Mezardan Gelen Telefon Sesi

135

 

Kuzey Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniversitesi Akademi Kıbrıs Platformu Genel Koordinatörü Adem Koç’un konuğu olarak geçtiğimiz hafta Lefkoşa’ya bir heyet olarak gittik.

Adem Koç ve Ahmet Yorulmaz Bey karşıladılar bizi Ercan Havaalanında. Her ikisi de Horasan Alperenlerinin KKTC hadimleri gibi. Arabalara bindik. İlk durağımız merhum Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın mezarı oldu. Önce Şehitler Anıtın’da dua ettik, sonra Rauf Denktaş’ın kabrine geçtik. Mütevazi ve etrafı kahverengi tahtalarla çevrilmiş bir mezar. Latince fatiha süresi yazılı ayak ucundaki taşta. İyi de olmuş. Herkes okuyor. KKTC’deki Kur’an Alfabesi eğitimi Rum yönetimiyle sekteye uğramış ve dolayısıyla sorun yaşanıyordu. Artık öyle olmayacak. Denktaş’ın baş tarafındaki mezar taşında ise “Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş 1926-2012” yazıyor. Dualar okuduk. Bizden başka gelen insanlar da vardı. Özellikle hanımlar. Zaten etraf bir milli park gibi düzenleniyor. Rahmetli Denktaş vasiyet etmiş buraya defnedilmesini. 88 yaşında idi. Vefatından önce de hiç moralini kaybetmemiş. Motivasyon dozu yüksekmiş.

Rauf Denktaş ayrıca rahmetli Ergun Göze’nin teşvikleriyle hatıralarını da yazmış ve Boğaziçi Yayınları(İstanbul-Cağaloğlu) birkaç ciltlik bu anı kitabı neşretmişti. Okunması Kıbrıs Türkü’nün çektiği çile bakımından elzem olan bir çalışma Rauf Denktaş’ın hatıraları.

ÜNİVERSİTEDE ETKİNLİK

Denktaş’a mezarı başında dua etmemizin ardından Üniversitede önce RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun’un “Türkiye’de Görsel + İşitsel Medya Politikaları” konulu konuşmasını dinledik. Organizasyonu düzenleyen ise Akademi Kıbrıs Platformu. Flamaları, afişleri her tarafa asılmış. Fuayede bir Türk Süsleme Sanatları Sergisi var. Sağdaki anfide ise Tasavvuf Müziği Konseri. Biz tam karşıdaki anfiye giriyoruz fuayeden.

Akademi Kıbrıs 10 ayrı dalda 10 ayrı sertifika verecek etkinlikler düzenlemiş. YÖK Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay Yüksek Öğrenimi, Prof. Dr. Hayati İnanç Deneyim Paylaşımı’nı, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Avrupa Birliği’ni, Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez Yeni Anayasa’yı, Prof. Dr. Atıf Bir Reklam Stratejileri’ni, Prof. Dr. Safa Saygılı Çocuk Psikolojisini, Nazlı Ilıcak Gündeme Dair konuşmuş. Prof. Dr. Davut Dursun’unki de bu bağlamda bir etkinlik.

AKADEMİ KIBRIS

Adını adaya su getiren, vakıflar kuran Osmanlı’nın Kıbrıs Valisi Bekir Paşa’dan alan Girne Erkek Öğrenci Yurdu’nun bağlı olduğu Akademi Kıbrıs Gelişim Platformu’na (akademikibris.com) gelince, genel koordinatör Trabzonlu Adem Koç bizi şöyle bilgilendirdi;” 60 üniversite öğrencimiz kalıyor. Bülent Arınç, Hasan Celal Güzel, İlber Ortaylı, İskender Pala, Ayşe Böhürler, Prof. Dr. Yasin Aktay, Mustafa Karaalioğlu gibi alanında uzman aydınlarımızı konuk ettik. Platformumuz üç yıl içinde 750 öğrenciyi mezun ederek sertifika vermiştir. Çeşitli kurslarımız devam ediyor. Rahmetli Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın adını Lefkoşa Belediyesi ile bir protokol imzalayarak bir bulvara verdirdik, KKTC Yüksek İş Konseyi toplantısı organize ettik, ortadoğu ve balkan ülkelerine seyahatler düzenledik, Van depremzedeleri için yardım kampanyasıyla katkı verdik.”

Yurtta kalan öğrenciler Türkiye’nin muhtelif illerindeki okullardan mezun çocuklarımız. Genelde başarılılar ve değişik sektörlerde eğitim görüyorlar. Mezun olanların bir kısmı Kıbrıs’a yerleşirken, bir kısmı ise memleketine dönüyor. Hemen hemen hepsi de İngiltere’deki gibi trafiğin soldan olmasına karşılık çok iyi araba kullanıyorlar. Özel arabasını olan da yok değil.

LEFKOŞA’YA HAVADAN VE VİP’TEN BAKIŞ

Bugün KKTC’de beş televizyon yayını yapılıyor; Gençlik, Tempo, Sim(CFP), As TV ve ART. Yazılı medyaya gelince en başta Mücahid ve duayen Rahmetli Fazıl Küçük’ün Halkın Sesi tabii. Sonra Demokrat Bakış, Güneş, Haber, Havadis, Kıbrıs, Star Kıbrıs, Vatan ve Yeni Düzen.

Biraz başa döneceğim.. Lefkoşa Ercan Havaalanına inerken uçaktan bakılınca üzüldüm mü, sevindim mi bilmem ikilem içinde kaldım. Bardakta yarıya kadar dolmuşluğun hem dolu, hem boş yanları berrak görünüyordu. Kuzey Kıbrıs’ta yerleşim birimleri artıyor, fiziki alan rahatlamış, yollar intizamlı hale gelmiş, büyümüş, bulvarlar çiçek açmış, ama büyük bir alan yeşilden mahrum, adeta kıraç bir görünümdeydi. Hasat zamanı değil ki kaldırılmış olsun. Şaşırdım doğrusu.

Ercan Havaalanı’mızda dikkat çekecek kadar gerek teknik donanım ve gerekse fiziki mekan ve sosyal tesisler fark ediliyor. VİP’e girince bir süpriz vardı bizi bekleyen. Prof. Dr. Ayhan Songar hocamız rahmetlinin kerimeleri Neslihan Hanım içerde İstanbul uçağına davet bekliyordu. Ayaküstü de olsa sohbet ettik.

“-Siz neden Paris’te değilsiniz?” diye sordum hemen. Çünkü Viyana’ya gittiğimizde görüşememiştik, diplomat eşi Büyükelçi Ecvet Tezcan Türkiye düşmanı bir grup Avusturyalı politikacıya diplomatik bir fırça atınca Avusturya Hükumeti “istenmeyen adam ” ilan etmişti. Avusturyalı siyasiler zannetti ki “silik bir dış politika” TC için vazgeçilmez olacaktı. Artık öyle değil. Avrupa Birliği’ne girmek için taviz yok, çünkü alternatifler de bir hayli fazla. Ankara AB için gereken şartları oluşturuyor daha demokratik, daha özgürlükçü bir Türkiye için de gayret ediyor. AB ülkelerinden çoğunun da her bakımdan fevkindeyiz. Türkiye’nin bir 50 sene bekleyecek hali de artık. Ya herro ya merro noktasına gelindi.

PROF. DR. AYHAH SONGAR DENİNCE

Daha sonra Büyükelçi Ecvet Tezcan Türkiye Dışişleri Bakanlığınca onore edilerek Fransa’ya atandı. Ecvet Tezcan’ı bu dik duruşundan, milli gururumuzu okşayan tavrından, bir Türk diplomatının örnek davranışından dolayı Viyana’da kutlayacaktım. Olmadı, Lefkoşa’da eşi Neslihan Hanım’ı görünce tebrik ettim.

Karşılıklı olarak merhum hocamız psikiyatrist, insan sarrafı, gönül adamı, hayatı herşeyi ile bizlere sevdiren, motivasyon ustası, imdat çağrılarını hemen duyan, yardımseven Neslihan(Songar) Tezcan’ın babası Prof. Dr. Ayhan Songar’ı minnet ve şükran ile yadettik, ruhuna fatihalar gönderdik.  Validesi Reyhan Hanım da saygın bir insan, şefkatli bir anneydi herkes için.

Prof. Dr. Ayhan Songar ile Türkiye gazetesinde yıllarca birlikte köşe yazıları kaleme aldık. Belki de basında ilk olarak, öleceğini hatırlatan okuyucusuyla vedalaşan bir yazardı Ayhan Songar hocamız. Gün gibi hatırlıyorum hasta yatağından öyle bir veda etmişti ki okuyucularına adeta öleceğini hissetmiş, helallik istemişti. Vefatından iki aya kadar önce Ankara’dan gelerek İstanbul Çapa’da yattığı hastanede ziyaret etmiştim kendisini. Hiç de hasta yüzlü değildi. Ancak her nefis her canlı ölümü tadacağı için bu kutsi emre uyarak yeni bir hayata doğru hakka yürümüştü. Mekanı cennet olsun.

MEZARIN İÇİNDE CEP TELEFONU ÇALIYOR

Neslihan Tezcan Hanımı Kıbrıs’ta görünce ilk hatırladığım babası merhum Ayhan Songar’ın fotoğraf ve film arşivi oldu. İstanbul Ataköy’deki evde duruyormuş.

-Neslihan Hanım rahmetli hocamız o kadar çok fotoğraf çekti ki kamu arşivi kadar bir zenginliğe sahipti. Herkesin ve herşeyin fotoğraflarını çekerdi. Kendisi ile 1967 yılında Babıali’da Sabah Gazetesi için gittiğim röportajda kendisinin resimlerini çekerken, hocam benim resimlerini daha fazla çekti. Hem sorularıma cevap veriyordu, hem elindeki o gün için pahalı, modern ve teknik özellikleri fazla makinasının objektifini ayarlıyor, deklanşörüne basıyordu.

-Evet babamın hobisiydi fotoğrafçılık. Arşivi evde bodrumda duruyor. Aynı bıraktığı gibi muhafaza ediyoruz. Teknolojiye meraklıydı. Yakından takip ederdi.

-Gerçekten öyle. Daha lise’de okurken sanırım yıl 1963 falan. İstanbul Laleli’deki muayenehanesini aradım. Ayhan Hoca’nın sesine muhatap oldum. “Şu an yerimde maalesef yokum. Not bırakırsanız sizi arayacağım.” Şaşırdım kaldım. Hem “yokum” diyordu babanız, hem “not bırakın” diye de hatırlatıyordu. Sonradan farkettim ki telesekretermiş. Daha Türkiye’ye belki de girmemişti. Babanız bunu keşfetmiş ve Türkiye’ye getirmişti.

-Vefat ettiğinde bile teknoloji yanındaydı. Zincirlikuyu’daki ebedi istirahatgahına defnedilecekti. O gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız olan Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da gelmişti. Birkaç aile dostumuzla birlikte mezara indiler. Babamı defnettiler. Üzerine toprak atıldı. Ancak o sırada mezardan bir telefon sesi gelmeye başladı.

-Bak bunu bilmiyordum.. Temmuzun ilk haftası olsa gerek. 1997 yılıydı yanılmıyorsam.

-Doğru 2 Temmuz günüydü. Sonra mezarı yeniden açıldı. Meğer Recep Tayyip Erdoğan farkında olmadan cep telefonunu mezara düşürmüş, babam ile birlikte defnedilmiş telefon!. Rahmetli yeni teknolojiyi sürekli takip ederdi. Vefat ederken bile bunun örneğini verdi.

-Ya farkedilmeseydi, daha sonra çalsaydı telefon siz o zaman seyreyleseydiniz gümbürtüyü “Bu mezardan telefon sesi geliyor. Acaba rahmetli kiminle konuşuyor, kim arıyordu bu merhumu ” diye menkibeler anlatılacaktı.

HEYBELİADA’DA ŞAİR VE CUMHURBAŞKANI OLACAK ÖĞRENCİLER

Neslihan Tezcan Hanım’ı yolcu etmeden ve İstanbul’a uğurlamadan bir sorumun cevabını daha aldım. Çünkü Prof. Dr. Ayhan Songar elindeki fotoğraf makinasıyla bir devrin belgelerinin ve insanlarının nereyse çoğunun fotoğrafını çekmişti. O devre ait kimin resmini, hangi toplantıyı, hangi bölgeyi isterseniz objektifine yansıtmıştı. Neslihan Ecvet’i arayıp bu resimlerin tasnifini yapacağız ve kaybolmasına mani olacağız. İstifadeye açılması da ne güzel olur.

Prof. Dr. Ayhan Songar fikir suçları yüzünden mahkum olmuşların da imdadına Hazreti Hızır gibi yetişirdi. Hemen aklıma gelen iki örneği Necip Fazıl Kısakürek ve Tarihçi Kadir Mısıroğlu. Necip Fazıl Kısakürek  “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Vahdettin” dediği eserinden mahkum olmuştu. Sınıf arkadaşı olan Fahri Sabit Korutürk de o yıllarda Cumhurbaşkanı idi. Hatta Necip Fazıl, Oramiral Fahri Korutürk Çankaya yolcusu olurken  ikinci ismi olan “Sabit”i Necip Fazıl’dan öğrenmiştik. Çünkü Heybeliada Deniz Lisesi’nden “Sınıf Arkadaşım Fahri Sabit” diye Büyükdoğu’da bir yazı kaleme almıştı.  Hepimiz Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yetkisi olan bir af ile fikir suçu mahkumiyetini bağışlar diye düşünmüştük. Çünkü Çetin Altan’a bu yetkisini kullanmıştı. Ancak öyle olmadı, Necip Fazıl da böyle bir talepte bulunmadı. Bizim girişimde bulunmamızı da öfkeyle reddetti. Fakat hapisede o yaşta girmek istemiyordu. İmdada Prof. Dr. Ayhan Songar girdi ve hastaneye yatırdı üstadı.

NECİP FAZIL’IN AYAKLARI YARA BERE İÇİNDE

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın da bu konuda anlattığı bir başka anekdot da şöyle; “Prof. Dr. Ayhan Songar ve Prof. Dr. Süleyman Yalçın iki ağabeyimiz bir gün baktım Necip Fazıl’ın hastanedeki birlikte odasına girdiler. Merak ettim. Sonra öğrendim ki Üstadın ayağındaki yaraları iki hekim olarak tedavi ediyorlarmış. Necip Fazıl’ın her iki ayağı da yara bere içindeymiş. Yaralar her iki ayağı da sarmış. Tedavi de olumlu sonuç vermişti.”

Epeyi hatıra aktardık rahmetli Hocamız Prof. Dr. Ayhan Songar hakkında, sonra dua ettik, ardından da kızı Neslihan Hanım’ı İstanbul’a uğurladık. Heyetimiz ise programa iştirak etmek üzere Yakın Doğu Üniversitesi’ne geçti, Akademi Kıbrıs’ın etkinliğine katıldı.