Özellikle kurban bayramları öncesinde bileyici birkaç gün üst üste sokağa gelirdi.

Hallaç da sokağa nadir gelen, genelde ilkbahar ve sonbahar aylarını tercih eden, kendine özgü çalışma yöntemi olan bir kişiydi. Görevi, uzun süreli kullanım sonunda kıtıklaşan yün ve pamukları, yayından geçirerek kabartmaktı.

Kendi boyuna yakın bir yay ve bu yaya vurmak için kullandığı tokmakla sokakta gözükür, “hallaç geldi, hallaç geldi” diye seslenirdi.

Kabartılması gereken yatak ve yastıklar evin boş ve yeleken bir odasına yığılır, çağırılan hallaç kapısı kapalı camı açık bu odada, yün ve pamukları tokmaklayarak yaydan geçirir,  onları  eskisi gibi kabarık haline getirirdi.

Türkücü ve şarkıcılar genelde iki üç kişi olurlar, ellerinde günün meşhur şarkılarının sözlerinin yazılı olduğu kağıtları, satmaya çalışırlardı. Daha çok roman vatandaşlarımızın hem çalarak hem de söyleyerek neşe içinde sattıkları bu kağıtların bedeli bir kuruş kadardı. Gelip gitmeleri mahalleyi renklendirir ve eğlence kaynağı olurdu.

Eski dönemlerde evler genelde odun sobalarıyla ısınırdı. Su ısıtma ve yemek pişirme işlemlerinde en çok mangal kömürü kullanılırdı. Ayın bazı günlerinde kömür satıcısı sokağa uğrardı. Mangal kömürü satanlar ekseriyetle Kastamonulu veya Çankırılı olurlardı. Atın iki tarafına bağlanmış büyük mangal kömürü çuvalları ile mahalleye girer ve “- Elleme kömürü geldi” diye seslenerek, geldiğini duyururdu.

Çuvalların kiloları ve fiyatları sabit olurdu. İhtiyaçlarını uzun süreli karşılamak isteyenler, bu 25 kg ve yukarı ağırlıktaki çuvalları alırlardı. Ancak gereksinmelerini kısa süreli gidermek isteyenler, perakende kömür almak isteyenler, civardaki kömürcü ve oduncu dükkânlarına gitmek zorunda kalırlardı.

Sokaklarımıza gelen satıcılardan başka, bir de, duyuru amaçlı ziyaretçiler olurdu. Bunlar değişik gösterilerin habercileri olurlardı, reklam paytonlarıyla sokağımıza gelirlerdi. Kısmet olursa bundan sonraki yazımda, bunlarla ilgili bilgileri hafızam müsaade ettiği ölçüde, sizlere aktarmaya çalışacağım.