Deprem

105

Yeryüzü, sıkışmış gazını dışarı atarak nefes alır. Bu, hayatın devam etmesi için gereklidir. Mitik anlatımda depremin bir canlıya benzetilmesinin nedeni budur. Fakat eşya ile bağını doğru kuramamış, bu noktada bilgisini ve iradesini gereği gibi kullanmamış, yapılması gerekeni ihmal etmiş insan acı çeker. Fay hatları üzerine kurulan binalar, hatta belediye kararlarıyla fay hatlarının yerini değiştiren icraatlara tanıklık olduk. Deprem kuşağı üzerinde olan ülkemiz hem geleneksel yapı tarzını ortadan kaldırarak hem de bilginin ve tecrübenin gereğini ihmal ederek, daha doğrusu eşya olan ilişkisini yanlış kurarak ağır bedel ödemektedir. Bu meselenin bir boyutu olup, ibret almamızı gerektiren bir konudur. Çıkarmamız gereken sonuç ise şudur: Tabiat ile olan ilişkimizi bilginin, hakkın ve hukukun ölçülerine uygun olarak kurmamız kendimize ve hayatımıza verdiğimiz değerin göstergesidir.

Deprem, insanla tabiat arasındaki ilişkinin en kırılgan ve insanı sarsan boyutudur. Deprem, insanın aklını bulandırır. Acizliğini ve kimsesizliğini ifşa eder. İnsanın hayata tutunma bağlarının ne kadar zayıf ve cılız olduğunu gösterir. Acizliğini ve muhtaçlığını çok derinden hissettiği böyle bir ortamda insan, bir elin uzanmasını bekler. Güzel bir söz duymak ister. Hayatın söze sığmayan ve hiçbir ölçüye girmeyen anları vardır. Sözün düştüğü, hesabın altüst olduğu bu anlar ıstırabın yoğunlaştığı sıcak bir yaşa dönüşür. Gözünden akarsa gözyaşı olur. İçine akarsa kan olur. O sıcaklığı yüreğinin derinliklerinde hissedersin. ‘Istırabın ateşinde pişmek’ dedikleri şey belki de budur.

Bir olayı ve olguyu yorumlama konusunda ileri sürülen görüşlerden birisi şöyledir: Bir olayı ve hayat tarzını anlamanın en sağlam yolu, bizzat o olayı yaşamak ve hayat tarzına katılmaktır. Diş ağrısının ne anlama geldiğini, bizzat o acıyı çeken bilir. Bu anlayışa göre bir olayı ve hayat biçimini yaşamak, anlamaktır. Ben depremi çok acı bir şekilde yaşadım. 13 Mart 1992’de yaşanan Erzincan depreminde askerdim. Nöbete gittiğimiz bir akşam üstü yer raks etmeye, gök el çırpmaya başladı. Derinlerden korkunç bir uğultu geliyordu. Ağaçlar kökünden fırladı. Elektrik direkleri bakır teli gibi büküldü. Midemiz burnumuzdan döküldü… Askeri binalar sadece çatlamıştı. Fakat şehir altüst olmuştu.

Deprem insanlığı sınava tabi tutan bir olaydır. Can pazarıdır. Yakınlarını, malını ve mülkünü kaybeden insanların feryadı, insanın kulağında ağıtlaşır. Derinlerden gelen sesleri duyarsın, yüreğin ulaşır ama elinden hiçbir şey gelmez. O sese karşı çaresiz olmak kadar ağır hiçbir şey yoktur. Bazen o ağır ortamda birbirine kavuşan insanların sevincini görürsün; sanki yaşadığın zemheri, bahar olur. Hele, bu olayda küçük bir katkın olmuşsa dünya senin olur. Sanki dünyaya yeniden gelmişsin gibi. Öbür tarafta insanı insanlığına küstüren manzaralar görürsün. Acının ve feryadın yaşandığı ortamda insanların malını talan etme derdinde olan insanlar görürsün. İhtirasın esirlerine bakar insanlığından utanırsın.

Deprem, insanlığı sınava tabi tutan bir olaydır. Merkezi Van / Erciş olmak üzere Doğu bölgesini kuşatan bu olayın bir ucundan tutup, yardım elimizi uzatmanın ve insanlığımızı göstermenin tam zamanıdır. Bu kardeşlerimize elimizi uzatalım, eğer elimizi uzatamıyorsak dilimizle gönül alalım. İyinin ve doğrunun yapılmasını teşvik edelim. Çünkü insanın acizliğini ve ne kadar muhtaç olduğunu anlatan deprem, en fazla yalnız ve kimsesiz kalanları vurur. İnsan kendini, boşluğa atılmış gibi görür. Bizzat yaşadığım Erzincan depreminde ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar her ilden, asker yakınlarını ziyarete gelenler oldu. Bazılarının hiç kimsesi yoktu… Yalnızlığın ve kimsesizliğin insan benliği üzerinde bıraktığı iz o kadar derindir ki her acılı ve güzel gününde yalnız ve kimsesiz kalacağını düşünür, artık hiçbir derdini kimseyle paylaşamazsın. Ne cenazenin ne bayramın bir anlamı kalır. Onları çoktan tüketmiş olursun.

Evet, deprem bölgesinde hiç kimse yalnız ve çaresiz kalmasın. Sivil toplum kuruluşlarının, siyasilerin ve askerlerin hassasiyeti sevindiricidir. Her türlü tedbirin anında alınması ve sıcak bir ortamın oluşturulması, yaraların sarılması Türk Milleti’nin şanına yakışan bir davranıştır. Erzincan depreminde gönüllü olarak yardıma koşan askerlerin ardından komutan şöyle seslenmişti: Bu milleti, işte bunun için çok seviyorum. Farkındalığı yüksek, dayanışma ve yardımlaşma ruhunu kimliğinin bir parçası yapmış olan bu millet bu sınavdan başarıyla çıkacaktır. İnanıyorum ki bir bahar rüzgarı gibi hayata nefes veren eller yaraları saracaktır. Bütün milletimize, bölge halkımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.