Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi vs.

100

Her şeyin ruhu, esası; güzel, iyi ve faydalı yönleri İslam’da mevcut. Her şeyin kötü, çirkin, zararlı ve mülevves / pis tarafları İslam’da yok. İnsanların, milletlerin, kitlelerin peşinden koştuğu, ardı sıra gittiği rejim ve sistemlerin aslı; aslında İslamiyet’de vardır. Zaten isimsiz olarak beşerde / insanlıkta yer eden kalıntılarından alınma ve devşirilme sonucunda ortaya çıkmış ve çıkarılmıştır. Bazıları şeklen İslama muhalif ve aykırı görünse de, hattızatında ruhu ve özü itibariyle İslami ve Kur’ani’dir.  Haktır, Hak’tan gelmiş ve Hak’tan alınmıştır.

Tebeddülü esma ile hakikatler tegayyür etmez. Yani, isimlerin değişmesiyle gerçekler başkalaşmaz. Nitekim bugün kullandığımız bir çok tabir, kavram ve mefhumların iç yüzüne baktığımız zaman, İslam’a; özü bakımından aykırı olmadıklarını hayretle görürüz.

Mesela; Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi tabirleri; hepsi de aynı manaya gelmekte ve millet hakimiyetini ifade etmektedir. Yani umumun, halkın genelinin fikirlerinin / kamu oyunun; tecessüm etmiş / cisimleşmiş somut bir misal ve örneği hükmünde olan milletvekillerinin hakimiyetini gösterir. Bu rejim ve sistemlerde hükümet hadim / halkın hizmetkarıdır. Çünkü bütün bunlar istişare, müşavere ve danışma ortamını lüzumlu kılan seçme – seçilmenin bir sonucudur.

Yine Cumhuriyet’e İslam’ın bakışına gelince; Karınca ve Arı milletleri bile Cumhuriyet-perver / Cumhuriyetçi bir yaşayış sergilerken; insanların buna bigane ve kayıtsız kalmaları tasavvur edilebilir, düşünülebilir mi?

Evet, Hulefa-i Raşidin / Dört Halife yani Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali; hem Halife hem de Reisicumhur / Cumhurbaşkanı idiler.

Hz. Ebubekir; Aşere-i Mübeşşere’ye / Cennetle müjdelenen on kişiye ve Sahabe-i Kirama elbette Reisicumhur / Cumhurreisi / Devlet Başkanı hükmünde idi. Fakat sözde değil özde bir Cumhurbaşkanı idi. Yani manasız isim ve resimden ibaret kalan bir Başkan değil, belki hakiki Adaleti ve Dinsel hürriyeti yani, sınırlarını İslam’ın çizdiği bir özgürlüğü taşıyan Dindar Cumhuriyet manasına gelen bir Cumhuriyet’in Reis ve Başkanı idi.

Kaldı ki, Cumhuriyet, Adalet, Meşveret / Danışma / Meclis / Parlamento; bütün bunlar Parlamenter Sistem demektir. Ayrıca, kuvvetin Kanunda olmasıdır. Yani, Kanunun; kuvvetli haksızdan yana değil, kuvvetsiz de olsa haklıdan yana çıkmasıdır.

Mesela üzerinde çok tartışılan bir konu olan Laiklik hususunu ele alalım. Laiklik tarafsız kalmaktır. Vicdan Hürriyeti’nin prensip, düstur ve ilkeleriyle hareket ederek; ne dinsiz ve inançsızlara ilişmeli, ne de sefih hayat içinde olanlara.

Laiklik; dindar ve takva sahiplerine karşı da, nötür olan; onlara da ilişmeyen bir hükümet telakki ve anlayış tarzıdır.

Yine İslam’ın gösterdiği meşru çerçeve içinde her şeye olduğu gibi Muhalefet’e de yer vardır. Onun da davranış biçimine atıfta ve göndermede bulunur; gereken işaretlemeleri yapar.

Asayiş ve Emniyete dokunmamak şartiyle, hiç kimse vicdaniyle, kalbiyle kabul ettiği ve inandığı bir fikirden dolayı suçlanmamalı. Çünkü devlet kalbe bakmaz. Ele bakar. Fiili / eylemsel bir durum söz konusu olmadıkça harekete geçmez. Geçmemeli.

Üstelik, hiçbir hükümette; haksızlığa, zulme, kanunsuzluğa karşı muhalefet edip karşı çıkmak suç sayılmaz. Sayılmamalı. Çünkü, Muhalefet; Adalet’in dengesini sağlayan meşru ve samimi bir unsurdur.

Hele Adalet ille Adalet denen müessese ve kurum ise; Devlet ve Mülkün temeli ve baş tacıdır. Hiçbir cereyan ve akıma kapılmamalı. Hiçbir tarafgirliğe kaymamalı. Zira bu husus;

Din ve Vicdan Hürriyeti’nin bir ana umdesidir. Bunun böyle olduğu; Hz. Ali’nin hilafeti zamanında bir Yahudi ile mahkemede beraber oturmaları, nice padişahların sıradan adamlarla adalet huzuruna çıkmalarıyla sabittir.

 

 

Önceki İçerikDeprem Öldürmez, Tsunami Öldürür
Sonraki İçerikÇanakkale Ruhu – 2011
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.