Kırım
Kırım Türkleri, bugün bir bölümünün yaşamakta oldukları topraklara on ikinci yüzyılda gelmeye başladılar. On üçüncü yüzyılın ilk yarısı tamamlanmadan Kırım coğrafyası, Türk Yurdu hâline gelmişti. 1441 yılında Hacı Giray; adına hutbe okutmak ve para bastırmakla, Kırım Hanlığı’nın târih sahnesindeki yerini almasını sağladı. Kırım Hanlığı 315 yıl hüküm sürdü.
Kırım Türklerinin kötü kaderinde ilk felâket ağlarının örülmesi, 16 Ocak 1547 târihinde, sonradan ‘korkunç’ lâkabı ile anılan Rus Prensi Dördüncü İvan’ın, kendisini ‘çar’ ilân ederek taç giymesi ile başladı. Genç çar; Rusya’nın büyümesi için, topraklarının güneyindeki Karadeniz’den sıcak denizlere açılması gerektiğine inanıyordu. Bu maksatla 1552 yılında Kazan Hanlığı’nı işgal ve ilhak etti. 1556 yılında Astrahan Hanlığı, Rus entrikalarıyla düzenlenen iç karışıklıklar sonucunda Moskova’ya iltihak kararı aldı. Sıra Kırım’a gelmişti ki Korkunç İvan, 18 Mart 1584 târihinde öldü.
O’nun ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra, 1682 yılında çarlık tahtına oturan; Rusların ‘büyük’, diğer milletlerin ise ‘deli’ lâkabı ile andıkları Birinci Petro, Dördüncü İvan’ın projelerini uygulamaya koydu. 1714 yılında, Rusya’nın târihte kazandığı ilk deniz zaferi ile Baltık Denizi’nin doğu kıyılarını ülkesi sınırları içerisine aldı. Yeterli güce sâhip olmadığını düşünerek Osmanlı Devleti himâyesindeki Kırım Hanlığı’nı aşıp Karadeniz’e ulaşmak için teşebbüste bile bulunamadı.
Proje, Kırım’ın Moskova’dan yönlendirilen iç çekişmelerle zayıflatılmasından sonra, Osmanlı Devleti’nin kendi problemleri ile meşgul olduğu bir dönemde, Çariçe İkinci Katerina döneminde gerçekleştirildi. Çariçe’nin sevgilisi General Potemkin komutasındaki Rus orduları, Kırım’a girdi ve bir daha çıkmadı. 8 Nisan 1783 târihinde Kırım’ın, Rus Çarlığı’nın bir vilâyeti olduğu ilân edildi. Ruslar, kadın ve çocuk ayırımı yapmadan 30.000 Kırım Türkünü katlettiler. Sağ kalanlar, Ak Topraklar olarak adlandırdıkları Trakya’ya, Anadolu’ya ve o tarihlerde Osmanlı toprağı olan Dobruca’ya göç ettiler. 1783 – 1784 yıllarında yaklaşık 80.000 Türk, Vatan Kırım’ı terk etti.
18 Mart 1944 târihinde, toplu kıyım vahşetindeki sürgünle Kırım’da bir tek Türk bırakılmadı. Hepsi, hayvan ve yük taşımakta kullanılan tren vagonlarına çuval istif eder gibi doldurularak Türkistan’a gönderildi. Yola çıkarılanların yarısı, yerleşim bölgelerine ulaşamadan hayatını kaybetti. Topyekün sürgün olayı, hâfızalardan hiçbir şekilde silinmeyecek bir insanlık dramıdır.
Dönüş Çilesi ve Hayat Mücâdelesi
Kırk beş yıl süren mücâdeleli bir hayattan sonra sürgündeki Kırım Türkleri, önce gizli, sonra da resmen izin almış olarak Vatan Kırım’a dönmeye başladılar. Geri dönüş; sevinçli – ümitli ve fakat gidiş kadar zorlu oldu. Topyekün sürgünün 50. yıldönümünde, 1994 yılına gelindiğinde Kırım toprakları; ata yurduna dönebilme imkânı bulabilen 260.000 vatan âşıkı tarafından yeniden Türkleştiriliyor, yeniden Müslümanlaştırılıyordu.
Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilâtı (KTMHT), 25 Ağustos 1991 târihinde Bahçesaray’da gerçekleştirdiği Olağanüstü Genel Kongre’de, Kırım Tatar Millî Meclisi (KTMM)’ni oluşturmuş, Kırım Muhtar Cumhuriyeti Parlâmentosu’nda, 14 milletvekili ile temsil edilme hakkını elde etmişti.
Türkler Kırım’da kısa zamanda teşkilâtlandılar. Kırım Tatar Tiyatrosu, radyosu, televizyonu, Kızılay Cemiyeti, Hekimler Birliği, Subaylar Birliği, Gençler Birliği, Müftülük, Gaspıralı İsmail Kütüphânesi’ni bünyesinde barındıran Medeniyet Merkezi, Esnaf Birliği, Kaytarma Ansamblı unvanlı folklor ekibi… gibi organizasyonlar kısa zamanda hayata geçirildi.
Bütün bu işler kolay olmadı. Dönenlerin; işgal edilen ata topraklarına yerleşmesi, mahallî idârelerin; Kırım Türklerinin bin bir güçlükle inşa ettiği evlerinin yıkımı dâhil olmak üzere pek çok engellemelerine rağmen, kan ve can pahasına gerçekleştirildi. Bu problemlerin çözümünde KTMM çözüm bulmaya çalıştı. Kırım Türklerinin Kırım’da hissedilir şekilde güç olmaya başlaması, Kırım’daki Rus çoğunluğu tarafından endişe ile tâkip ediliyordu.
Kırım Türklerinin dönüş süreci tamamlanmadan Kırım’daki Rusların statülerinin garantiye alınması çalışmaları başlatıldı. Bu amaçla Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yeniden kurulmasını istediler. Böylece Kırım, Ukrayna Cumhuriyeti’nden kopartılmış olacaktı. Moskova’ya bağlı muhtar cumhuriyet statüsü içerisinde Ruslar daha etkili olabileceklerini düşünüyorlardı. Bu proje, Kırım Türkleri tarafından şiddetle reddedildi. Ukrayna parlâmentosu da bu yönde karar alınca, Türkler amaçlarına ulaştılar. Kırım, Rusya ile Ukrayna arasında sonraki yıllarda da anlaşmazlıkların ve pazarlıkların konusu oldu. Sivastopol şehrine özel bir statü verilerek anlaşmazlıklar, belirsiz bir süre için donduruldu.
Vahhabiler ve Kırım
1994 – 1997 yıllarında Misyonerler Kırım’a gruplar hâlinde geliyor, köy – köy, ev – ev dolaşarak sohbetlerle dost ve çevre kazanmaya çalışıyorlardı. Vahhabilerin faaliyetleri; câmi ve mescitlere kitap ve broşür bırakmanın ötesine geçmiyordu. Bu yayınlarda İslâm’ın temel bilgileri verilmekte ise de, ölçülü olarak Vahhabi öğretileri de yer alıyordu.
2000 yılından itibâren Vahhabiler çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Bir hayli de yol aldılar. Vahhablerin Kırım’daki faaliyetleri şöyle özetlenebilir: Beş ayrı şehirde câmi inşaatı başlattılar. Kasıtlı olarak bitirmiyorlar. ‘İslâm’ı, bizim akîdelerimize göre yaşayanların sayısı belli bir miktara ulaşınca, câmiyi ibâdete açarız.’ Mesajı veriliyor. Böylece câmi isteyen herkes, Vahhabi propagandasına âlet ediliyor. Bu mesaj, yer yer etkili oluyor.
Bir deniz kasasında hayatlarını kaybeden ve yakın arkadaş olan iki öğrenciden birinin ailesi, Vahhabi propagandalarından etkilenmişlerdi. Vahhabi geleneğinde cenâze töreni yapılmadığı için bu aile, ölen çocukları için Türk – İslâm geleneğinin gereği olan cenâze törenini yaptırmadı. Bu farklı uygulama sebebiyle komşu aileler tarafından dışlandı. Müslüman – Hıristiyan farkına önem vermeyen Kırım Türkleri arasında gruplaşmalar oluşturuldu. Bu gruplaşmalar zaman içerisinde çatışmalara dönüşme eğiliminde.
Kırım’da yönetime hâkim olan Ruslar ve Ukrainler de böyle bir gelişmeyi bekliyorlar. ‘Çeçenistan’a Vahhabiler hâkim oldu. Radikal İslam’ın yerleşip gelişmesine engel oluyoruz.’ Diyerek Hıristiyan batıyı arkasına alarak Müslüman Çeçenleri katleden Ruslar, aynı gerekçeyi kullanmak için Kırım’da şimdilik Vahhabilere göz yumuyorlar.
Kırım Türkleri tam 220 yıldır Rusya’nın yönetiminde yaşadı. Bu süre içerisinde Kızıl Komünist Moskoflar, Kırım Türklerine dinsizliği yeni bir din olarak kabul ettirmeye çalıştılar Köle gibi gördükleri Müslümanlara baskı yapıyor, dinlerini unutturmaya çalışıyorlardı. Bu sebeple Kırım’daki soydaşlarımız, samîmi birer Müslüman olmakla birlikte, dinlerini tam anlamı ile bilemiyorlar. Öğrenmek istediklerinde, sağlıklı kanalların yetersizliği sebebiyle Vahhabilik gibi, sağlıksız kanallar devreye giriyor.
Vahhabiler, etkileyemedikleri din adamlarının toplumdaki yerini sarsmak için Kırım Türklerine para yardımı yapıyorlar. İşsizliğin ve fakirliğin had safhada olduğu ortamlarda para, her kapıyı değilse bile pek çok kapıyı açıyor. Yine de Vahhabilerin en az sayıda açabildikleri kapılar Kırım’da. Kırım Türklerinin iftihar vesilesi olan bu direnişi, zaman içerisinde gevşeyebilir. Türkiye Diyânet İşleri Başkanlığı (DİB)’nın takviye olarak göndereceği elemanlarla bu olumsuz gelişmeler önlenebilir.
Evvelki yılın Kurban Bayramı’nda Vahhabiler, kendi adamları aracılığı ile Kırım Türkleri arasından seçtikleri 100 kişiyi ücretsiz olarak Hac fârizası için Mekke’ye gönderdiler. Seçim işleminde, KTMM ve Kırım Müftülüğü tamamen devre dışı bırakıldı. DİB’nın ve Türkiye Diyânet Vakfı’nın kaynak yetersizliği sebebiyle aktif olamayışı Vahhabilerin önde olmasına zemin hazırlıyor.
Vahhabiler, daha çok gençler üzerinde etkili oluyorlar. Kontrol altına almayı başardıkları gençler, anne ve babaları için: ‘Onlar, Rus aileleri gibi yaşıyorlar.’ Diyorlar. Aile bağları böylece gevşetilip kopartılıyor. Aile içi ve aileler arası problemler her geçen gün, biraz daha artıyor. Bunun en çarpıcı örneğini, Kırım Türklerinin seçkin ailelerinden birinde görüyoruz. Kırım Parlâmentosu’nda milletvekilliği ve başbakan yardımcılığı – bakanlık yapmış bir doktor, Vahhabilikle mücâdele ederken kardeşi, Vahhabilerle işbirliği içerisinde. Toplumun temeli olan aile kurumu dağılırsa, sonraki yıllarda toplumu dağılmaktan kurtarma imkânı kalmayabilir.
Kırım’ın bâzı bölgelerinde Vahhabilerin devam ettiği câmiler ayrılmış durumda. Özellikle cuma namazlarında, biri birilerinin câmilerine gitmiyorlar. Araplar ve bilhassa Vahhabiler arasında Türk düşmanlarının sayısı hayli fazladır. Onlar, bu yönleriyle daha çok Hıristiyanlara hizmet ediyorlar. Vahhabilik anlayışına aykırı olmasına rağmen Kırım’ın her tarafında haç motifinin ön plâna çıkarıldığı heykeller dikiliyor. Bu aykırılığa nedense karşı koymuyorlar.
Vahhabilerin ilgileri yalnızca Müslüman Türk toplumu ile sınırlı değil. İdâre ve polis üzerinde de etkililer. Kurdukları ilişki sâyesinde idâre ve polisle problemi olanlar, Vahhabi grubuna dâhil iseler himâye ediliyor. Denilebilir ki Vahhabiler, Müslümanlardan çok Ruslar üzerinde etkili oluyorlar, onlar aracılığı ile soydaşlarımızı baskı altında tutuyorlar. Diğer taraftan Vahhabiler, çalışmalarına engel olmak isteyen Türkleri sınır dışı ettirebilmek için Rusları kullanıyorlar. Bu cümleden olarak Aziz Mahmud Hüdâi Vakfı’nın Kırım’daki okulunu kapattılar. Bahçesaray’ın Büyüksüren (Ruslaştırılmış adı ile Tankova) köyünde bulunan Türk Koleji’nde görevli bir öğretmeni Kırım’dan sınır dışı ettirdiler. Okulu kapattırmak için bütün güçleriyle çalışıyorlar.
Vahhabiler, Rusça’ya tercüme edilip Kril harfleriyle basılmış Kur’an-ı Kerim’leri ücretsiz olarak dağıtıyorlar. Bu kitaplarda, tahrif edilmiş âyetler var. Kırım’da görevli Müslüman din adamları, gerçek Kur’an-ı Kerim tefsirlerini vermek imkânına sâhip olmadıkları gibi, Vahhabilerin ücretsiz dağıttığı kitaplardaki yanlışlıklara dikkat çekebilmek için bile kaynak yetersizliği sebebiyle her yere ulaşamıyorlar. Biraz destekle, biraz maddî imkân ile Kırım’da Vahhabilik akımının önüne aşılmaz setler çekilebilir. Aksi takdirde Kırım’da ne Türklük kalır, ne de Müslümanlık…
Kırım’da Kürtçülük – Bölücülük
Verilen abartılı rakamlara itibar edilmese bile 40 – 50 kişilik bir grup, Kırım’da Kürtçülük faaliyetini başlattı. Bunlar, Rusya’da işçi olarak çalışmakta iken Kırım’dan evlenmiş güneydoğulu vatandaşlarımız. Kırım’ın ortalarında Cankoy şehrinde kümelenmiş durumdalar. Ukrayna Hükümeti’ne başvurarak çocukları için Kürtçe dil kursları açılması isteğinde bulundular. Konu henüz kuluçkadaki yumurta görünümündedir. Zamanı geldiğinde neler çıkacağı merakla bekleniyor. Azerbaycan’daki gelişmeler hatırlanırsa, bir komplo teorisinden söz edilmediği anlaşılır.
Demokratik düzen içerisinde her yönetimin muhalifinin bulunmasından daha tabii bir durum olamaz. Ancak, Kırım’da KTMM’ni oluşturan ekibi ve değerli başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu yıpratmak amacıyla bayrak açanlar var. Muhalifler, hizmetine tâlip oldukları kişiler için gerçekleştirecekleri daha üstün hizmetleri anlatıp taraftar toplayacakları yerde, düşman gibi gördükleri rakiplerini karalamaya – sıfırlamaya çalışırlarsa, çıkacak sonuçtan yalnızca, Kırım Türklerinin düşmanları yararlanır. Kırım Türkleri ancak ve ancak, hizmet yarışının daha ılımlı bir zeminde yapılması ile kârlı çıkabilir.
Yapılacak Çok İş Var.
18 Mayıs 2009 târihinde, Kırım Türklerinin topyekün sürgüne gönderilişlerinin ve soykırıma uğramalarının 65. yıldönümü törenleri yapıldı. Bu târih aynı zamanda, vatana dönüşün yaklaşık 20. yılıdır. Geçen 20 yıl içerisinde, bir kısmı sonradan kaybedilmiş olsa bile, memnuniyet verici ölçüde haklar elde edildi. Kırım Türkleri, bu hakları yeterli görmüyorlar. Beklentileri var.
Her şeyden önce Kırım’ın Rusya – Ukrayna kıskacından kurtarılıp yeni bir statüye kavuşturulması gerekiyor. Bu statü hazırlanmadan önce, sürgünde bulunan ve sayılarının 250.000 civârında olduğu tahmin edilen Kırım Türklerinin de vatan Kırım’a dönmeleri temin edilmelidir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra kurulan Ukrayna Cumhuriyeti, Kırım Türklerinin sosyal, ekonomik ve kültürel şartlarının iyileştirilmesi konusunda taahhütte bulunmuştu. Bu taahhütler yerine getirilmediği gibi, Kırım Türkçe’sinin resmî dil olarak kabul edilmesi, devlet dâirelerinde çalışan Türklerin, dînî ve millî bayram günlerinde izinli sayılması… gibi kazanılmış haklar, resmen iptal edilmemiş olsa bile uygulamadan kaldırıldı. Bu konuda milletlerarası platformlarda dış desteğe ihtiyaç var.
Özbekistan’da henüz sürgünde bulunan Kırım Türkleri, hükümetin koyduğu yasak sebebiyle sâhibi bulunduğu gayrimenkulleri satamıyorlar. Takas yoluyla Kırım’da gayrimenkul verilmesi konusunda Ukrayna ile Özbekistan arasında ikili anlaşmalar imzalanması için milletlerarası baskı grupları oluşturulması gerekmektedir.
Kırım’a kesin dönüş yapan Kırım Türklerinin bir kısmına henüz vatandaşlık hakkı verilmemiştir. Kırım Türklerinin kendi imkânlarıyla açtıkları ve Millî Mektep adı ile andıkları okullarda Rus ve Ukrain çocukları da okutulmasına rağmen, hükümet bu okullara tek bir kuruş yardımda bulunmuyor.
Kendilerine vatandaşlık hakkı tanınmayanlar, devletin sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Seçme seçilme hakları yok. Şâyet varsa, gelirlerinden devlete vergi ödüyorlar, buna rağmen nüfus sayımında bile dikkate alınmıyorlar. Pasif jenosit anlamındaki, insan haklarına aykırı olan bu uygulamanın durdurulması, durdurulması için çalışılması… devlet – millet statüsü kazanmış her organizasyonun insanlık borcudur. Bu gerçeklerin anlatılmasında yaşanan yetersizlikler, konu ile ilgili herkesin mâlûmudur.
Soydaşlarımız için vatana dönüş zor olmuştu. Zirvedeki nihâî hedef olarak düşünülen beklentilerin gerçekleştirilmesi, bu şartlar altında daha da zor olacak. Düşman çok ve kavi, talih zebun… Çare; İsmail Gaspıralı’nın sözlerinde: Dilde, işte ve fikirde birlik. Bu parolaya itiraz edecek bir tek Kırım Türkü’nün varlığı düşünülemez. Gaspıralı’nın sözlerinin gereği yapıldığında… zafer Kırım Türklerinin olacak. Onlar bu zaferi çoktan hak ettiler.
Bizim Türkümüz
Ahmet Kabaklı ağabeyime
Bizim türkümüzde gurbet var artık
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tanrı Dağları’na kadar Bismillâhlarla uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.
Kerkük’te kurşunlar ansızın bizi vurur
Sürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimiz
Zulüm bir hançer gibi içimize oturur
Bir mağara devrinden arta kalan insanlar
Kerkük’te kan kusturur…
Uzar gider bir sessizlik içinde
Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları
Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına
Çöreklenir yedi başlı bir kızıl yılan
Baş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han
Bebekler bile vurulur beşiklerinde
Kana boyanır Türkistan
Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defa
Çiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklar
Susmuş minarelerinde mübarek ezan
Prangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresiz
Boynu bükük türkülerde güzelim Azerbaycan.
Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım’da
Biz duyarız Kırım’ın öldüren feryadını
Bir büyük destanla birlikte yeniden yazacağız
Kırım topraklarına Kırım Türkünün adını.
Balkanlarda büyük, öksüz kubbeler
Minareler, şadırvanlar, kervansaraylar
Bizi söyler, anlatır Mimar Sinan’dan beri
Üsküp’te, Estergon’da, bir atar damar gibi
Davullar, zurnalar ve serhat türküleri…
Yüzyıllardan beridir Altay’lardan Tuna’ya
Bizim türkülerimizdir söylenen
Konuşulan dil, bizim dilimizdir
Renk renk, nakış nakış uzayan toprak değildir
Kilimlerimizdir…
Yine bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacağız
Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan
Tanıyacak bizi dünya yeniden heyecanla
Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan.
Bizim türkümüzde gurbet var artık
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tanrı Dağları’na kadar Bismillâhlarla uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den – Kars’a kadar.
Yavuz Bülent Bâkiler
Türk Kelimesinin Anlamı:
Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü mânâlar verilmiştir:
Çin kaynakları Tu-küe (Türk)’ü miğfer olarak, İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terk edilmiş, olgunluk çağı ve benzeri mânâlar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
19. asırda A. Vambery’nin ilmî izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi ‘Türemek’ kelimesinden gelmektedir. Zira Gökalp bunu ‘Türeli / Töreli’ yâni kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.
Ancak Türk sözünün cins isim olarak ‘güç-kuvvet’ anlamında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan ‘Türk’ kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş, aynı iddia G. Nemeth’in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.
Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak ‘Altaylı’ (Ceyhun ötesi Turanlı) kavimlerini ifâde etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde, daha sonradan 515 hâdiseleri dolayısıyla ‘Türk-Hun / Kudretli-Hun’ tâbirleride geçtiği bilinmektedir.
İran kaynaklarında Türk sözü ‘Güzel İnsan’ karşılığında kullanılırken, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud ‘Türk adının Türkler’e Tanrı tarafından verildiğini’ belirterek ‘Gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı’ demek olduğunu bir defa daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin ‘Güçlü-Kuvvetli’ anlamına geldiğini kabul etmektedirler.
Değinmeler:
Ziya Gökalp; ‘Türkçülüğün Esasları’ adlı kitabının ‘Vatanî Ahlâk’ bölümünde, ‘Eski Türklerde vatanî ahlâk çok kuvvetliydi. Çünkü hiçbir Türk kendi milleti için, kendi vatanı için hayatını fedâ etmekten çekinmezdi.’ Diyor ve ‘Türklerin en değer verdikleri ahlâkın, vatanî ahlâk olduğunu’ vurguluyor.
Günümüz insanlarında bu hasletlerin eskisi kadar güçlü olmadığını üzülerek görüyoruz.
Bu değişimin sebebini; Vatan-millet sevgisinin millî tarih şuurunun, millî kültür ve millî birlik- beraberlik kavramlarının, yetişmekte olan nesillere öğretilememiş olmasında aramak gerekmektedir.
Türk Dünyasından Özlü Sözler:
Çalışmak İsteyen İmkân Bulur.
Tembeller İse Bahane Ararlar.
Ali Şîr Nevâî.