Açılım konusu gündeme gelmeden önce toplum üzerinde yapılan algı yaratma sürecinde, “Kürt halkına devletin tedbir uyguladığı, buna mukabil de Kürtlerin mağdur olduğu” şeklinde ifade edebileceğimiz bir algı toplumumuzda oluşturulmak istenmiştir.
Nitekim çoğu kişi de konuyu bu algı üzerinden açıklamaya çalışmaktadır.
Tarihte her olayı meydana getiren temel sebepler vardır. Şimdi isterseniz gelin bu konunun tarihsel gelişim sürecini ele alalım:
Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşu esnasında millet tarifi yapılırken zannedilenin veya iddia edilenin aksine konu “dini” olarak ele alınmıştır. Etnik kimlik üzerinden millet tarifi yapılmamıştır.
Nitekim Lozan Antlaşması sırasında Yunanistan ve Türkiye arasında yapılmasına karar verilen nüfus mübadelesi millet tarifinin din esas alınarak yapıldığına önemli bir örnek teşkil eder.
Çünkü mübadele yapılırken, mesela İç Anadolu’da etnik olarak Türk olup Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlı kişiler de Yunanistan’a gönderilmiştir.
Netice itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti müslüman olan her vatandaşa aynı hakları sağlamış, devletin her türlü imkanından eşit şekilde faydalanmasına çalışmıştır.
Bu sözlerime binaen de “madem devlet herkese eşit hizmet götürmeye çalıştı o zaman ülkenin doğusu neden daha fakir kaldı?” gibi bir soru ile karşılaşıyorum.
Değerli okuyucular, tarih okumanın en önemli faydası geçmişte gerçekleşen bir olayı şimdiki zamana göre değil, olayın gerçekleştiği zamanın şartlarına göre değerlendirmektir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulup İstiklal Savaşı’nı kazandığında imzalanan Lozan Antlaşması ile Sevr Anlaşmasını bertaraf etmiştir.
Bu antlaşma esnasında Lozan’da İngiltere heyet başkanı Lord Curzon Türk heyetini temsil eden ve kendilerine direnen İsmet Paşa’ya şöyle der:
“Şimdi siz önünüze koyduğumuz her teklifi reddediyorsunuz. Ben bu teklifleri cebime koyuyorum. Çünkü şu anda ülkeniz dağılmış ve perişan ancak paranız yok. Ülkenizi yeniden imar etmek için paraya ihtiyacınız olacak. Para için bize başvurduğunuzda reddettiklerinizi tekrar önünüze koyacağım!”
Bu yapılan tehdidin ardından Cumhuriyet’in ilk yıllarının ekonomisinde dış borç alınmasından imtina edilmiş ve bilindiği üzere 29 buhranı gibi tüm dünyanın sarsıldığı bir dönemde, hem de Osmanlı’dan kalan borçlara rağmen bütçenin açık vermediği bir dönem yaşanmıştır. Bu süreçte ülkenin ticarete en elverişli coğrafi bölgesi Batı bölgesi olduğundan ilk yatırımlar da buraya yapılmıştır. Dolayısıyla ülkemizin Doğu bölgesinin Batıya oranla daha sonra gelişmesinin esas sebebi, dönem itibariyle ticaret olarak elverişli coğrafi şartlara sahip olmamasında yatar.
Günümüze baktığımızda ise uzun süredir Doğu ve Güney Doğu’ya devletin aktardığı kaynak birçok bölgemizden daha fazladır. Dolayısıyla yatırımın yapılabilmesi için diğer bölgelere nazaran oldukça fazla kaynak aktarılmasına rağmen neden geri kalmışlıktan bahsediyoruz? Bu kaynaklar nereye gitmektedir? Bunu ayrıca düşünmek gerekir…
Bütün bu gerçeklere rağmen Kürt halkına devlet tedbir koydu deniliyorsa, bu konuda da “acaba devlet neden tedbir koyma gereği hissetti?” sorusunu sormak gerekir.
Kanaatimce bunun temel sebebi daha Osmanlı’nın son döneminde 1806 yılında Baban aşireti Abdurrahman Paşa ile başlayıp 1937 Dersim İsyanı ile son bulan 33 tane Kürt isyanında yatmaktadır. Çünkü isyan tarihlerine bakıldığında görülen o dur ki Kurtuluş Savaşı esnasında dahi, yani 1919 ve 1921 yılları arasında, dört tane Kürt İsyanı yaşanmıştır.
Dünya da hiçbir devlet yoktur ki kendi kurtuluş mücadelesini verirken dahi isyan eden kitleye karşı önlem almasın. Önlem almayan devlet zaten kendi mevcudiyetini koruyamaz!
Değerli okuyucular, son günlerde ülke geleceğimiz şekillendirecek açılım projesinin temelinde yatan tarihsel gerçekleri genel hatları ile sizlere aktarmaya çalıştım. Çünkü açılım konusunda hatırlarsanız özellikle Cumhuriyet’in ilk yılları yoğun bir eleştiri bombardımanına tutulmuştu.
Halbuki, daha önceki bazı yazılarımda da ifade ettiğim gibi, bu durum Cumhuriyetle başlayan bir süreç değildir. Kökü eskiye ve nedenleri de çok yönlü dinamiklere dayanır.
Dolayısıyla tarihin manipüle edilerek üstelik çoğu zaman yanlış bilgilerle ve bugünün şartlarına göre dünü yargılayıp, toplumda konu hakkında taraflı bir algı yaratılmak istenildiği şu günlerde her zamankinden duyarlı ve dikkatli olmak gerektiğini unutmayalım.
Zira bu dönemlerde yapılacak hataların bedelleri günü de geleceği de ciddi biçimde etkilemektedir. Bunun vebalini ödememiz de mümkün olmayacaktır…