Sayın Başbakanımız Güney Kore gezisine giderken uçakta açıkladı: “Sınavlar kalkacak, dershaneler kapanacak”. Olur mu? Olmaz. Çünkü, delik büyük, yamalık küçük. Zaten Başbakanın söylediğini Milli Eğitim Bakanı tekzip etti: “YGS yerine YGS’ler gelebilir” ve ekledi ” dershaneye alternatif (e-etüt) projesi başlattık”.
Toplumumuzda okul ve dershanenin farkı ve işlevi tam olarak kavranamadı. Bu yüzden toplumumuz bu iki kurum hakkında çok farklı değerlendirmeler yapıyor ve yanlış yargılara varıyor. Halbuki okul ve dershane, farklı ihtiyaçlara cevap veren, birbirinden farklı işlevlere sahip iki eğitim kurumudur:
*Okul, öğrencisini üst eğitim basamaklarına ve hayata hazırlar. Dershane ise, bilgi eksiklerini tamamlar, sınavlara hazırlar.
*Okul uzun vadede, dershane kısa sürede başarıyı hedefler.
*Okul bilgiyi bütün yönleri ve boyutlarıyla, bir sistem bütünlüğü içinde öğretmeye çalışır. Dershane ise bilginin sınavlarda gerekli olan kadarını yoğunlaştırılmış olarak öğretir. Benzetmek gerekirse, okul yemeği bütün garnitürleriyle sunar, dershane aynı yemeği hap olarak, komprime sunar.
*Okulda öğrencileri mümkün olduğu kadar eşit seviyede bilgi sahibi yapma amacı vardır, kitlesel başarıyı hedef alır. Dershane ise hem bireysel, hem kitlesel başarıyı hedef alır, öğrencinin başarısını en üst düzeye çekmek için özel çaba harcar, rekabet ve mutlak başarı söz konusudur.
*Okul, hem eğitim, hem de öğretim kurumudur. Dershanede daha çok öğretim yapılır. Her ne kadar dershanede de kurallara uymayan öğrencilerin davranışları düzeltilmeye çalışılırsa da, yaptırım gücü fazla olmadığı için, daha serbest bir disiplin anlayışı hâkimdir
*Okulun öğrenciden ekonomik bir beklentisi yoktur. Dershane ise öğrencisine verdiği öğretimin karşılığında maddi bir kazanç da bekler. Yalnız burada şu hususu belirtmek gerekir. Zengin aileler genellikle özel öğretmen tutarak çocuklarını sınavlara hazırlar. Dershanelere ise daha çok orta ve alt gelir gruplarının(işçi, memur, emekli, serbest meslek, küçük esnaf vb.) çocukları gider. Çoğu tam ücretin altında indirimli ve çok taksitli bir ödeme planına göre ücret öder. Dershaneler yasal okutması gerekenin çok üstünde oranlarda burslu öğrenci okutur. Böylece yoksul ailelerin çocuklarını da sınava hazırlayarak sosyal adalete katkıda bulunur.
*Dershanelerin ülke ekonomisine de önemli katkıları vardır. Şöyle ki; devlete başta gelir vergisi olmak üzere birçok alanda vergi öder, onbinlerce öğretmene, bir o kadar personele iş ve istihdam imkânı sağlar, eğitim donanımı ile araç ve gereci, basın ve yayın, organizasyon, kırtasiye, inşaat ve hırdavat malzemeleri ve hizmeti üreten birçok sektöre önemli katkılarda bulunur.
* Okul resmi bir eğitim ve öğretim kurumudur, dershane ise bir özel öğretim kurumudur.
Görüldüğü gibi, okul ve dershane, ikisi de farklı işlevlere sahip, eğitim sistemimizin vazgeçilmez kurumlarıdır. Dershaneleri günah keçisi haline getirmek hem bir haksızlık, hem de insafsızlıktır. Dershaneler, okulların ve öğretmenlerin verdikleri öğretimin başarısız olmasından doğmamıştır, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Böyle bir ihtiyaç olmasaydı, Doğuda ve Güneydoğuda Valilikler, Belediyeler, Askeri Birlikler, STK’lar ve Okullar dershaneler açıp öğrencileri sınavlara hazırlama çabasına girerler miydi? Hatta Sayın Bakan Yatılı Bölge okullarındaki 30 bin öğrenci için e-etüt projesi adı altında dershanecilik yapmaya hazırlanır mıydı?
Özel ve yaygın eğitimin tarihi, resmi ve örgün eğitimin tarihinden çok eskidir. Okullar kurulduktan sonra da özel öğretim varlığını sürdürmüştür. Özel öğretim; özel okullar, dershaneler, kurslar, etüt merkezleri, eğitim merkezleri ve özel öğretmen gibi kurum, kuruluş ve kişilerle işlevini sürdürmüştür. Bu kurumlar içinde dershaneler, insanlara öğretim alanında hizmet sunan bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. İnsanlar, ya öğretiminde bir eksiklik görürse bunu tamamlamak, ya da sınav sonuçlarına göre bir yere yerleşmek durumunda kalırsa, hazırlanmak için dershaneye giderler. Demek ki, dershanelerin takviye ve sınava hazırlama gibi iki yönlü bir fonksiyonu var.
Toplumumuzda dershanelerin okulların önüne geçtiği gibi yanlış bir algı var. Halbuki okul öğretiminin önüne geçen dershaneler değil, liselere ve üniversitelere giriş sınavlarıdır. Öğrencide ve velide, sınavları kazanmak ve kazandırmak birinci hedef olursa, sınava hazırlayan kurum, üst öğretim programlarına öğrenci hazırlayan kurumun önüne geçer. Öğrenci, atalarının “Kervan gide gide düzelir” sözünü esas alarak, okulda eksik kalan bilgilerini sınavı kazandıktan sonra tamamlamayı düşünür. Halbuki bu yanlış bir mantıktır, ama öğrenci o anda bunu düşünemez, sadece sınav yangınından başarıyla kurtulmayı düşünür. Bir de şunu düşünelim. Son yapılan ve 1.8 milyon gencimizin girdiği 2012 YGS sonuçlarında; 50 bin 805 öğrencinin sıfır çektiğini, Türkçede 31 bin 249, Sosyal Bilimlerde 253 bin 918, Matematikte 870 bin 80 ve Fen Bilimlerinde 1 milyon 260 bin öğrencinin ortalama dört sorunun altında kaldığını göz önüne alırsak okul yönetimlerinin, öğretmenlerin ve daha çok Milli Eğitim Bakanlığının kara kara düşünmeleri ve bu soruna köklü çözümler üretmeleri gerekir. Bir de bu gerilemenin her yıl devam ettiğini düşünürsek, dershanelere kızmanın ve onları para tuzağı görmenin ve günah keçisi haline getirmenin hiç bir haklılığı yoktur.
O zaman geldik meselenin can alıcı noktasına. Liselere ve üniversitelere giriş sınavları kalkar mı? Kalkmaz… Niçin?
*Yeterli fiziki kapasite yoksa, okullarda gerekli birimler(kütüphane, laboratuar, atölye, konferans ve spor salonları, kantin vb.) bulunmuyorsa, araç-gereç, eğitim teknolojisi eksikliği varsa,
*Birleştirilmiş sınıflar, taşımalı eğitim, 50-60-70 kişilik kalabalık sınıflarda eğitim yapılıyorsa,
*Öğretmensiz veya ders ücretli, geçici kadrolu, görevlendirme öğretmenlerle eğitim yapılıyorsa,
*Bazı okullara seçilmiş öğretmenler atanırken, çoğunluğuna atama yapılırken bu özen gösterilmiyorsa,
*Öğretmenler Eğitim, Edebiyat ve Fen Fakültelerinde yeterli pedagojik formasyonu kazanamıyor ve bunu eğitime yansıtamıyorsa,
*Okullar ve öğretmenler arasında ölçme ve değerlendirme konusunda belli bir standart yoksa,
*Öğretmene kendini sürekli geliştirme imkanı ve desteği verilmiyor, öğretmen mesleğe başladığı bilgi ile kalıyor ve dolayısıyla geriliyorsa,
* Öğretmenin sosyal ve mali statüsü yükseltilmiyor, meslek kıdemi 0-30 yıl aralığında 1500-2000 lira maaş ve halen net 7.5 lira ders ücreti ödeniyorsa, 1300-1500 lira arasında emekli maaşı veriliyorsa,
*Kısacası, okul, derslik, donanım, öğretmen, eğitim ve ölçme-değerlendirmede belli standartlar yoksa sınavlar kalkmaz. Bir de her yıl en az 2000 okul birincisinin üniversiteye giremediğini göz önüne alırsak, ne dershaneler, ne de sınavlar kalkar. 1990-2000 yılları arasında uygulanan ve diploma notu 4.00’ın üzerinde olan öğrencilerin alındığı süper liseler bunun için iflas etti, çünkü ölçme-değerlendirmenin objektif yapılmadığı ve arada büyük bir uçurum bulunduğu ortaya çıktı.
Bu söylediklerimiz sadece ilköğretim ve ortaöğretim kurumları için geçerli değildir, üniversiteler için de geçerlidir. Bundan birkaç yıl önce bir konuşma yapmak üzere ülkemizin batı bölgelerinde yer alan bir il üniversitesinin gelişmiş bir ilçesindeki Eğitim Fakültesi’ne davet edilmiştim. Belediyenin Konferans Salonu’nda konuşmamızı yaptıktan sonra Fakülteyi ziyaret ettim. Bir okul binası Eğitim Fakülte olarak tahsis edilmiş, ama ne konferans ve spor salonları, ne de amaca uygun laboratuarları, kütüphanesi ve kantini var. Daha da önemlisi, Dekan olan bir Profesör ve iki Yardımcı Doçent dışında akademik personel yok, derslerin çoğuna lise öğretmenleri giriyor. Dikkatinizi çekerim, bu fakülte, öğretmen yetiştiriyor. İşte bunun için bazı Yüksek Okul ve Fakültelere “Yüksek Lise” diyorlar.
Burada şunu da belirtmek gerekir. Sınava giren öğrencilerin yarısı yeni mezunlarsa, yarısı da halen üniversitede okuyan veya mezun olanlardır. Örgün üniversite öğretiminde 200 bin, yaygın üniversite öğretiminde 400 bin kontenjanın bulunduğunu düşünürsek, en az 500 bin öğrenci açıkta kalmaktadır. Eğer sınava giren öğrenci sayısı kadar kontenjan oluşturulduğunu düşünsek bile, bütün üniversitelerimiz aynı eğitim düzeyine gelmediği sürece sınavlar kalkmaz. Zaten Sayın Bakan da, merkezi sınavları yılda dörde kadar çıkartacaklarını, dershaneleri kapatmayacaklarını, fakat onlara ihtiyaç kalmayacağını belirtmiştir. Sınavlar kalkmıyor, tam aksine artıyorsa, dershaneler kapanmaz. Ayrıca çağdaş ve demokratik ülkelerde, eğitim hakkının kişi hak ve özgürlükleri içinde yer almasından dolayı da dershaneleri kapatamazsınız. Siz zorla kapatırsınız ama, imkânı olanlar özel öğretmenlerle, olmayanlar merdiven altı tabir edilen gayrimeşru dershanelerle takviye ve yetiştirilme ihtiyaçlarını karşılarlar. O zaman da hem insanınızı kanunsuz iş yapmaya zorlamış ve hem de devleti çok büyük zarara sokmuş olursunuz.
Anlaşılan bu sözler, birilerine öfke halinde söylenmiş ve arka planında başka nedenleri bulunan sözler. Geçenlerde Sayın Bakana “4+4+4 sisteminde lise öğretimini zorunlu eğitim kapsamına aldınız. Sisteme yeni girecek öğrenciler için fiziki kapasite yeterli mi?” diye sorduklarında, “Fiziki kapasite açığını kiralık okullar ve dershanelerle kapatacağız” diye cevap verdi. Ardından da dershanelere sordular: “Dershaneniz okul yapmaya müsait mi?”. Bakan haklı, dershanelerin sırası masası, tahtası, projeksiyonu, hatta öğretmeni bile hazır. Çoğunun bahçesi yok, ama değiştirirsin Standartlar Yönergesi’ni olur biter. Yaparsın dershaneyi okul, kapatırsın fiziki açığı.
Olay bundan ibarettir. Sizin anlayacağınız, ne sınavlar kalkar, ne de dershaneler kapanır.