Ülkene Sahip Değilsen!

84

Türkiye’de çok hızla gelişen olaylar yine aynı hızla Türk halkına izah ediliyor ve yaşam kaldığı yerden akıp gidiyor. Tıpkı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, İlker Başbuğ’un tutuklanması üzerine Demirelvari bir şekilde söylediği “Mahkeme kararı olmadan kimse suçlu ilan edilemez. Herkes hukuk karşısında eşittir. Soğukkanlı yaklaşılmalı” ve sonrası gibi.

Bir millet düşünün ki; ülkesinde siyasal anlamda iktidar değil. Siyaseten iktidar olmayınca; bürokrasi, yargı ile sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda da iktidar olmanın imkanı yok.

Memleketimizin içinde ve dışında meydana gelen olaylara “Türk’e göre” bakmak gerekirken, Türk’e; Türk olmayan ve “Türk’e göre” olaylara bakmayanlar tarafından bilgi veriliyor. Ve garipleştirilmiş Türk; bu nedenle aval aval etrafı seyretmeye devam ediyor. Bu sebeple emekli genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un silahlı örgüt kurmak ve hükümeti devirmeye teşebbüs etmek suçundan tutuklandıktan sonra söylediği “Takdir Yüce Türk Milletinindir” sözünün kanaatimce taşıdığı hiçbir ağırlık yoktur. Eğer ortada gelişmeleri takdir edecek bir millet varlığı olsaydı, durum hiç böyle cereyan eder miydi?

Bir ülkenin % 86’sı Türkoğlu Türk olsun, kalan % 14’ün yarısı yani yüzlük dilimin % 7’si de kendini Türk milletinin bir parçası olarak görsün ama kendi toprağında siyaseti, bürokrasisi, sanat ve kültürü, yargısı, ekonomisi ile iktidar olamasın;  ne acı değil mi? Günümüzün siyasal iktidarının milletimizin adını “Türk” olarak anmaması bunun en büyük delilidir.

Memleketin sözde sahibi olan ancak fiiliyatta paryası haline gelmiş Türk evladının, elinde kalan hukuki hükümranlığına da “Yeni Anayasa” denilen ucubede son vereceklerdir. Yazılı metinde, karşısına memleketin ortağı olarak bir güruhu çıkartacaklar ve Türk’ün sessiz kalışı veya örtülü ya da açık desteği ile gayri Türkler memleketin sahibi haline hukukende gelecektir. Zilliyet hukukiyet kazanacaktır. Ve tapu kaydı mutlaka gayri Türkler lehine değiştirilmelidir.

Siyaseten iktidar olmayı beceremeyen Türkler; bunun doğal sonucu olarak bilim dünyası ve medya başta olmak üzere hemen hemen her sahada gücünü yitirmiştir.

Medya işgali kademeli olarak yıllar öncesinden tamamlandığı için başta bölücülük olmak üzere her konuda görüş belirten gayri Türklerle doludur. İşin garibi de bu tipler çoğu zaman kendilerini Türk yerine koyup görüşlerini açıklamaktadır. Bölücülerin, küreselcilerin, İslamcıların ve de cemaatçilerin pervasızca ağız birliğini açık ettikleri günleri hep birlikte yaşıyoruz. Örneğin malum cemaatin seçkin temsilcileri Hüseyin Gülerce, Ali Bulaç ve Faruk Mercan’ın televizyon ekranlarında kürtçenin ana dil olarak kabulü ve öğretilmesi konusundaki istekleri gibi…

Sanat dünyası ise Türk’e söverek prim yapanlarla doludur. Kabiliyetli Türk çocuklarının önü malum mihraklar tarafından kesilerek toplumun karşısına çıkmaları, şöhret ya da popüler olmaları engellenmektedir. Aksine televizyon programlarındaki basit sorular ve sonradan yapılan montajlarla, Türk milletinin sözde aptallığı ve cehaleti vurgulanmakta ve Türklere bu önemli coğrafyanın yönetiminin bırakılmayacağı medya sopası ile anlatılmaktadır.

Üniversiteler ise tam bir işgal altındadır. Ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunlarla ilgili olarak bilim adamlarının sesi hiç çıkmamaktadır. Türk aydını olmayı başaramamış sözde aydınlar ise menfaat pususuna yatmış durumdadır.

İş dünyası ise “paranın dini, imanı, milliyeti” olmaz prensibi ile hareket ederek daima kazananın ve kazanmanın yanındadır. Yani hep “kazan kazan” cıdırlar.

Devletin ekseninin kayması; siyaseten gayri Türk unsurların iktidarda olması ve bu nedenle asimilasyona yatkın olan Türk milletini de güçlüden yana devrilmeye itmektedir. Bu sebeple aslını inkar eden insan müsveddeleri ortalıkta cirit atmaktadır. Hatta iş Selahaddin Eyyübi’nin kürtleştirilmesine kadar varmıştır. Aslında bunlara en iyi cevabı 1778’de ölmüş olan ünlü Fransız yazar Voltaire vermiştir: “Türklerin sırtına yüklediğimiz iftiralarla koskoca bir kitap olur”. Peki ondan sonra geçen 330 küsur yılda Türk’e karşı yapılanlarla ne olur? Bu soruya verilecek cevap, insanı tebessüm ettiriyor.

Komünistler tarafından toplumların uyutulması için bir afyon vazifesi gördüğü iddia edilen din;  bu gün gerçekten kapitalist ve emperyalist amaçları bünyesinde toplamış olan küreselciler tarafından, Türk milletine karşı bir “uyutma” aracı olarak kullanılmaktadır.

Bayrak şairi Arif Nihat Asya’ya sormuşlar “Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle kolayca sokulur bir cam yapmışlar, duydunuz mu?” diye, üstad cevap vermiş “Desenize, camı da kendimize benzettik.”

Eğer iktidar değilseniz sizi de aynen bugün olduğu gibi eğerler, bükerler, katlarlar ve istenilen şekle kolayca sokarlar.

Onun için; Türk ordusu ile ilgili gelişmelere, meşhur davalara, bölücülüğe, üniversitelere, gazete ve televizyonlara, ekonomik gelişmelere, eğitim ve öğretim hayatımıza; mensup olduğumuz Türk Milletinin penceresinden bakmak zorundayız. Eğer böyle yaparsak olayların bizle ilgili olan kısımlarındaki gerçekliği yakalayabiliriz.

Gerçekliği yakalayınca da, Türk Milletinin hayatiyetini sağlayabilmek için iktidar olmak gerekliliği sonucuna varırız. Şimdi Türklerin bu konuda karar verme zamanıdır. Daha fazla geç olmadan, Türk Milleti siyaseten iktidar olmalıdır. Bunu düşünmeyen, planlamayan ve bu yolda çalışmayan, feragat ve fedakarlık göstermeyen, “ben” odaklı davranan herkes, kim olursa olsun yanlış yapıyor demektir. Özellikle Türk Milletinin umudu olacak siyaset anlayışını yönetenler hiç yanlış yapmamak zorundadır. Bu nedenle günümüz mazeret üretme zamanı değil, Türk Milleti adına gerçeklerle yüzleşme ve gereğini yapma zamanıdır. Çünkü tarih yanlış yapanları hiçbir zaman affetmeyecektir.