Sınavlar Kalkmaz, Dershaneler Kapanmaz

111

 

Sayın Başbakanımız Güney Kore gezisine giderken uçakta açıkladı: “Sınavlar kalkacak, dershaneler kapanacak”. Olur mu? Olmaz. Çünkü, delik büyük, yamalık küçük. Zaten Başbakanın söylediğini Milli Eğitim Bakanı tekzip etti:  “YGS yerine YGS’ler gelebilir” ve ekledi ” dershaneye alternatif  (e-etüt) projesi başlattık”.

Toplumumuzda okul ve dershanenin farkı ve işlevi tam olarak kavranamadı. Bu yüzden toplumumuz bu iki kurum hakkında çok farklı değerlendirmeler yapıyor ve yanlış yargılara varıyor. Halbuki okul ve dershane, farklı ihtiyaçlara cevap veren, birbirinden farklı işlevlere sahip iki eğitim kurumudur:

*Okul, öğrencisini üst eğitim basamaklarına ve hayata hazırlar. Dershane ise, bilgi eksiklerini tamamlar, sınavlara hazırlar.

 

*Okul uzun vadede, dershane kısa sürede başarıyı hedefler.

 

*Okul bilgiyi bütün yönleri ve boyutlarıyla, bir sistem bütünlüğü içinde öğretmeye çalışır. Dershane ise bilginin sınavlarda gerekli olan kadarını yoğunlaştırılmış olarak öğretir. Benzetmek gerekirse, okul yemeği bütün garnitürleriyle sunar, dershane aynı yemeği hap olarak, komprime sunar.

 

*Okulda öğrencileri mümkün olduğu kadar eşit seviyede bilgi sahibi yapma amacı vardır, kitlesel başarıyı hedef alır. Dershane ise hem bireysel, hem kitlesel başarıyı hedef alır, öğrencinin başarısını en üst düzeye çekmek için özel çaba harcar, rekabet ve mutlak başarı söz konusudur.

 

*Okul, hem eğitim, hem de öğretim kurumudur. Dershanede daha çok öğretim yapılır. Her ne kadar dershanede de kurallara uymayan öğrencilerin davranışları düzeltilmeye çalışılırsa da, yaptırım gücü fazla olmadığı için, daha serbest bir disiplin anlayışı hâkimdir

 

*Okulun öğrenciden ekonomik bir beklentisi yoktur. Dershane ise öğrencisine verdiği öğretimin karşılığında maddi bir kazanç da bekler. Yalnız burada şu hususu belirtmek gerekir. Zengin aileler genellikle özel öğretmen tutarak çocuklarını sınavlara hazırlar. Dershanelere ise daha çok orta ve alt gelir gruplarının(işçi, memur, emekli, serbest meslek, küçük esnaf vb.) çocukları gider. Çoğu tam ücretin altında indirimli ve çok taksitli bir ödeme planına göre ücret öder. Dershaneler yasal okutması gerekenin çok üstünde oranlarda burslu öğrenci okutur. Böylece yoksul ailelerin çocuklarını da sınava hazırlayarak sosyal adalete katkıda bulunur.

 

*Dershanelerin ülke ekonomisine de önemli katkıları vardır. Şöyle ki; devlete başta gelir vergisi olmak üzere birçok alanda vergi öder, onbinlerce öğretmene, bir o kadar personele iş ve istihdam imkânı sağlar, eğitim donanımı ile araç ve gereci, basın ve yayın, organizasyon, kırtasiye, inşaat ve hırdavat malzemeleri ve hizmeti üreten birçok sektöre önemli katkılarda bulunur.

 

* Okul resmi bir eğitim ve öğretim kurumudur, dershane ise bir özel öğretim kurumudur.

 

Görüldüğü gibi, okul ve dershane, ikisi de farklı işlevlere sahip, eğitim sistemimizin vazgeçilmez kurumlarıdır. Dershaneleri günah keçisi haline getirmek hem bir haksızlık, hem de insafsızlıktır. Dershaneler, okulların ve öğretmenlerin verdikleri öğretimin başarısız olmasından doğmamıştır, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Böyle bir ihtiyaç olmasaydı, Doğuda ve Güneydoğuda Valilikler, Belediyeler, Askeri Birlikler, STK’lar ve Okullar dershaneler açıp öğrencileri sınavlara hazırlama çabasına girerler miydi? Hatta Sayın Bakan Yatılı Bölge okullarındaki 30 bin öğrenci için e-etüt projesi adı altında dershanecilik yapmaya hazırlanır mıydı?

Özel ve yaygın eğitimin tarihi, resmi ve örgün eğitimin tarihinden çok eskidir. Okullar kurulduktan sonra da özel öğretim varlığını sürdürmüştür. Özel öğretim; özel okullar, dershaneler, kurslar, etüt merkezleri, eğitim merkezleri ve özel öğretmen gibi kurum, kuruluş ve kişilerle işlevini sürdürmüştür. Bu kurumlar içinde dershaneler, insanlara öğretim alanında hizmet sunan bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. İnsanlar, ya öğretiminde bir eksiklik görürse bunu tamamlamak, ya da sınav sonuçlarına göre bir yere yerleşmek durumunda kalırsa, hazırlanmak için dershaneye giderler. Demek ki, dershanelerin takviye ve sınava hazırlama gibi iki yönlü bir fonksiyonu var.

Toplumumuzda dershanelerin okulların önüne geçtiği gibi yanlış bir algı var. Halbuki okul öğretiminin önüne geçen dershaneler değil, liselere ve üniversitelere giriş sınavlarıdır. Öğrencide ve velide, sınavları kazanmak ve kazandırmak birinci hedef olursa, sınava hazırlayan kurum, üst öğretim programlarına öğrenci hazırlayan kurumun önüne geçer. Öğrenci, atalarının “Kervan gide gide düzelir” sözünü esas alarak, okulda eksik kalan bilgilerini sınavı kazandıktan sonra tamamlamayı düşünür. Halbuki bu yanlış bir mantıktır, ama öğrenci o anda bunu düşünemez, sadece sınav yangınından başarıyla kurtulmayı düşünür. Bir de şunu düşünelim. Son yapılan ve 1.8 milyon gencimizin girdiği 2012 YGS sonuçlarında; 50 bin 805 öğrencinin sıfır çektiğini, Türkçede 31 bin 249, Sosyal Bilimlerde 253 bin 918, Matematikte 870 bin 80 ve Fen Bilimlerinde 1 milyon 260 bin öğrencinin ortalama dört sorunun altında kaldığını göz önüne alırsak okul yönetimlerinin, öğretmenlerin ve daha çok Milli Eğitim Bakanlığının kara kara düşünmeleri ve bu soruna köklü çözümler üretmeleri  gerekir. Bir de bu gerilemenin her yıl devam ettiğini düşünürsek, dershanelere kızmanın ve onları para tuzağı görmenin ve günah keçisi haline getirmenin hiç bir haklılığı yoktur.

O zaman geldik meselenin can alıcı noktasına. Liselere ve üniversitelere giriş sınavları kalkar mı? Kalkmaz… Niçin?

 

*Yeterli fiziki kapasite yoksa, okullarda gerekli birimler(kütüphane, laboratuar, atölye, konferans ve spor salonları, kantin vb.) bulunmuyorsa, araç-gereç, eğitim teknolojisi eksikliği varsa,

 

*Birleştirilmiş sınıflar, taşımalı eğitim, 50-60-70 kişilik kalabalık sınıflarda eğitim yapılıyorsa,

 

*Öğretmensiz veya ders ücretli, geçici kadrolu, görevlendirme öğretmenlerle eğitim yapılıyorsa,

 

*Bazı okullara seçilmiş öğretmenler atanırken, çoğunluğuna atama yapılırken bu özen gösterilmiyorsa,

 

*Öğretmenler Eğitim, Edebiyat ve Fen Fakültelerinde yeterli pedagojik formasyonu kazanamıyor ve bunu eğitime yansıtamıyorsa,

 

*Okullar ve öğretmenler arasında ölçme ve değerlendirme konusunda belli bir standart yoksa,

 

*Öğretmene kendini sürekli geliştirme imkanı ve desteği verilmiyor, öğretmen mesleğe başladığı bilgi ile kalıyor ve dolayısıyla geriliyorsa,

 

* Öğretmenin sosyal ve mali statüsü yükseltilmiyor, meslek kıdemi 0-30 yıl aralığında 1500-2000 lira maaş ve halen net 7.5 lira ders ücreti ödeniyorsa, 1300-1500 lira arasında emekli maaşı veriliyorsa,

*Kısacası, okul, derslik, donanım, öğretmen, eğitim ve ölçme-değerlendirmede belli standartlar yoksa sınavlar kalkmaz. Bir de her yıl en az 2000 okul birincisinin üniversiteye giremediğini göz önüne alırsak, ne dershaneler, ne de sınavlar kalkar. 1990-2000 yılları arasında uygulanan ve diploma notu 4.00’ın üzerinde olan öğrencilerin alındığı süper liseler bunun için iflas etti, çünkü ölçme-değerlendirmenin objektif yapılmadığı ve arada büyük bir uçurum bulunduğu ortaya çıktı.

 

Bu söylediklerimiz sadece ilköğretim ve ortaöğretim kurumları için geçerli değildir, üniversiteler için de geçerlidir.  Bundan birkaç yıl önce bir konuşma yapmak üzere ülkemizin batı bölgelerinde yer alan bir il üniversitesinin gelişmiş bir ilçesindeki Eğitim Fakültesi’ne davet edilmiştim. Belediyenin Konferans Salonu’nda konuşmamızı yaptıktan sonra Fakülteyi ziyaret ettim. Bir okul binası Eğitim Fakülte olarak tahsis edilmiş, ama ne konferans ve spor salonları, ne de amaca uygun laboratuarları, kütüphanesi ve kantini var. Daha da önemlisi, Dekan olan bir Profesör ve iki Yardımcı Doçent dışında akademik personel yok, derslerin çoğuna lise öğretmenleri giriyor. Dikkatinizi çekerim, bu fakülte, öğretmen yetiştiriyor. İşte bunun için bazı Yüksek Okul ve Fakültelere “Yüksek Lise” diyorlar.

 

Burada şunu da belirtmek gerekir. Sınava giren öğrencilerin yarısı yeni mezunlarsa, yarısı da halen üniversitede okuyan veya mezun olanlardır. Örgün üniversite öğretiminde 200 bin, yaygın üniversite öğretiminde 400 bin kontenjanın bulunduğunu düşünürsek, en az 500 bin öğrenci açıkta kalmaktadır. Eğer sınava giren öğrenci sayısı kadar kontenjan oluşturulduğunu düşünsek bile, bütün üniversitelerimiz aynı eğitim düzeyine gelmediği sürece sınavlar kalkmaz. Zaten Sayın Bakan da, merkezi sınavları yılda dörde kadar çıkartacaklarını, dershaneleri kapatmayacaklarını, fakat onlara ihtiyaç kalmayacağını belirtmiştir.  Sınavlar kalkmıyor, tam aksine artıyorsa, dershaneler kapanmaz. Ayrıca çağdaş ve demokratik ülkelerde, eğitim hakkının kişi hak ve özgürlükleri içinde yer almasından dolayı da dershaneleri kapatamazsınız. Siz zorla kapatırsınız ama, imkânı olanlar özel öğretmenlerle, olmayanlar merdiven altı tabir edilen gayrimeşru dershanelerle takviye ve yetiştirilme ihtiyaçlarını karşılarlar. O zaman da hem insanınızı kanunsuz iş yapmaya zorlamış ve hem de devleti çok büyük zarara sokmuş olursunuz.

 

Anlaşılan bu sözler, birilerine öfke halinde söylenmiş ve arka planında başka nedenleri bulunan sözler. Geçenlerde Sayın Bakana “4+4+4 sisteminde lise öğretimini zorunlu eğitim kapsamına aldınız. Sisteme yeni girecek öğrenciler için fiziki kapasite yeterli mi?”  diye sorduklarında, “Fiziki kapasite açığını kiralık okullar ve dershanelerle kapatacağız” diye cevap verdi. Ardından da dershanelere sordular: “Dershaneniz okul yapmaya müsait mi?”. Bakan haklı, dershanelerin sırası masası, tahtası, projeksiyonu, hatta öğretmeni bile hazır. Çoğunun bahçesi yok, ama değiştirirsin Standartlar Yönergesi’ni olur biter. Yaparsın dershaneyi okul, kapatırsın fiziki açığı.

 

Olay bundan ibarettir. Sizin anlayacağınız, ne sınavlar kalkar, ne de dershaneler kapanır.

 

 

 

 

Önceki İçerikNedamet
Sonraki İçerikMezardan Gelen Telefon Sesi
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.